Vakitlerden 2011 öncesi! Türkiye’de herhangi bir zaman dilimi! Hani sıkça kullanılan bir söz vardır: nerde o eski bayramlar… İşte bizim durum da biraz bunun gibi, nerde o eski Türkiye… Türkiye tabii cennet o zamanlar. Açlık yok! İşsizlik yok! Uzayan iş saatleri yok! İş cinayetleri yok! Taşeronluk yok! Yok da yok! Kıskanılan ülkeyiz! Ta ki onlar gelene kadar… Onlar geldi, evimiz gitti, aşımız gitti, işimiz gitti... Onlar Suriyeliler… Geldiler cennetimizi cehenneme çevirdiler…
Kardeşler, elbette bunların gerçek olmadığını biliyoruz. Sorunumuz bugünden başlamıyor. Dün de işsizlik vardı, kiralar yüksekti. Maaşlar yetmiyordu ve bir dizi sorunumuz vardı. Yukarıdaki karşılaştırmaya baktığımızda aslında bizlere anlatılanların, bizlerde oluşturulmaya çalışılan algıların gerçeklikten uzak olduğunu, ayaklarının yere basmadığını görüyoruz. Gerçekliğin başka bir şey olduğunu hissediyoruz.
Gün geçtikçe daha da ağır bir şekilde hissedilen krizin en büyük sorumluları Suriyeliler olarak gösteriliyor. İşçiler, emekçiler açısından kiraların, işsizliğin artışının, iş saatlerinin daha da uzamasının, maaşların, alım gücünün düşmesinin en büyük suçluları, sorumluları Suriyeliler diye gösterilmeye çalışılıyor.
Sosyal medyada yayılan, gerçeklerle alakası olmayan söylentilerle işçiler, emekçiler Suriyeli insanlara karşı düşmanlaştırılıyor. Gündelik hayatın içinde hepimiz sıkça karşılaşıyoruzdur bu söylentilerle. Kimine göre “Suriyeliler devletten maaş alıyorlar”, kimisi “Suriyeliler istediği üniversiteye sınavsız gidiyor” diyor. Kimi Suriyelilerin telefon faturasını devlet ödüyor derken, bir başkası TOKİ evlerinin Suriyelilere bedava verileceğini dile getiriyor.
Hiçbir insan, mecbur kalmadıkça, doğup büyüdüğü, yaşadığı, bildiği yeri bırakıp da dilini, kültürünü bilmediği yere göç etmek istemez. Ediyorsa vardır bir sebebi değil mi? Ya bir doğal afet ya açlık, işsizlik ya da yıkım, savaş ve ölümlerden kaçmak üzere doğup büyüdüğü yeri terk edip bir başka yerde yeni bir hayat var edebilmek için göç eder.
Bugün üç buçuk milyonun üzerinde Suriyeli insan Türkiye’de yaşamaktadır. Bunun üç yüz bine yakını kamplarda kalıyor. Ve o kamplarda da, başta sağlık koşulları olmak üzere, berbat koşullar hâkim. Geriye kalanlar ise kaderine terk edilmiş durumda. Kimileri bodrum katlarında, rutubetli yerlerde yaşarken kimileri de evsiz ve sokaklarda yaşamaktadır. Ev tutan yoksul Suriyeli göçmenler ise berbat durumdaki evlere, fırsatçı ev sahipleri yüzünden kat kat fazla para ödemek zorunda kalıyorlar. Zenginler içinse elbette güzel yerler, güzel mekânlar her yerde vardır.
Göçmen işçiler her zaman, her yerde patronların ucuz işgücü kaynağı olmuştur. Çünkü o işe muhtaçtır, yeni geldiği yerde yaşama tutunabilmesi için gece gündüz demeden çalışması gerekir. Bu yüzden uzun saatler boyunca çalışır ama aldığı ücret asgari ücretin de altındadır. Güvencesiz, sağlıksız koşullarda çalışmaya mecbur bırakılır. Fakat ne artan işsizliğin ne de düşen ücretlerin sorumlusu onlardır. Sorumlular dünyayı savaş cehennemine çeviren açgözlü patronlar ve onların sermaye düzenidir.
Türkiye’de de işsizliğin, kira artışlarının, krizin sorumluları emeğiyle geçinen Suriyeli insanlar değildir. Onlar olmadan önce de maaşlar yetmiyordu, iş saatleri uzundu, işsizlik vardı. Krizleri oluşturan da patronların dizginsiz sömürüsü ve aç gözlülüğüdür.
Kardeşler bizler için dilin, dinin, rengin önemi olmaması gerekir. Bizler dünya işçi sınıfı olarak biriz ve derdimiz de birdir. Çıkarımız ortaktır. Düşmanımız Suriyeli işçi-emekçiler değildir. Onları yerinden yurdundan eden patronlar ve onlara bu yıkım, savaş, ölüm getiren sermaye düzenidir. O yüzden Suriyeli işçi-emekçi kardeşlerimizle bir olmalı, bizleri kutuplaştırıp birbirimize düşmanlaştırmalarına izin vermemeliyiz.
Ey tarih;
Not et defterine,
Yoksulluğun
Ve mülteciliğin dilinin
Her yerde aynı olduğunu
Ve her köşesinde dünyanın
Aynı dilde ağladığını bebeklerin
link: Mersin’den bir işçi, Krizin Günah Keçileri “Suriyeliler”, 18 Aralık 2018, https://marksist.net/node/6554
“İmaj” Projeleri Can Almaya Devam Ediyor!
Torba Yasa ve “Kutsal” Meslek