Ölümü binlerce yurttaş arasında böylesine gerçek bir keder seline yol açan çok az –eğer varsa– başkan vardır, özellikle de on yıldan uzun bir süre hüküm sürmüşse. Hugo Rafael Chavez Frias’ın öldüğünün açıklanmasının hemen ardından, binlerce insan, kaybettikleri başkan için ağlayarak sokaklara döküldü.
1999 Şubatında (1992’de bir darbeci olarak başarısız olduktan sonra) ilk kez Venezuela başkanı olan Yarbay Chavez, çok yönlü reform programı –“Bolivarcı Devrim” olarak anılan– sayesinde milyonlarca yoksul Venezuelalının maddi yaşam koşullarını yükselterek gerçek bir farklılık yarattı.
Venezuela’nın geniş petrol zenginliği –bu gelirin neredeyse tamamına çok küçük bir azınlık tarafından el konulan diğer petrol zengini ülkelerin çoğundan farklı olarak– pek çok misyon yaratmak için kullanılarak, 14 yılda yoksulluk ve okuma-yazma bilmeme oranları çarpıcı bir şekilde düşürüldü ve işçilerin, yoksul ve sıradan Venezuelalıların sağlık ve yaşam koşulları iyileştirildi.
Kitlelerin ona sonraki üç başkanlık seçiminde de oy vermelerinin ve pek çok vesileyle, özellikle de Chavez’i koltuğundan indiren 2002’deki darbe sırasında, onu ve politikalarını desteklemek için sokaklara dökülmelerinin nedeni budur.
Chavez’in sicili
Chavez 1999’da seçildiği zaman, işgücünün %14,5’i işsizdi ve kişi başına milli gelir 4105 dolardı. 2009’a gelindiğinde işsizlik yaklaşık olarak yarıya inmişti (%7,6) ve kişi başına milli gelir iki kattan fazla artarak 11.404 dolara çıkmıştı! Ve bu, nüfusun 1999’da 23 milyon 867 binden 2009’da 28 milyon 583 bine önemli bir artış gösterdiği koşullarda gerçekleşti. Yoksulluk da azaldı: 1999’da %23,4 iken, 2011’de kayıtlı aşırı yoksulluk içindeki insan oranı %8,5’e düştü.
Çeşitli sosyal sorunları çözmeye çalışmak için misyonlar kurma politikası toplumda önemli bir etki yarattı. Örneğin bebek ölüm oranları şimdi 1999’dakinden daha düşüktür; 1999’da yeni doğan her 1000 bebekten 20’si ölürken, 2011’de bu oran her 1000 bebekten 13’e düşmüştür. Bu, Barrio Adentro Misyonu (sağlık), Mercal Misyonu (yiyecek dağıtımı) ve Habitat Misyonunun (konut) çalışmasının doğrudan bir sonucudur.
Robinson Misyonu yaklaşık 1,5 milyon yetişkinin okuma-yazma öğrenmesini sağladı. Hatta bazı yorumcular şu anda Venezuela’yı “okuma-yazma bilmeyenin kalmadığı” bir ülke olarak tanımlıyorlar.
Toplumun geniş bir çeşitlilik gösteren sorunlarına eğilmeye çalışan başka pek çok misyon bulunmaktadır. Bunlar, Venezuela’ya 2011’de 60 milyar dolar kazandıran (1999’da petrol gelirleri 14,4 milyar dolardı) petrol ihracatı patlaması sayesinde finanse edilmişlerdir.
Fakat Chavezciler bile bugünün Venezuela’sının yüz yüze kaldığı büyük sorunları göz ardı edememektedirler:
- %31,6 oranındaki enflasyon (1999’da %23,6 idi)
- Şiddet içeren suçlarda aşırı yükselme; 2012’de cinayet sayısı 16 binin üzerine çıkmıştır. Bir STK bu sayıyı yaklaşık 21.700 olarak vermektedir ki bu yüz binde 73’lük bir ulusal cinayet oranı anlamına gelmektedir ve kendi toprağında iki gerilla savaşı yaşanan Kolombiya’nın yüz binde 31’lik oranının iki katından fazladır!
