Kapitalizmle birlikte eğitim, bugün artık kompleks bir süreci ifade ediyor. Eğitim politikası, eğitim finansmanı, eğitim yönetimi, eğitim yöntemi, eğitim hizmetleri, eğitim müfredatı gibi başlıklardan bağımsız bir eğitim sisteminden bahsetmek mümkün değil. Bunlara sınıfsal temelde baktığımızda akla şu sorular geliyor; kimin hizmetine sunulan, kimlerce finanse edilen, kimin politikalarına yarayan ve kimi denetleyen bir eğitim sistemi?
Burjuvazinin müfredat dediği şey esasen kendi görüş ve politikalarının eğitim alanında nasıl hayata geçirileceğinin planıdır. Bu nedenle müfredat burjuvazinin sınıfsal egemenliği dışında düşünülemez. Burjuvazi resmi müfredatın dışında okunan, konuşulan, yapılan her şeyi cezalandırır; öğretmenlerini sürgüne, öğrencileri ise disiplin kurullarına yollamaktan geri durmaz. Peki bu eğitim politikasının arkasında yatan temel hedef nedir?
Burjuva eğitimin amacı, birbirine benzeyen, bağımsız davranamayan, basit komutlarla harekete geçirilebilen, standart vatandaş kalıbına uygun, dünyayı ve sistemi sorgulamaktan uzak “ortalama insan” yaratmaktır. Burjuva ideolojisini benimseterek, en dinamik çağında gençleri pasifize ve atomize ederek, sindirerek, alternatif fikir beyan edemeyen, pasif, el pençe divan ilişkilere alıştırılmış insanlar yetiştirmektir. Burjuva eğitim sistemi herkesi kıyma makinesinden geçirmeyi amaçlar. Hiç kimse askerde atılan tokatı garipsemez, çünkü bir yabancıdan gelen ilk tokadı daha ilkokul sırasında yiyerek egemenin kim olduğundan çoktan haberdar edilmişizdir. Milli Güvenlik derslerine üniformasıyla giren ve silahını sıranın üstüne koyarak ders anlatmaya başlayan rütbeli, bir taraftan, “bir gün darbe yaparsam tanıyın, garipsenecek bir şey yok” mesajını verirken; bir taraftan da üniforma ve silahla gençleri askerliğe özendirir. Askere gidildiğinde ise, farklı kültürlerden yüzlerce yetişkinin hiçbiri sıra olmayı, antlar içmeyi, itaati garipsemez, çünkü burjuvazi insanları daha ilkokul sıralarında ehlileştirir.
Burjuvazinin kendi ideolojisini nasıl benimsettiğine birkaç örnekle bakalım. Meselâ en masum gözüken resim, müzik gibi ders ve etkinliklerde bile, burjuva iktidarın pençesini küçük bir ilkokul öğrencisinin resim defterinde, şarkılarında görmek mümkündür. Şiirde, kompozisyonda, resimde, ulusal bayram teması ödev verilir; bayrak resimleri çizdirilir, bayrağa şiirler düzülür, övgüler yağdırılır. Dahası bunların öğretmenler tarafından yaptırılıp yaptırılmadığı da müfettişlerce denetlenir. Yıllık eğitim-öğretim planları hazırlanırken, her hafta belli saatlerin “ulusal bütünlük, milli çıkar ve Atatürk” ile ilgili konuşmalarla doldurulması zorunluluğu getirilir.
İşçi sınıfı dağınık ve kendi çıkarlarının birlikten doğacağının farkında değilken; burjuvazi, parçaları bütünden ayrı düşünmeyerek işçi sınıfının tüm kesimlerini çocuğuyla yaşlısıyla kendi egemen ideolojisi doğrultusunda biçimlendirmeye çalışır. Burjuva eğitimle işçi sınıfının çocukları horlanır, korkutulur. Ücretli kölelik düzeninde sömürülürken sorun çıkarmayacak şekilde terbiye edilirler. Sessizlik ve onun kültürü hâkimdir okullarda. Sessiz olmalısın! SESSİZ! Müfredatın dışında herhangi bir konuda konuşamazsın. O müfredat ki, burjuvaziye ve onun devletine kulluğu buyurur, o sessizliktir ki, işine, ekmeğine el atıldığında, işten kovulduğunda sesini çıkarmamanı sağlar. Eğitim süresince kurulan ilişkilerin formatı da daha sonra patronla ve komutanınla kurulacak ilişkilerin aynıdır.
