Baskıların alabildiğine arttığı, en ufak hak arama mücadelesinin bile bastırıldığı, grevlerin ya erteleme adı altında yasaklandığı ya da Tekno Maccaferri örneğindeki gibi etkisizleştirilmeye çalışıldığı bir dönemdeyiz. Türkiye’de zaten sendikalı işçi sayısı çok az. Gerçekten işçilerin hak arama mücadelesine sahip çıkan sendika sayısı ise giderek daha da azalıyor. Bunun yerine sınıf işbirlikçi, hükümet destekli sendikaların önü açılıyor. Örneğin Hak-İş konfederasyonunun toplam sendikalı işçiler arasındaki örgütlenme oranı 2013 yılında %17,1 iken, Ocak 2017 itibariyle %31,6’ya çıkmış durumda. Buna karşın DİSK için bu oran %10’dan %9’a gerilemiş bulunuyor.
Utku Kızılok’un Kasım 2015 tarihli “AKP’nin Korporatist Hamleleri ve Sendikal Hareket” adlı makalesini taşeron işçisi bir arkadaşımla yaptığım sohbetten sonra dönüp tekrar okudum. Arkadaşımın anlattıklarını Utku Kızılok’un makalesinde okuduklarımla birleştirdiğimde iktidarın bugün ne yapmaya çalıştığını çok daha iyi anladım. Yıllardır tanıdığım, işçi sınıfının mücadelesinde sendikaların önemli olduğunu anlattığım arkadaşım, “Yıllardır seninle sendikaların, sendikalı olmanın iyi bir şey olduğunu konuşuruz. Ben de her zaman sendikalı bir işyerinde çalışmak istemiştim. Şimdi çalıştığım işyerine sendika geliyor fakat ben sevinemiyorum, hatta tedirgin bile oluyorum” diyerek yaşadıklarını anlattı. Çalıştığı işyerindeki işçiler Hak-İş konfederasyonuna bağlı bir sendikaya apar topar üye yapılmışlar. Böyle durumlarda işçilerin başına gelen işten atılma, sendikadan istifa ettirmeye yönelik baskılar yaşanmamış. Çok kısa sürede çoğunluk sağlanarak yetki alan sendikanın ilk toplantısında konuşulanlar sendikanın işyerindeki işlevinin ne olacağını net olarak ortaya koyuyor. Arkadaşım şöyle anlatıyor:
“Sendikacılar toplantı yaptı. Yetkiden sonra toplu sözleşmeyle elimize neler geçeceğini anlattılar. Yaşadığımız sorunlar üzerine de konuşuldu. İşyerinde 3 vardiya sistemine geçtik fakat işveren servis koymuyor. Özellikle kadınlar gece eve dönüşlerinde veya gece vardiyasına gelişlerde çok problem yaşayacak. Sendikacılar «önce bir gece bu şekilde gelin, dilekçe verin biz konuşalım» dediler. Özetle şunları anlattılar: «Her problemde iş durdurmayın, itiraz etmeyin, verilen işi yapın. Sonra bize söyleyin, biz gerekeni yaparız. Sendika, avukatlar bunun için var. Öyle huzur kaçırmaya gerek yok, huzurumuz bozulmasın. Vurmaya, kırmaya gerek yok, greve falan gerek yok. Biz sizin için varız.» Diğer sendikaları kötülediler. 3 yılda 45 yıllık olan sendikalardan daha fazla büyüdüklerini anlattılar. Söyledikleri her şey mücadele ruhuna ve geleneğine aykırıydı. Kısaca «siz hiçbir şey yapmayın, oturun, biz sizin için ne yapılacaksa yaparız» demiş oldular. Bir sendika nasıl olur da grevi kırıp dökmek olarak görebilir? Nasıl olur da arkasında hükümetin desteğinin olduğunu bu kadar rahat ve hatta övünerek anlatabilir?”
İşçi sınıfının örgütsüzlük koşullarında arkadaşımın yaşadığı gibi olaylar pek çok işyerinde yaşanıyor. Bu durum kamu çalışanları için de geçerli. Örneğin geçtiğimiz günlerde Memur-Sen hükümetle yaptığı toplu sözleşme görüşmelerinde ilk 6 ay için %4, ikinci 6 ay için %3,5 oranında bir zammın altına imza attı. 20 günlük hac izni ve “helâl gıda” maddelerini sözleşmeye koydurduğunun reklâmını yaparak böylesi bir hezimetin üstünü kapatmaya çalıştı. Aynı zamanda emekçilerin dini duygularını sömürerek onları esas mücadelelerinden uzaklaştırmış oldu. Bu örnekler Hak-İş ve Memur-Sen’in rolünün ne olduğunu çok net gösteriyor. Her iki konfederasyonun da hiçbir engelle karşılaşmaksızın örgütlenebilmesinin nedeni iktidarın işçi ve emekçileri denetim altına almak için bu konfederasyonların önünü açmış olmasıdır. Utku Kızılok makalesinde bunun adını “AKP’nin korporatist hamleleri” olarak koyuyor. Korporatizmin Almanya, İspanya ve İtalya’da faşizme giden süreçte işçi sınıfını nasıl pasifleştirdiğini ve baskı altına aldığını anlatırken, Türkiye’de 1980 öncesinde işçi sınıfının örgütlü olduğu durumlarda ise sendikal baskı ve yasaklara karşı mücadeleci bir tutum alabildiğini yaşanmış olaylarla örneklendiriyor.
Bugün AKP iktidarı ve onun destekçisi sendikalar işçi sınıfının örgütsüzlüğünü fırsat bilip üzerinde rahatça tepiniyorlar. Onların bu rahatını bozacak olan işçi sınıfının mücadelesidir. Biz sınıf devrimcileri bu mücadeleyi yeniden ayağa kaldırmak ve büyütmek için çalışmalıyız. Utku Kızılok’un da dediği gibi; “Mücadelenin yükseldiği her dönem sendikalardaki bürokratik mekanizmalar kırılıp atılabilmekte, köhnemiş ve kirlenmiş yapılar yıkılarak sendikalar işçi sınıfı kavgasının ışıldayan örgütlerine dönüşebilmektedirler. Sendikaları köhnemiş bürokratik aygıtlar olmaktan kurtarmanın, burjuva devletin ve AKP gibi sermaye iktidarlarının sendikaları korporatizmi çağrıştıran türde bir egemenlik altına alarak sınıf hareketini felçleştirmesinin önüne geçmenin yolu, kararlı bir şekilde işçi sınıfı içinde ve sendikaların tabanında örgütlü mücadeleyi büyütmekten geçiyor.”
link: Sancaktepe’den MT okuru bir işçi, Bir Sendikal Örgütlenmenin Düşündürdükleri, 2 Eylül 2017, https://marksist.net/node/5839
Türkiye’nin “Gönlü Zengin” Kapitalistleri
Sessiz Bir Devrim Çığlığı: “Ben, Daniel Blake”