Asıl önemlisi, Venezuela’nın ekonomik göstergeleri diğer Latin Amerika ülkeleriyle kıyaslandığında iyi görünmemektedir. Bu öncelikle kapitalistlerin (yerli ve yabancı) Venezuela’yı sermayelerini yatırmak için “istikrarlı” bir yer olarak görmemelerinden kaynaklanmaktadır! Ülkeye yabancı doğrudan yatırımların net girişi 2011’de milli gelirin %1,7’si iken, 1999’da bu oran %2,9 ile onun yaklaşık iki katıydı. Caracas Borsasındaki şirketlerin borsa kapitalizasyonu 1999’da milli gelirin %7,6’sı iken %1,6’ya inmiştir. Ayrıca, çoğu sanayi tahminlerine göre, Venezuela’nın petrol üretimi günlük 3,2 milyon varilden yaklaşık 2,5 milyon varile düşmüştür.
Para birimi bolivarın Şubatta %32 devalüasyona uğraması şüphesiz pek çok ekonomik göstergeyi işçilerin ve yoksulların zararına etkileyecektir. Daha 2011’de kişi başına milli gelir 10.801 dolara düşmüştü ve Latin Amerika’nın çoğu daha hızlı iyileşirken Venezuela iki yıl boyunca resesyonda kaldı. İşsizlik de 2010’da %8,6’ya yükseldi.
Bu karışık sonuçlar, yıllardır yüksek veya hatta rekor düzeyde seyreden petrol fiyatlarının sonucudur. Petrol fiyatlarının daha fazla dip yapması halinde “Bolivarcı Devrim”i ciddi bir tehlike beklemektedir.
“21. yüzyıl sosyalizmi”
Venezuela’da pek çok önemli ilerleme mevcutsa da, devrimci Marksistler için, heyecanla coşmamak ve 160 yıllık mücadelelerden edindiğimiz dersler temelinde Venezuela’daki durumun somut bir sınıfsal analizini yapabilmek önemlidir.
Gerçekte, Chavez’in sözünü ettiği “Bolivarcı Devrim” ve “21. yüzyıl sosyalizmi” asla bir reform programından daha fazla bir şey değildir. Kuşkusuz devrimci Marksistler işçilerin ve kitlelerin koşullarını iyileştiren reformlara karşı değildirler. Bununla birlikte bizim karşı olduğumuz şey reformizmdir. Biz, bir gün sosyalizme ulaşacağımız son noktaya erişeceğimiz ümidiyle kapitalizm altında koşulları reforme etme ve iyileştirme düşüncesine karşıyız. Bu reformist yaklaşım sosyalizmi devletleştirmeyle eşitlemektedir ve dolayısıyla bir ülke sanayide ne kadar çok devletleştirmeye giderse o kadar “sosyalist” olur!
Şu anda solun geniş bir kesimi, hatta belki de “Troçkist”lerin çoğunluğu arasında, ılımlı sol politikalardan radikal sol tutumlara ve dosdoğru Bolşevik-Leninist geleneğe kadar uzanan bir tür kopuşsuz sürekliliğin olduğuna dair sabit bir inanç var gibi gözükmektedir. Fakat bu “genelgeçer bilgi” tam bir yanılgıdır!
Programlarındaki tüm talepleri burjuva devleti yıktıktan sonra gerçekleştirmek isteyenlerle “sosyalizm”in bizzat burjuva toplum içinde bugünden başlayarak adım adım gerçekleştirilebilecek bir şey olduğunu düşünenler arasında keskin bir ayrım çizgisi (yani süreklilik değil) bulunuyor. “Sosyalizm”in toplumda bir cuadillo tarafından –mesele ne kadar iyi niyetli olduğu değil– yaratılabilecek bir şey olduğunu ve belli reformların ve sanayideki bazı devletleştirmelerin bir toplumda sosyalizmden söz edebileceğimiz anlamına geldiğini düşünen “Marksistler”, hareketimizin Paris Komünü zamanında öğrendiği temel derslerden, yani burjuva devleti parçalamaktan açıkça vazgeçiyorlar.
