15 Temmuz’un ardından ülke adeta büyük bir hapishaneye döndürüldü. Üst üste ilan edilen KHK’larla baskılar her geçen gün arttırıldı. Emekçiler bu karanlık atmosferde nefes alamaz hale getirildi. Erdoğan 15 Temmuz için “Allah’ın bir lütfu” demişti. Yaşananlar bunun nasıl bir lütuf olduğunu gösterdi. Başta Kürt hareketi olmak üzere sola, sosyalist harekete, basına ve demokratik kurumlara yönelik baskılar alabildiğine arttırıldı. Bu kapsamda binlerce kamu çalışanı da ihraç edildi. İşten atılanların tüm özlük hakları gasp edildi. Böylece aileleri de dâhil KHK ile işinden edilen onca insan resmen açlığa mahkûm edilmiş oldu.
Bu süreçte özellikle KHK’lıların yaşadığı zulüm, nasıl bir dönemden geçtiğimizi gösteriyor. Yaşamlarını devam ettirebilmek için çalışmaktan başka çareleri olmayan on binlerce insan mağdur durumda. Sırf KHK’lı oldukları için hiçbir yerde iş bulamıyorlar. Mesleklerini yurtdışında icra etmelerine de izin verilmiyor. KHK’lı oldukları için bankalar hesap açtırmıyorlar. Her yönden toplumdan uzaklaştırılıyorlar. Hapse atılanlar ise türlü işkencelere maruz bırakılıyorlar. Hiçbir gerekçe gösterilmeden aylarca gözaltında tutuluyorlar. Vatan haini damgası vurularak düşmanlaştırılıyorlar.
Bugün KHK’lılara yaşatılan aslında burjuva devletin içyüzünü sergiler. Cumhuriyet kurulduğundan beri devlete muhalif olanlara uygulananlar hatırlardadır. Tek parti döneminde Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet ve daha nice sosyalistlere bu politikalar acımasızca uygulandı. Devletin tüm kademelerinde Sabahattin Ali’nin üzeri çizildi ve işsiz bırakıldı. Nâzım Hikmet ise neredeyse tüm hayatını sürgünlerde ve mahpus damlarında geçirdi. Ceberut burjuva devlet bir sosyalist ozan olan Hasan Hüseyin Korkmazgil’i de rahat bırakmadı. Öğretmenlik hakkı elinden alındı ve hapse atıldı. Hapisten çıktığında bir türlü iş bulamadı. Uzun aramalardan sonra işe girdi ancak politik fikirleri ve hapislik durumu öğrenildiğinde çok kısa sürede işten kovuldu. O da açlığa mahkûm edilenlerdendi. Ruhi Su ise TRT’deki işinden atıldı. Hapishanelerde nice işkencelere maruz bırakıldı. Kanser hastası olan Ruhi Su’nun yurtdışına çıkmasına izin verilmedi. 12 Eylül faşist cunta rejimi yerini Turgut Özal liderliğindeki ANAP iktidarına bırakınca burjuvazinin sınıf kini yine yerli yerinde durmaktaydı. Ruhi Su kötü giden tedavi koşullarına 1985 yılına kadar dayanabildi.
Bugünkü olağanüstü baskı rejimi altında, liberal aydınlara varıncaya kadar geniş bir kesim benzer zulümlere maruz bırakılmaktadır. Toplumun yarısından fazlası vatan haini ilan edilmektedir. Bugüne kadar örgütlü ve kitlesel bir işçi sınıfı mücadelesi yükselmediği için bu baskılar sürebilmiştir. İşte bugün yapılması gereken böylesi bir mücadeleyi yükseltmek için çaba harcamaktır.
link: Ankara’dan genç işçiler, KHK’lılara Yaşatılan Zulüm, 1 Nisan 2020, https://marksist.net/node/6873
Covid-19: “Dünya Büyük Bir Felâketle Karşı Karşıya” mı?
Alan Bebekler Ölmesin!