Her başlangıç, kendini aşma potansiyelini, kendine özgü gelişim dinamikleriyle birlikte içinde taşır. Kendini aşmaya programlanmış tüm bir süreç, yeni bir içsel dengeyi-dengelemeyi kuramayacak duruma gelmesi noktasında, yerini, bağrından doğurduğu yeni bir uyumlu sürecin başlangıcı zorunluluğuna bırakır.
Ana çelişenlerin tüm ara çelişkileri kendi çizgisine bağladığı ana doğrultuda, seçilimin, gerçekleşebilir en uygun olasılıklar üzerinden, tıkanıklığı aşabilecek bir sıçramayı sağlayacak özellikteki öğeleri baskın konuma getirmesi, diğer yandan, ana çelişkiyi çözemeyecek olanları ayıklaması süreci, gelişimin evrimsel-diyalektik özünü ortaya koyar.
Gelişimin diyalektik sürekliliği, yeni koşullara uyarlanmış ve bu yeni koşullarda yaşayabilecek özellikteki “eski” öğeleri yeni oluşuma katar, yeni oluşumda dengeler. Olgular arasındaki geçişlilik, “yenide” “eskiyi” mümkün kılar.
Gelişimin zorunlu yönelimi, düz bir hatta kesintisiz bir ilerlemenin olamayacağı gerçeğinde, geriye düşüşlerin de yaşandığı sarmal, karmaşık, çok yönlü gelgitlerle ve sürekli altüst oluşlarla nihai ilerleme ivmesini kazanır.
* * *
Nesnel durumun ihtiyaçlarına, çelişkilerine, sorunlarına yanıt verebilecek olan tarihsel öznenin ilgili tutum, kavrayış, irade ve hazır olma düzeyi vs. ancak, geçici tıkanıklığı aşabilir. Bu tıkanıklık, nihai gelişim çizgisi üzerinde bir yerdedir. Tıkanıklık, az ya da çok sürebilir, ki sorun da buradadır. öyle ki, süre uzadıkça, nihai gelişim çizgisi üzerindeki aşamalar sıklaşıp çoğalabilir, aynı zamanda, aşamalar arasındaki geçiş de uzayabilir.
Bugün için, Stalinizmin, Marksizme rağmen aşılamaması, tarihsel hata ve yanılgıların tekrarlanması ile dünya çapında açılabilecek olan kapının tekil ve sınırlı çabalarla açılmaya çalışılmasında ısrar edilmesi, kapının arkasındaki fırtına hesaba katılmadığı için beyhude çabalarla zaman ve enerji kaybına yol açmıştır, açmaktadır. Hele fırtınanın kapı arkasında biriktirdiği toz, toprak, çamur birikintisinin, zaman boşa harcandıkça çoğalması, aşma süresini uzatmakta, aşamalar arasındaki geçişi de zorlaştırmaktadır.
İnsanın ve toplumun birbirine ve emeğine yabancılaşması demek olan kapı arkasındaki birikinti; güvensizlik, korku, inançsızlık, bilgisizlik, cehalet, bilinçsizlik, örgütsüzlük ve yozlaşma gibi insani değerlerde bir düşüşü temsil eden olumsuzlukların birikmesini ifade eder.
Bu denli bir aşağı düşüşün olumsuz etkilerini bertaraf etmenin tek gerçekçi ve geçerli yolu, dünya işçi hareketinin birleşik-enternasyonal tokadını indirebilecek el olmaktan geçer.
Okyanus derinliğinde, cam fanus içindeki bir balığın kendi dar sınırları çerçevesinde, okyanustaki çelişkileri çözebilmesi beklenebilir mi?!
Dünyayı, şöyle bir sallayıp sarsacak ve ne var ne yok bütün pisliklerini dökecek olan el, dünyayı kavrayacak büyüklükte bir eldir, ki bu el tokat olup dünya kapitalizmini sersemletip yere yığabilir.
Marksizm, Stalinizmin kötülüklerinden ve yanılsamalarından ayrıştırılıp kurtarılamadıkça, ufak ısırıkların devi yere serebileceği ham hayalini kurmaya, yaşamda karşılığı olmayan kuruntulu bir safsataya inanmaya devam edecek olanlar artmaya devam edecektir. Bu ur, beyinlerde yayılmasını sürdürdükçe, beyin fonksiyonlarında zayıflamalarla beraber, giderek, psikotik rahatsızlıklarla gerçeklik algısında bozulmalara neden olmasını sürdürecektir. Başka nasıl, karıncaların devlerle beyhude savaşımının devi enisonu bıktırıp usandıracağına inanılabilir ki?!
İnsanlığa ödettiği bedel ve kayıpları “saygıdeğer kendilerine” hatırlatıp hesap soracak ve Marksizme “prestijini” ve bilimsel özünü kazandıracak olan basiretli karşı duruş ve dünyayı kazanma arzusunun en kristalize olmuş hali, ONLARDAYDI. ORADAYDI.
MARKSİST TUTUM, aslında, büyük savaşa hazırlanıyordu.
Devrimci Marksizmin ışığı ellerindeydi. Sahte, yapay ışıkların binbir renkli çeşitliliği arasından, saf, temiz ve doğal ışığı taşıyorlardı. Gözalıcı ışıkların albenisine kapılanlar, hipnoza tutulmuşçasına sersemlemiş ve bir o tarafa bir bu tarafa çok fazla emin olmadan, olamadan birikiyorlardı.
Saf ışığın berraklığı ve sıcaklığı, gerçeğin saf ve çarpıtılmamış yanlarına yansıyordu. Uzun süredir doğmayan güneşi özleyenler saf ışığın arkasında birikiyorlardı. Hipnozdan kendini kurtarabilenler ve hipnoza dirençli olanlar bir zamanlar Marksizm güneşinin doğduğunu hatırlayabildiler. Işık, onları güneşe ulaştıracaktı. Güneşin aydınlattığı yoldan sonsuz aydınlığa nasıl ulaşacaklarını bulmaları çok daha kolay olacaktı.
link: Van’dan bir MT okuru, Marksizmin Güneşi, 29 Mart 2005, https://marksist.net/node/405
Rehberlik Servisleri Okullarda Yaşamalı
Bayrak Bahanesiyle Kürtlere Karşı Şovenizm Dalgası Yükseltiliyor