Şimdi, BBC TV’de geçenlerde aşağıdaki sözleri söyleyen bu kendinden menkul “Marksist” liderlerden birine bakalım:
Caracas’a gidip Chavez’le tanıştığından söz ettikten sonra, bay Alan Woods şunları söylüyor: “Başlangıçta Chavez kendini, bıraktık Marksist olarak, sosyalist olarak bile tanımlamıyordu. Devletleştirme diye bir mesele yoktu; bu konu programda vs. yoktu. Ben onun yavaş yavaş geliştiğini –kendi rolümü abartmak istemeksizin– düşünüyorum, bunda bir dizi faktör olduğunu düşünüyorum.”
Chavez başlangıçta devletleştirmeden söz etmedi, çünkü kafası araba farına yakalanan bir tavşandan bile daha karışıktı! Yahudi Soykırımını inkâr eden Norberto Ceresole’nin de dahil olduğu geniş çeşitlilikteki insanlara akıl danışıyordu! Doğrudur, “gelişti”.
Venezuela’nın yüz yüze kaldığı bazı sorunlar sorulduğunda bay Woods şöyle diyor:
“Sorunlar var, ciddi enflasyon sorunu, suç sorunu, ekonomide belirgin bir bozulma, fakat şunu söyleyebilirim ki, bunun nedeni onların ekonominin devletleştirilmesinde çok hızlı ve çok ileri gitmeleri değil, aksine yeterince hızlı ilerlememeleri ya da yeterince ileri gitmemeleridir.” BBC tarafından bir Marksist(!) olarak tanımlanan bay Woods, devletleştirmeyi açıkça fetişleştiriyor.
Ardından, eğer Marksizm yanıtsa o zaman Sovyetler Birliği’nin neden çöktüğü ve Çin’in neden devlet kapitalizmine sarıldığı soruluyor. Bay Woods şöyle diyor: “Mao Zedung’un Stalinist rejimini zerrece savunmak istemiyorum, yine de onun gösterdiği şey, Rusya’daki gibi, üretim araçlarını devletleştirerek Çin halkının en azından geçmişte asla yapmadığı bir şeyi gerçekleştirmesiydi.” Burada bir kez daha, devletleştirme sosyalizmle eşitlenmektedir! Üstelik bay Woods, SSCB’deki tüm devletleştirme bu uçsuz bucaksız tek ülkede sosyalizmin inşasına yardım edemediyse o zaman çok daha küçük bir ülkede tek başına sosyalizmin nasıl inşa edilebileceğini hiç anlamamış görünmektedir; mesele ne kadar çok ve hızlı devletleştirdiğiniz değildir!
[Alan Woods’la Röportaj, Daily Politics, 15 Şubat 2013.]
Kaçınılmaz olarak bay Woods, sosyalizm olmayan ama işçilerin kapitalistlerin sermayesi üzerindeki denetimi demek olan işçi denetiminden hiç söz etmiyor. İşçi denetimi, işçi yönetimine ve nihayetinde de toplumsallaşmış mülkiyete giden bir geçiş formudur.
Kuşkusuz bir kez burjuva devleti yıkmaktan vazgeçerseniz, o zaman proletaryanın devrimci öncü partisi de dahil olmak üzere onu yıkmak için yaşamsal önemde olan örgütlere de ihtiyacınız olmaz.
Dış politika yanlışları
Chavez’in bay Woods gibiler tarafından etkilenen iç politikası, tüm yetersizliklerine rağmen, onun en kötü yanlışlarını oluşturmamaktadır. “Bolivarcı hükümet”in en ciddi yanlışlarını işlediği alan dış politika alanıdır.
