Penye üretimi yapan bir tekstil fabrikası işçisiyim. 20 yıllık bir geçmişe sahip olan fabrikada çalışanların birçoğu 5–10 yıldır çalışan işçiler. Yaklaşık 1 yıl önce tekstil sektörünün yaşadığı genel sorunlarından bıkan bizler, sendikal bir çalışma başlattık.
Sendikalaşma sürecimizin ilk başlarında, bizler henüz işçi olduğumuzun yeni yeni farkına varmaya başlamıştık. Bizde de, tüm işçiler arasında olduğu gibi, bilinçsizlik ve burjuva ideolojisinin hâkimiyeti sonucu varolan rekabet ortamı vardı. İşçiler birbirinden kopuk ve neredeyse birbirlerine yabancı idiler. Birbirlerine yakın olan işçilerin gündeminde ne günümüzün işçi sınıfı sorunları konuşuluyordu, ne de yaşadıkları sorunların neden kaynaklandığı tartışılıyordu. Zaten tek başına işçilerin ne bu sorunların farkında olması beklenebilirdi, ne de çözüm noktasında fikirler üretmeleri. Bizler de bu gerçeği ancak zaman içerisinde kavrayabildik.
Tekstil sektöründe işçilerin bildikleri tek bir kural vardı. O da sabah saat 08:00 ya da 08:30’da işbaşı yapmaları gerektiği idi. Sabah kuralı her zaman geçerlidir, ama iş akşam paydos saatine geldiğinde kural bozulur. İşe giriş saatin bellidir ama çıkış saatin şefin iki dudağı arasındadır. Akşam mesailerine kalırsın, Cumartesi ve Pazar çalışırsın, üstüne bir de sabahlarsın. Sonra bıçak kemiğe dayanıp da ben sabahlamaya kalmıyorum deyince kendini kapıda bulursun, sen artık bir işsizsindir. Küfür edilirsin, taciz edilirsin, sesini kimseye duyuramazsın. Öyle atölyeler var ki mesailere kalmak istemiyorlar diye işçilerin üzerine kapılar kilitleniyor. Baskının ve dayatmacı uygulamaların yaşandığı bir sektördür tekstil sektörü.
Peki, ama çözüm ne? Tek başına sendikalı olmak tüm bu sorunların çözümü olabilir mi? Bizler sendikal faaliyete ilk başladığımızda önce işçi olduğumuzu fark ettik. Sonrasında ise sınıflı bir toplumda yaşadığımız ve bizlerin işçi sınıfının bir parçası olduğumuz gerçeğiyle tanıştık. Tanıştık diyorum çünkü gerçekten burjuva ideolojisi bizleri öylesine inandırmıştı ki bu durumun dünyanın değişmez kuralı, değişmez gerçeği olduğuna, biz yalnızca onların yarattığı gündemle meşgul oluyor, bizlerin ve gelecek kuşakların sorunlarına kulak tıkıyorduk.
Bizler sendikalı olduğumuzda yaşadığımız sorunların biteceğine ve güzel günlerin geleceğine inanmıştık ilk başladığımızda. Ama ilerleyen süreç bize yeni bir gerçeği de öğretti. Tek başına sendikalı olmak sorunları çözmüyordu. Sendikal mücadele yoluyla işverenimizden veya patronlar sınıfından birtakım kazanımlar, tavizler koparabilirdik ama bunların kalıcı olması için, ya da işçi sınıfının gerçek kurtuluşu için bu yeterli değildi.
İşçi sınıfını kurtuluşa götüren yolda çalışmak da, ancak doğru fikirlerle tanışmakla ve bu fikirleri hayata geçirmekle mümkündü. Biz bir grup tekstil işçisi olarak gerçekten doğru fikirlerle tanışma fırsatını yakaladık. İşçi sınıfının bilimi olan ve sınıfa ışık tutan bu fikirler de devrimci Marksist fikirlerdi. Henüz yolun başında olan bizlerin önümüzde duran önemli görevleri var. Devrimci fikirlere sıkı sıkıya sarılmak, bilinçli işçiler olabilmek için emek harcamak ve en önemlisi de bıkmadan usanmadan burjuva sınıfına çalıştığımızdan daha çok kendimize çalışarak, Marksist fikirlere yeni insanlar kazanmak gerekiyor.
Bizler, işçi sınıfının küçük bir parçasını oluşturuyoruz. Geriye dönüp baktığımda elde ettiğimiz kazanımları ve örgütlü gücümüzün başarısını görüyor ve kendime tek bir soru soruyorum. Biz bir avuç insan bu başarıyı elde ettiğimize göre, dünya işçilerinin birleşmesi karşısında hangi güç ayakta kalabilir ki?
ÖRGÜTLÜYSEK HER ŞEYİZ ÖRGÜTSÜZSEK HİÇ BİR ŞEY!
link: bir tekstil işçisi, Bir tekstil işçisinden, 30 Haziran 2005, https://marksist.net/node/386
Tek yol mücadele etmek
Uyan İşçi Kardeşim