Geçenlerde elime bir dergi geçti. Dergide Türkiye’nin önde gelen çelik üreticilerinden Erdemir’in düzenlediği “Çelik ve Yaşam” adlı heykel yarışmasından söz edilmiş. Bu yarışmayı kazanan ve birincilik ödülü alan heykelin de fotoğrafına yer verilmiş. Sizin de gördüğünüz üzere, fotoğraftaki çelikten heykel aslında bize çok şey anlatıyor. Güzel sanatlar öğrencisi bir genç arkadaşımızın tasarlayıp yaptığı bu heykel, işçi sınıfının hünerli ellerinin, yaşam enerjisinin nasıl egemenler tarafından sadece ve sadece onların yararına kullanıldığını gösteriyor.
Yukarıdan iplerle bağlı çelikten bir çift el... Size de tanıdık geliyor mu? O eller, yıllarca durmaksızın üretiyor hayatın her alanında. Yeri geliyor yukardan gelen emirlerle kendi kardeşlerine silah doğrultuyor. O çelikten eller, bir başkasının yönetiminde iş görüyor. Tıpkı kuklalar gibi… Çünkü üreten işçiler ama bütün üretilenlerin sahibi egemenler. Üretim araçlarının mülkiyetine kim sahipse, her şeyin sahibi o oluveriyor. İster ürettiklerimiz, ister eğitimimiz, ister aile yaşantımız, ister çalıştığımız iş, ister kullanacağımız oy… Hiç fark etmiyor. Her şey, sermaye sahiplerinin çıkarları doğrultusunda alınan kararlarla belirleniyor. Oysa küçük yaştan itibaren, insan vücudunda karar mekanizmasının beyin olduğu öğretilir. Ancak beyinlerimiz aslında hiç de bize ait olmayan fikirlerle egemenler tarafından fethedilmiş durumda. Adeta bilgisayara bulaşan virüsler gibi, hızlıca sistemimizi çökertip kendi zararlı fikirlerini yerleştiriyorlar beyinlerimize. Baskılarla, yasaklarla, darbelerle, olağanüstü rejimlerle hafızalarımızı silip, sınıf direncimizi kırarak bulabildikleri her boşluktan ilerliyorlar. Ve kendi sistemlerinin bekası için sistematik bir biçimde bunu yapmaya devam ediyorlar.
Ama son zamanlarda dünyanın pek çok ülkesinde baş gösteren büyük ve kitlesel gösteriler, grevler ve direnişler bize çok şey anlatıyor. Derinleşen kriz sistemin zeminini kırılganlaştırıyor. Bu kırılgan zemindeki çatırdamalar tepedekilerin korkulu rüyalar görmesine sebep oluyor. Çünkü hafızalarımızdan silmeye çalıştıkları şeyi, işçi sınıfının örgütlü mücadelesiyle dünyayı değiştirebileceği gerçeğini, onlar çok iyi biliyorlar. Çelikten ellerin, günü geldiğinde kendisini yöneten ipleri nasıl koparıp atabileceğinin farkındalar çünkü. Bunun için de her şeyi çarpıtma, olanları görünmez kılma gayreti göstermekteler. Ama tarih korktuklarını onlara elbet bir gün yaşatacak. Bu noktada sınıfın öncü güçlerine çok iş düşüyor. Geçmişin mücadele deneyimlerinden dersler çıkarmak, bunları örgütlü mücadeleyle hayata geçirmek sınıf devrimcilerinin görevidir. Unutmayalım ki, kitlelerin ayağa kalkması önemlidir. Ama doğru anda, doğru hamleler yaparak mücadeleyi bir sonraki safhaya taşımak çok daha kritiktir. Yeter ki, sınıfa o bilinci taşımaya gayret edelim. İşte o zaman işçi sınıfı görecek, yoklayacak hafızasını ve köklerinin çelikten olduğunu bilerek kapitalizmi yeryüzünden söküp atmak için ayağa kalkacaktır. Çünkü boşuna söylememiş şair: “Topraktan, ateşten ve demirden doğanların en mükemmeli doğacak bizden…”
link: Gebze’den bir kadın metal işçisi, Köklerimiz Çelikten, 7 Ocak 2020, https://marksist.net/node/6815
Yeni Yıla Mücadeleyle Girenler
Cezayir’de “Seçim” Bitti, Protestolar Sürüyor