Çeşitli ülkelerle, özellikle de Saddam Hüseyin, Kaddafi, Esad vb. gibi diğer petrol üreticisi ülkelerin diktatörleriyle gereksiz derecede yakın diplomatik ve ticari ilişkilerin yanı sıra, Chavez hükümeti 2006’dan bu yana İran İslam Cumhuriyeti’yle de “kardeşçe” bir ilişki içindedir. Özellikle 2009 Temmuzundan bu yana, Chavez, Ahmedinecad’a ve İran’daki gösterilerin boğazlayıcılarına cömertçe destek vererek, işçi sınıfı karşıtı ve milliyetçi dünya görüşünün derinliğini göstermiştir.
Hatemi’nin “başkanlık” döneminden beri, İranlı işçi aktivistler ve sosyalistler, Chavez’e yazarak, onu İran’daki vahşi diktatörlüğün niteliği ve İran’ın onun rejiminden ne kadar farklı olduğu konusunda bilgilendirmişlerdir. 2004 Kasımında, İranlı İşçilerin Dayanışma Ağı (IWSN), Chavez’e, İranlı işçilerin temel sendikal ve diğer haklardan yoksun olduklarını vurgulayan kibar bir mektup yazdı. Bunu IRSL’nin Temmuz 2006’daki açık mektubu takip etti. Bu mektupta onun hükümetinin ve İran İslam Cumhuriyeti’nin temel politikaları karşılaştırılıyor ve rejimin 1978-79 devriminin ezilmesindeki rolü açıklanıyordu. O zamandan bu yana Chavez’in İran rejimiyle yakın ilişkisi hususunda sayısız açık mektup ve açıklama (genellikle devlet ziyaretleri vesilesiyle) oldu.
Temmuz 2006’da Chavez, Ortadoğu’nun en büyük otomobil ve araç fabrikası olan İran Hodro’yu ziyaret etti. İran Hodro işçileri Chavez hakkında pek çok olumlu şey duymuşlardı ve onunla kişisel olarak tanışmanın heyecanı içindeydiler. Bir ülkenin başkanının işçilerin elini sıkması ve hatta onları yanaklarından öpmesi işçilerde önce hoş bir şaşkınlık yarattı. Bu devrimci lidere fabrikamıza hoşgeldin diyerek, onun onuruna bir açıklama okumaya kalkıştılar. Fakat onu okuyamadan önce, Chavez, ondan kardeşim diye söz edip, İran rejimini devrimci bir hükümet vb. olarak tanımlayarak Ahmedinecad’ı övmeye başladı. Bu yaptığıyla işçileri iğrendirdi ve işçiler açıklamayı yırtıp salonu terk ettiler.
2009 Temmuzunda, yüzlerce İranlı genç ve kadın sokaklarda öldürülürken ya da rejimin zindanlarında yok edilirken, Chavez Ahmedinecad’ı “seçim” zaferinden dolayı tebrik ederek yine gerçek rengini gösterdi. Chavez İran’daki kitle protestolarının vahşice ezilmesi gereken emperyalist komplonun bir parçası olduğuna inanıyordu!
Nicolas Maduro yeni başkan olsun ya da olmasın, Venezuela toplumunun temel sorunları devam edecek ve ağırlaşacaktır. Devrimci Marksistler için, Chavez’in iktidardaki 14 yılı, uzun bir heba edilmiş fırsatlar dizisidir. Chavez ölmüştür, ama geriye ne bir devrimci parti, ne bir devrimci program, ne de devrimci bir uluslararası perspektif kalmıştır.
[Bu yazının İngilizce metni için: Did Chavez leave a "socialist" legacy?]
link: Murad Şirin, Chavez Geride Sosyalist Bir “Miras” mı Bıraktı?, 6 Mart 2013, https://marksist.net/node/3208
Üniversitelerde AKP Düzeni
Arap Halkları Gerçek Devrimlerini Bekliyor