İnşaat sektörü yapılan teşviklerle, yatırımlarla alabildiğine büyüdü ve adeta Türkiye kapitalizmine can suyu oldu. “Kentsel dönüşüm” adı altında yürütülen proje ve ihalelerle büyük kentlerden kırsal alanlara kadar tüm ülke koca bir şantiye alanı haline gelmiş durumda. Yaşam alanları ellerinden alınan ve vinçler, kamyonlar ve bilumum inşaat makineleriyle işgal edilen işçi ve emekçiler içinse bunun sonuçları son derece ağır oluyor.
Daha geçtiğimiz günlerde içimiz kan ağlayarak okuduk Rize’deki bir annenin ve kızının ölüm haberlerini. 37 yaşındaki anne Sabriye Öksüz ve 10 yaşındaki kızı Melisa Öksüz’ü sabahın ilk saatlerinde bir hafriyat kamyonu yaşamdan, sevdiklerinden söküp aldı. Dünyalar güzeli kızını başına gelebilecek her türlü kötülükten korumaya hazır bir annenin aklına gelir miydi, kendini de evladını da koruyamayacağı! Üstelik trafiğe kapalı olan bir yolda! Gazetelerde birkaç satırla hafriyat kamyonu dehşeti olarak yer aldı anne ve kızının ölüm haberi. Tıpkı kendilerinden öncekiler gibi. Yarınlara, hayata dair ne hayalleri vardı kim bilir genç anne ve kızının. Oysa hepsi yarım kaldı o yolda, ironik biçimde Recep Tayyip Erdoğan Bulvarında!
Kimilerine göre kader, kimilerine göre dikkatsizlik, kimlerine göre ihmal. Aslında cevap da adres de belli. Gözünü kâr hırsı bürümüş açgözlü kapitalistler ve onlara her türlü olanağı sağlayan siyasi iktidar, rant uğruna insanların hayatlarını hiçe sayıyor. Kentsel dönüşüm adı altında yaşam alanlarını ölüm alanları haline getiriyor. Bu dönüşüm kapitalizme can suyu olan inşaat sektörü üzerinden ve sadece kâr odaklı yapılıyor. Ekonomik büyümeye olan etkisi ve diğer işkollarıyla arasındaki bağın niteliğinden kaynaklı olarak inşaat sektörü ekonominin lokomotifi olarak görülüyor.
İktidara geldiği günden beri ekonominin büyümesiyle övünen AKP ve Erdoğan, inşaat sektörüne yaptıkları yatırımlar ve teşviklerle, bu sektörün 16 yıllık süreçte alabildiğine büyümesini sağlamışlardır. Bu pastadan pay almak isteyen kapitalistler büyük kentleri, ormanları, dağı, taşı şantiye alanına çevirerek adeta yağmaladılar. Milyonlarca insanın yaşadığı büyük kentler toz duman altında bırakıldı. AKP eliyle palazlanan, büyük ihaleler alan firmalar hızlı bir yükseliş kaydettiler. Bizzat Erdoğan tarafından dillendirilen “çılgın projeler”, sonuçları göz ardı edilerek keyfi biçimlerde hayata geçirildi. Doğayı dizginsizce tahrip eden bu anlayış daha fazla kâr elde etmek ve daha fazla rant alanı yaratmak için önündeki “engelleri” cansiperane bir şekilde kaldırmıştır. Yeşilin her tonuna sahip Karadeniz yaylalarında kurulan HES’ler, madenler, Manisa’da termik santral yapma gerekçesiyle iş makineleriyle sökülen binlerce zeytin ağacı, yol yapma uğruna katledilen Kuzey Ormanları, baraj yapılarak sular altına gömülen binlerce yıllık tarih ve daha niceleri bu anlayış tarafından telafisi olmamak üzere tahrip edilmiştir. Koca bir şantiye alanına dönen “Yeni Türkiye”de hava kirliliğine, çevre katliamına, iş cinayetlerine, hafriyat kamyonlarının estirdiği terörü de eklemek gerek.
Ne kadar çok inşaat yükselirse o kadar çok kâr elde edeceğini bilen bu yeni yetme kapitalistler, kesintisiz bir inşaat faaliyeti içindeler. Büyük kentlerde nefes alacak küçücük bir yeşil alan kalmamış olsa dahi her yıl binlerce konut inşa ediliyor. Ancak en temel insan haklarından biri olan barınma hakkı, bu kadar çok konuta rağmen karşılanmadan kalıyor. Çünkü kapitalizm altında yaşıyoruz. Devlet eliyle yürütülen politikalar ve projelerle oluşturulan rantlarla konut fiyatları istikrarlı bir şekilde artmaya devam ediyor. “Hizmet aşkıyla” yola çıktıklarını söyleyenler, milyonlarca işçiye ev sahibi olmalarını salık veriyor. Bankalardan çekilen kredilerle borçlanan milyonlarca işçi yıllarca ödemek zorunda kalacağı borç yükünün altına giriyor. Yani başka bir deyişle milyonlarca yaşam bankalara ipotekli hale getiriliyor. Borç yükünün altında ezilen işçiler, işten atılma korkusuyla her geçen gün ağırlaşan kötü çalışma koşullarına da boyun eğmek zorunda kalıyorlar.
