Geçtiğimiz Temmuz ayında Hindistan’da bazı ailelerin intihar haberleri yansıdı basına. Bir ay içinde üç aile toplu halde intihar etti. Bu ailelerden biri 11 kişilikti, diğer ikisi ise 6 ve 9 kişilik. Bu üç aileden ikisinin (9 ve 6 kişilik olanların) intihar nedeni komşularının ifadelerine göre yoksulluk ve çaresizlik. Diğer ailenin ise “spritüel” nedenlerle, yani bağlı oldukları bir inanç gereği intihar ettiği düşünülüyor. Elbette medya en çok bu sonuncusunu işledi. Yoksulluktan, evlatlarının hastalığını tedavi ettirememekten, aç kalmaktan bunalan ailelerin durumu ise ne Hindistan ne de dünya medyasının ilgisini pek çekmedi. Oysa Hindistan’da her yıl ortalama 75 bin kişi bu nedenlerle intihar ediyor.
Hindistan çelişkilerle dolu bir ülke. Dünyada pek çok insan Hindistan’ı Bollywood filmlerinden tanıyor. En fazla film üreten ülke Hindistan ve bu filmlerde pek de görülmeyen sömüren ile sömürülen arasındaki uçurum; kentlerde, sokaklarda, yaşamın her alanında çıplak bir şekilde gözler önündedir. Dünyanın ikinci büyük nüfusa sahip ülkesi, sofralarımızda yeri pek eksik olmayan çayın en büyük ikinci üreticisi olan Hindistan, yoksulluk bakımından da en ön sıralarda yer alıyor. 1,1 milyar nüfusuyla Hindistan’da 450 milyondan fazla işçi bulunuyor.
Sömürünün yoğunluğu hemen hemen her alanda görülüyor. Doğarken, büyürken, çalışırken, uyurken ve hatta ölürken bile… Sefalet sanki kadermiş gibi insanların peşini bırakmıyor. İlkay Meriç’in bir yazısında Hindistan’daki emekçilerin yaşam koşullarının ne derece kötü olduğu, Dhavari adlı bir mahalle üzerinden anlatılıyordu: “Dhavari, Asya’nın en büyük gecekondu mahallesi olma özelliğini taşıyor. 1500 kişiye bir tuvaletin, 15 aileye bir çeşmenin düştüğü, çamurlu ve durgun nehir sularını aynı anda binlerce insanın hem çamaşır yıkamak, hem yıkanmak için kullandığı, lağımların sokaklarda aktığı, kolera, tifo, tifüs gibi salgın hastalıkların cirit attığı, dayanılmaz bir yoksulluğun hüküm sürdüğü bu mahalle, aslında Hindistan’daki yoksulluğun tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildiği bir teşhir alanı gibi.” Elbette Meriç’in anlattığı bu tablo sadece Dhavari’den ibaret değil!
Milyonlarca emekçi açlık sınırının altında türlü zorluklarla yaşama tutunmaya çalışıyor. Burada, yoksulluğun tam olarak ne ifade ettiğini, emekçilerde yansımasını nasıl bulduğunu Hintli kadın gazeteci Mari Marcel Thekaekara şöyle ifade ediyor: “Hindistan’da yoksulluk açlıktır. Gerçek açlık. Günde üç öğün yemeğe asla sahip olmamak. Yoksulluk, onlara verecek pirinç, bakliyat ya da bir parça ekmek olmadığı için uyumak isteyen çocuklarınızın ağlamasını duymaktır. Yoksulluk barınacak yerinizin olmamasıdır. (…) Yoksulluk hasta olup doktora gidecek parası olmamaktır. Yoksulluk çocuğunuzu okula gönderememek ve okuma yazma bilmemektir. Yoksulluk bir işinizin olmamasıdır, güvencesizlik ve gelecekten endişe etmektir. Yoksulluk günübirlik yaşamaktır. Yoksulluk çocuğunuzun yeterli beslenememekten ya da pis sulardan ishale yakalanmasından dolayı anlamsız, boşu boşuna ölmesini izlemektir. Yoksulluk güçsüzlüktür, temsil edilmemektir, özgür olmamaktır. Yoksulluk, sizi siz olduğunuz için aşağılayanlardan kaçmaktır.”
Tarım sektöründe çalışan işçilerin şartları yukarda çizilen tabloya benzer boyutlardadır. Burada üretilen çayı dünyada ilk sıralarda yer alan markalar satın alıyor. Bir yanda en ağır koşullarda ve en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamadan çalışan emekçiler, diğer yanda neredeyse tüm emeğin üzerine oturan sermayedarlar var. Birçok bağımsız kuruluşun yaptığı çalışmalar sonucu yayımladıkları raporlarda, ortak olarak söyledikleri şey “insanlık dışı” ve “kötü amaçlı” çalışma koşulları olduğudur. Elbette bu dev markaların hiç de umurlarında değildir emekçilerin hangi koşullarda üretim yaptıkları. Onları ilgilendiren tek şey sermayelerini nasıl daha çok büyütebilecekleri sorunudur. Bunun için emekçi ailenin tüm fertleri çalışır. Her ne kadar kâğıt üzerinde yazan 15 yaşının altındaki çocukların çalışamayacağı olsa da, yasalarda geçenler açlık karşısında bir anlam ifade etmez. Sermayedarlar için çoluk çocuk seferber olur!
İlkay Meriç’in dediği gibi: “Bir tarafta dünyanın en karmaşık bilgisayar yazılımları üretilirken, hemen yanı başında 800 bin insan açıktan akan lağımları temizlemek için tuvalet temizleyiciliğiyle geçimini sağlıyorsa bunun nedeni kapitalizmdir. Bir tarafta yetişkin işçiler işsizliğe mahkûm edilirken, diğer tarafta 5-10 yaşlarındaki milyonlarca çocuk köle gibi çalıştırılıyorsa bunun nedeni kapitalizmdir. En modern gökdelenlerde, alışveriş merkezlerinde, son teknolojiyle donanmış konutlarda asalaklar takımı gününü gün ederken, bunun yanı başında 1 milyon kişilik bir gecekondu mahallesinde sefalet diz boyuysa bunun nedeni kapitalizmdir. Ve dünyanın tüm nimetlerini mülk sahipleri yararlansın diye üretip kendileri en ağır koşullarda kölece çalışmaya, işsizliğe, açlığa, hastalığa, ölüme mahkûm olan yüz milyonlarca insan, tüm bunların olmasına izin veriyorsa bunun nedeni örgütsüzlükleridir.” İşte Hindistan’daki intiharların arkasındaki manzara budur.
link: Tuzla’dan bir işçi, Hindistan’daki İntiharlar ve Çelişkiler, 28 Ağustos 2018, https://marksist.net/node/6473
Kayıpların Ardından: “Tükenmedi Umudum, Solmadı Karanfilim!”
Memleketimden Dolar Manzaraları