Geçtiğimiz haftalarda ABD’de modern Amerika tarihinin en ölümcül ve kitlesel saldırısı yaşandı. Saldırıda 59 kişi öldü, 572 kişi yaralandı. Las Vegas’ta müzik festivaline katılan on binlerce kişi 64 yaşındaki Stephan Paddock tarafından saldırıya uğradı. Paddock’un odasında 19 tüfek ve yüzlerce mermi bulundu. Son 20 yılda ABD’de yaşanan kitlesel saldırılara göz atarsak;
-
1991: 35 yaşındaki ABD vatandaşı George Hannord bir restoranda 22 kişiyi öldürüp intihar etti.
-
1999: 2 ABD vatandaşı genç, liselerinde 12 sınıf arkadaşını öldürdü.
-
2007: Virginia Tech Üniversitesinde, 23 yaşındaki Kanadalı öğrenci 27 öğrenci ve 5 öğretmeni öldürüp intihar etti.
-
2009: ABD ordusu psikiyatrisi Killen, askeri üste ateş açarak 13 kişiyi öldürdü, 42 kişiyi yaraladı.
-
2012: 20 yaşındaki ABD vatandaşı Sandy Hook bir ilkokulda 20 çocuk, 6 yetişkin ve annesini öldürüp intihar etti.
-
2013: ABD’li eski itfaiye görevlisi rastgele işçilere ateş açarak 12 kişiyi öldürdü.
-
2015: ABD vatandaşı Rizwan Farook ve eşi California sosyal hizmetler binasını basarak 14 kişiyi öldürüp, 22 kişiyi yaraladılar.
2016: Pulse gece kulübünde IŞİD adına yapılan saldırıda 49 kişi öldü.
Yukarıdaki olaylara bakarsak 2016’da IŞİD tarafından gerçekleştirilen saldırı dışındakilerin hepsinin “sıradan” insanlar tarafından yapıldığını görüyoruz. 2000’li yıllardan sonra saldırıların sıklığı artmış bulunuyor. Yani kapitalizm çürüdükçe ürettiği psikolojik bozukluklar, cinnet vakaları, cinayetler her geçen gün artıyor. Sıradan bir hayat süren insanlar bir gün bir bakmışsın onlarca insanı öldürüyor.
Son olarak da 59 kişinin öldüğü Las Vegas saldırısı. Burada dikkat çekici başka bir nokta daha var: ABD’deki saldırıyı gerçekleştiren Paddock, beyaz bir Amerikalı. Demek ki ne Meksika sınırındaki pahalı duvar, ne de birçok ülkedeki Müslümanları ve mültecileri ülkeye girmekten alıkoyan yasa katliama engel oldu... Ama Paddock’u “terörist” etiketinden koruyan bir özelliği vardı, o da beyaz bir Amerikalı olması! Bu gerçek, ABD ulusal medyasında kullanılan tüm söylemleri değiştirdi. Daha geçmişi, evi, bilgisayarı, seyahatleri, ailesi, arkadaşları araştırılmadan medyada YALNIZ KURT olarak anılmaya başlandı. Eğer ki saldırıyı Müslüman veya Afro-Amerikan biri yapmış olsaydı birçok kişi sorunun İslamda olduğunu söylemeye başlayacak veya yüzyıllardır siyahîlere uygulanan ırkçı yaklaşımlar daha da artacak, bütün etnik grup suçlu ilan edilecekti. Trump, saldırıdan sonraki açıklamasında “korkunç saldırıda ölen kurbanların ailelerine başsağlığı diliyorum. Tanrı sizi korusun” dedi. Hatırlayalım; ırkçı tutumları protesto etmek için milli marş okunurken diz çöken Amerikan futbolu oyuncularına küfür ederken, onların takımlardan atılmasını isterken Trump ne kadar da öfke doluydu. Oysaki Paddock için hakaret içeren hiçbir şey söylemedi, hatta kızgın bile görünmüyordu. Bir başka örnek verecek olursak, Arizona eyaleti güvenlik şefi Arpadio, ülkeye yasal olmayan yollarla girmek isteyen göçmenlere karşı sert uygulamalarıyla biliniyor. Daha önce çölün ortasına elektrik telleriyle kurduğu göçmen kampıyla gündeme gelmişti. Trump, Arpadio için, “Onu affetmeyi düşünüyorum. Başına gelenler beni üzüyor. Göçmenlere karşı büyük bir iş başardı. O büyük bir vatansever” diyerek ona sahip çıktı. Trump’ın bütün bu söylemleri ışığında, eğer saldırgan Müslüman veya siyah olsaydı vereceği tepkiyi hayal etmek zor değil.
ABD’de 2016 yılında 137 siyah, polis kurşunuyla katledildi. İstatistiklere göre siyahların polis tarafından öldürülme olasılığı beyazlardan 3 kat daha fazla. Trump’ın kampanya döneminde başlayan ve artarak devam eden ırkçı söylemlerinin sonuçları karşımızda. Trump, ülkenin gerçek sahipleri beyazlardır diyor. Beyazlara işlerinin, evlerinin, sosyal güvencelerinin olmamasının sebebinin göçmenler ve siyahlar olduğunu söylüyor. Böylece hem kapitalist sistem krizinin üstünü kapatmaya çalışıyor hem de işçi sınıfının farklı kesimleri arasında düşmanlık yaratıyor. Kapitalizmin küresel ölçekteki krizi derinleştikçe sadece ekonomik değil sosyal ve kültürel alanda da krizler baş göstermeye başlıyor. ABD’li işçilerse bu koşullar altında mücadele etmenin önemini gün geçtikçe daha iyi anlıyor.
4 Eylüldeki Emek Günü gösterilerinde 400 civarında kentte beyaz Amerikalılar, siyahlarla, Hispaniklerle, göçmen işçilerle yan yana yürüdüler. “15 için mücadele et” kampanyası kapsamında 15 dolarlık saatlik asgari ücret talebini birlikte yükselttiler. Göçmen düşmanlığı ve ırkçılığa karşı Trump’a öfkelerini haykırdılar. Elif Çağlı’nın vurguladığı gibi: “Kapitalist sistem krizi derinleştikçe dünya genelindeki otoriterleşme eğilimleri bir yana, artık çürüyen kapitalizmin çürüyen burjuva rejimleri yarattığı ortadadır. Demokrasi isteyen, kendisini kusursuz işleyecek demokrasi hayalleri ile kandırmak yerine kapitalizme karşı mücadeleye katılmalıdır.” Milliyetçilik, ırkçılık ve göçmen düşmanlığıyla işçi sınıfı kuşatılmaya çalışılıyor. Tarihsel deneyimlerle sabit olansa şudur; tüm dünyada faşist tırmanışı engelleyecek olan işçi sınıfının devrimci mücadelesidir. İşçi sınıfı bilinçli, örgütlü bir şekilde karşı koymadığı sürece bizleri bekleyen tek şey büyük bir yıkımdır. Yaşananlar bir kez daha ispat ediyor ki, ENTERNASYONALLE KURTULUR İNSANLIK!
link: Bakırköy’den bir kadın işçi, Beyazsan “Yalnız Kurt”sun, Farklıysan “Terörist”, 24 Ekim 2017, https://marksist.net/node/5979
DİB: “Demokrasi İçin Bir Aradayız, Yılmayacağız”
Önce Güvensizliği Yarat, Sonra Huzur Getir!