Erdoğan ve AKP, 16 yıl boyunca patronlar sınıfının bir dediğini iki etmeyerek sermayenin has temsilcisi olduklarını her defasında kanıtlamış oldular. İşçi sınıfına dönük saldırılarda son derece fütursuz davranan siyasi iktidar, sıra patronlar sınıfına geldiğinde her türlü engeli kaldırarak son derece cömert davranmıştır. “Kentsel dönüşüm” adı altında açılan ihaleler yoluyla, pek çok kentin ortasında adeta ucubeyi andıran, gelişi güzel yükselen binalar, plazalar binlerce işçinin mezarı oluyor aynı zamanda. İnşaat sektöründe hâkim olan taşeronluk sistemiyle “kuralsızlık” kural haline geliyor. İş güvenliği önlemleri göstermelik olarak alınıyor, pek çok işçi iş bittikten sonra ücretini alamıyor ya da çok kötü koşullarda çalışmaya zorlanıyor.
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri kuşkusuz ki Üçüncü Havalimanı işçilerinin yaşadıklarıdır. Tahtakurularının olduğu yataklarda yatmak istemedikleri, kurtlu yemeklerin ve ulaşım sorununun düzeltilmesini istedikleri için işçiler iş durdurdular. Ancak işçilerin en ufak bir hak arama talebine, ufak bir muhalefete bile tahammülü olmayan siyasi iktidar kendisinden beklendiği üzere İGA yönetiminden yana safını aldı ve 24 işçi tutuklandı. Türkiye’nin en büyük projesi olarak öne çıkarılan Üçüncü Havalimanı 25,6 milyar euro ile dünyada en yüksek maliyetli 10 havalimanı arasında yer alıyor. İhaleyi alan İGA’nın ortaklarının kimler olduğunu hatırlamakta da fayda var: TOKİ ihalelerini adeta parselleyen Limak, birkaç yıl önce ortaya çıkan ses kayıtlarında “milletin a… koyacağız” diyen Mehmet Cengiz’in sahip olduğu Cengiz Holding, MNG şirketler grubunun sahibi MAPA İnşaat, Kolin ve Kalyon grupları. MNG ve Limak Holding’in sahiplerinin isimleri Forbes dergisinin yayınladığı en zengin 100 Türk listesinde yer alıyor. Aynı şirketlerin sahipleri, Türkiye’nin milyarderleri listesinde de yer alıyorlar. İGA ortaklarından olan Kalyon ise bizzat Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen ve Çalık Holding’den ATV, Sabah, A Haber gibi kanalları satın alan şirket aynı zamanda. AKP iktidarı, gerek devlet gerekse belediye ihaleleriyle bu yandaş şirketleri semirtti. Bugün geldiğimiz noktada yandaş şirketlerin pek çoğu inşaat sektöründe her yere yayılan devasa tekeller halini aldılar. Bu şirketler bizzat devlet eliyle aldıkları ihaleler yoluyla ihya edilirken, kölece çalışma koşullarına itiraz eden havalimanı işçileri tutuklanıyor, hapse atılıyor. İşte size Yeni Türkiye!
Tek adam rejiminin Yeni Türkiye’sinde her ne kadar Erdoğan, “kriz mriz yok, manipülasyon var” diyerek ekonomik krizin varlığını inkar etse de, gerçekler ayan beyan ortadadır. Türkiye ekonomisinin motor gücü olarak öne çıkarılan inşaat sektörü bu darboğazdan en çok etkilenen sektörlerin başında geliyor. Dizginsizce inşa edilen ve kriz dolayısıyla satılamayan on binlerce konut elde kalmış durumda. Daha şimdiden pek çok inşaat firması konkordato ilan etti bile. İnşaat sektörünün ekonomideki payı doğrudan %8-9 iken, inşaat için gerekli ürünler (petrokimyadan demir-çeliğe çok geniş bir alanı kapsıyor) hesaba katıldığında bu oran %30’lara kadar çıkıyor.
Kirli ittifaklarla parsayı bölüşmek için al gülüm ver gülüm düsturuyla hareket eden siyasi iktidar ve bu türemiş zenginler rant ve yağma için kural tanımıyorlar. “Biz millete efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya geldik” diyen Erdoğan, “Yeni Türkiye”de iplerini tamamen eline aldığı medyanın da yardımıyla kitlelere “hizmet” sözcüğünün karşılığını yol yapmak, köprü yapmak, her yeri şantiyeye çevirmek gibi yansıtıyor. Seçim dönemlerinde özellikle öne çıkarılan bu propaganda, “ama yol yaptılar” sözleriyle işçi sınıfı içinde de karşılığını buluyor.
Kapitalist sistemde, sermayesini daha fazla büyütme derdine düşen açgözlü kapitalistler fütursuzca doğayı, su kaynaklarını, havayı, tarihî mirası tahrip etmeyi sürdürüyor. Patronlar sınıfının ve onların hizmetindeki siyasi iktidarın kâr hırsının kurbanı ise işçi ve emekçiler oluyor. Ancak bu durum kendiliğinden değişikliğe uğramayacaktır. Yalnızca birleşen ve mücadele eden işçiler bu gidişatı değiştirebilirler.
link: S. E., İnşaat Sektörü Kapitalizme Can Suyu Olurken, İşçilerin Hayatını Karartıyor, 21 Ocak 2019, https://marksist.net/node/6575
Lenin’e Dair - Tarihte Bireyin Rolü