Amerikalı bir öğretmen olan John Taylor Gatto’nun araştırmasına göre, Amerika’da ve tüm dünyada 1905’lerden itibaren yaygınlaşan zorunlu kitle eğitiminin amacı şuydu: “Vasat düşünürler üretmek, insanın ruhsal boyutunu bastırmak, çocukların liderlik özelliklerini silmek, boş ve zaaf sahibi yurttaşlar yetiştirmek. Tüm bunların hedefi de toplumu ‘yönetilebilir’ kılmak. (…) köylü ve işçilerin, burjuvazi aleyhine tehlikeli bir dayanışma içine girmelerini engellemek. İşte modern endüstrileşmiş zorunlu eğitim, bu alt sınıfları bir cerrah bıçağı gibi bölmeye yarıyor. Yaşa, test başarısına, konu ve alanlarına göre sürekli kompartımanlanan cahil kitle, daha çocuklukta birbirinden ayrılıyor. (…) Zorunlu eğitim, çocuklara hiç durmadan tüketmelerini öğretmedi; ondan da iyi bir şey yaptı: onlara düşünmemeyi öğretti. Ve böylece, yeni oluşan serbest pazarda çocuklar, oturup yeni çıkacak ürünleri bekleyen ördeklere döndüler.”
Burjuva eğitiminin biçimsel kuralları, toplumsal eşitsizliğin eşitlik olarak yutturulmasına yardımcı olur. Farklı sınıfların çocukları aynı müfredata tâbi tutulur gözükür. Ama işçi çocukları kölece itaate alıştırılırken zengin çocukları yönetici ve egemen olarak yetiştirilir. Burjuvazi, birçok sivil toplum örgütünü, öğretmeni, aydını, solcuyu da bu biçimsel kuralların ve yalanların savunucusu yapmıştır. Eşitlik yalanlarını her gün burjuva medyada istisnai başarı hikâyeleriyle süsleyerek, “isteyen her koşulda okur”la eşitsizliği bireysel başarı öykülerinin arkasına saklamaktadır. Meselâ “okullarda neden her öğrenci tek tip kıyafet giymek zorunda” diye sorulduğunda, “Eh, imkânı olan var; olmayan var” cevabı verilir. Devlet görevlileri bunu eğitimde fırsat eşitliği kılıfına bularlarken, neden “imkânı olmayanlar” olduğunun üstünden atlanır. Evet, yenilen, giyilen şeyler sınıfsal göstergelerin izlerini taşır. Gelir durumları arasındaki farkı koyar ortaya. Forma giyerek bu farklar ortadan kalkıyor mu? Oysa daha ilk derste “herkes kendini tanıtsın ve anne babalarınızın mesleğini söyleyin” denildiğinde birçok çocuk “babam işçi” diyememiştir. Öğretmenlerin muamelesi de zamanla varlıklı çocuklara göre değişir. Bozuk yolları, akmayan suları, ödenmeyen kirayı, vitrindeki bisikleti, abiden abladan kalan önlüğü ve teneffüste çıkılamayan kantinleri tek bir formayla unutturuyorsa ve gerçekliğin üstünü, pisliğini örten bir kedi gibi örtüyorsa burjuvazi; bunu olumlu bir şeymiş gibi savunan “solcu” öğretmenler de onun düzeninin bekasına hizmet ediyorlar demektir.
12 yıl boyunca çocukların zihinlerini bulandıran burjuva eğitim sistemi, ulusal böbürlenmenin damgasını vurduğu bir resmi tarihi ve burjuvazinin gözünden bakılarak yazılmış bir dünya tarihini belletir genç beyinlere. Bu tarihte işçilerden söz edilmez. Ders kitabı olarak kullanılan hiçbir tarih kitabında bütün zenginliğin kaynağı işçilerdir denmez ve bütün savaşlarda ölenlerin işçi çocukları olduğu yazmaz. Savaşlardan ibaret gösterilen tarihin gerçekte sınıf mücadeleleri tarihi olduğu anlatılmaz. İktidarın burjuvazinin elinde olduğu bu kapitalist sistemde, elbette egemenler kendi ideolojilerini ve yalanlarını yayıyorlar. Oysa biz biliyoruz ki Marx’ın da dediği gibi “tarih sınıf mücadeleleri tarihidir” ve doğru yöntem de, ezberci, kalıpçı yöntemler değil, her şeyi sorgulayan ve değişimi temel alan “tarihsel diyalektik” yöntemdir. Bu yöntemi kendi selâmeti açısından tehlikeli bulan burjuvazi, sorgulamaktan ve gerçeklikten uzak bir eğitim politikası uygulayarak iktidarının pekişmesini sağlar.
Kapitalizm tüm kurumlarıyla alaşağı edilmedikçe ve işçiler kendi iktidarını kurmadıkça gerçek anlamda bilimsel bir eğitimden ve eşitlikten söz edilemez. Gerçek olan, burjuvazinin işçi sınıfından korktuğudur, bu nedenle iktidarının elinden gitmemesi için tüm tedbirlerini almaya çalışıyor. Kitaplara işçi sözcüğünü yazmaktan, Marx’ın adını anmaktan, komünist sözcüğünü duymaktan korkuyor, resimleri saklıyor, arşivleri yakıyor. Burjuvazi bir gün uyanacağımızdan, birlik olacağımızdan, örgütlülüğümüzden korkuyor. Yani burjuvazi kendimizi MARKSİST TUTUM’la eğiteceğimizden korkuyor.
link: MT okuru bir eğitim emekçisi, Burjuva Müfredatıyla Eğitim, 7 Kasım 2005, https://marksist.net/node/540
Küreselleşme /6
Rektörümüzü de kaybettik!