Kapitalizm, bir yandan çoğumuzun sahip olamadığı büyük bir bolluk, bir yandan da hepimize dayatılan yokluk çelişkisi temelinde varlığını sürdürmeye devam ediyor. Dört bir yanımızda savaşların sürdüğü, toplumsal eşitsizliğin gün be gün arttığı, çalışma koşullarının alabildiğine ağırlaştığı, işsizliğin, yoksulluğun, baskıların ve militarizmin tırmanışa geçtiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu kokuşmuş sistemin yarattığı tüm bu koşullar altında, bugünü yarına taşıyacak olan gençler olarak gelecekten ne bekliyoruz?
Geldiğin noktada yerini belirleyebilmek, her gencin yaşadığı kritik bir dönemeçtir. Fiziksel olarak gösterdiğimiz değişiklik, duygu ve düşünce dünyamızda yaşayacağımız fırtınalı bir dönüşümün habercisidir. Peki bu dönüşümü belirleyen şey nedir? 14-15 yaşlarında başlayan lise dönemi ile bitmek bilmeyen bir sınav silsilesi başlar. Önce meslek liselerinden uzak tutulur gençlik. Okuyup unvan sahibi biri olmak varken neden işçi olasın ki? Meslek liseleri matematik ve fen dersleri yetersiz olan, üniversite kazanma şansı düşü olan, gelecekte “basit bir işçi” olacak öğrencilerin gittiği yer diye düşündürülür. Üniversiteyi kazanmaya endekslenmiş milyonlarca öğrenci dershanelere gönderilir, bir grup sınava tâbi tutulur. Sonuçlar açıklandığında, ailelerin “sizin çocuk kaç yıllık kazandı?”, “filancanın çocuğu 4 yıllık kazanmış” sözleri kulağa küpe edilir. Hangi bölümü kazandığın, nasıl okuyacağın, hangi parayla yurtta kalacağın veya eve çıkacağın telâşı başlar sonra. Bir yandan çalışırsın bir yandan okursun. Bulaşıkçılık, garsonluk, anketörlük derken, adı part-time olan, ama gerçekte 7-8 saat çalıştığın pek çok iş deneyimin olur. Keplerin havaya fırlatıldığı gün geldiğinde, yaş gelir 23-24’e. Bir süre sonra “filancanın çocukları” iş bulamaz, İngilizce kursuna gider. Memur olmak için sınava hazırlanır, dershaneye gider. Bilgisayar kursuna gider, ehliyet kursuna gider. Sen de o yarışın içine girip, iyi bir işe sahip olmak için maddi-manevi tüm gücünü kurslara vermeye başlarsın. Yaş gelmiştir 25-26’ya. On yıldır devam eden bu süreç, seni diplomalı bir işsize dönüştürmüştür artık. Kapitalistler bu on yılda işsizlik rakamlarını düşük tutmayı başarmış, seninle birlikte milyonlarca öğrenciyi akıl tutulmasına uğratmış, bilinçleri çarpıtmış, geleceğe dair kaygılı ve endişeli, otorite karşısında itaatkâr bir genç kuşak yaratmak için var güçleriyle çalışmıştır.
“Güçlü olanın hayatta kaldığı”, “her koyunun kendi bacağından asıldığı” bu düzenin, gençliği getirdiği vaziyet budur. Peki bu dönüşüm her genç için geçerli midir? Bu düzenin efendileri olan burjuva çocuklarının böyle bir kaygı duymasına elbette gerek yoktur. Çünkü onlar, tüm olanaklar ayaklarının altına serilmiş bir halde, istedikleri yerlerde okuma, istedikleri dili öğrenme hakkına sahip olan, babalarının fabrikalarının, koltuklarının varisi olan gençlerdir. Belki aynı üniversiteyi, aynı bölümü kazanmışsındır bu tuzukuruların bazılarıyla. Ancak sen 7-8 kişilik yurtlarda kalırken, harç parasını, kira parasını, faturaları, okul masraflarını çıkarmak için bir yandan çalışıp bir yandan okursun. Yetmez işçi annen-baban çalışır, didinir, mesailere kalır. O da yetmezse devletten faizle öğrenim kredisi alırsın, binlerce liraya senet imzalarsın. Ama egemen sınıfın gençleri, kirası senin birkaç aylık harçlığın kadar olan evlerde oturur, son model araçlarla okula gelir gider. Yabancı dil öğrenir, yurtdışında yüksek lisans yapar. Bu tuzukuru öğrencilerle üniversite kampuslarında mekânsal olarak bir birlikteliğin olması, çok çalıştığımızda bizim de o olanaklara sahip olacağımız anlamına hiç mi hiç gelmez.
Sistem sınıfsal çelişkilerin üzerine örterek, çok çalışıldığında, gerçekten hırslı ve azimli olunduğunda, maddi-manevi tüm gücünü harcadığında senin de iyi bir işe, güzel bir geleceğe sahip olabileceğinin propagandasını yapar. Ne var ki, kapitalizm sınıf farkını öylesine keskinleştirmiştir ki, ezici bir çoğunluk için “sınıf atlamak”, “paçayı kurtarmak” için girişilen tüm çabalar beyhudedir.
Peki başka bir dönüşüm mümkün müdür? Eşit, parasız, nitelikli bir eğitim almak, çalışmak, üretmek, hakkını almak emekçi çocuklarının en temel hakkıdır. Ancak en başta unutmamamız gereken bir şey var. Toplumu iki ana sınıfa ayıran kapitalizm altında, mücadele etmeden, bilinçli bir kavga vermeden hiçbir şey elde edemeyiz. Kapitalizm kendisini tehdit etmeyen bir gençlik istiyor. Biz de bu isteği kabullenirsek nasıl bir geleceğin bizi beklediği açık değil mi?
Hayatı var eden işçi sınıfının gençleri olarak, niteliksiz, eşitsiz, paralı bir eğitime boyun eğmemek için yolumuz işçi sınıfının yoludur. İşsizlik çamuruna saplanmamak için yolumuz işçi sınıfının yoludur. Bu sistemin ortaya çıkardığı tüm toplumsal sorunları ortadan kaldırabilecek tek güç örgütlü işçi sınıfı olduğu için, yolumuz işçi sınıfının yoludur. Sınıfsız bir toplum kurmak kapitalistlerin dediği gibi sadece bir hayalden ibaret değildir. Yeter ki gençliğimizin enerjisini, gücünü, mücadele hırsını, arzu ettiğimiz geleceği yaratacak olan örgütlü işçi sınıfının mücadelesine katalım.
link: Gebze’den MT okuru bir genç, Gençliğin Yolu İşçi Sınıfının Yoludur!, 13 Kasım 2014, https://marksist.net/node/3673
Okurlarımızdan: Ekim Devrimi Mücadelemizde Yaşıyor
Türkiye’de Çocuk İşçilik