Tarih 19 Aralık 2000. Gece sabaha dönmeye hazırlanırken, 20 cezaevinde birden demir kapılar açıldı, duvarlar delindi. Koğuşlar, maltalar, havalandırmalar, kurşun ve patlayan bomba sesleriyle sarsıldı. Göz gözü görmez oldu dört duvar içinde. Asker, polis, gardiyan, silah, bomba bir tarafta, kadın ve erkek devrimci tutsaklar bir taraftaydı. Saldırı bir tarafta, isyan bir taraftaydı. Devrimcilerin bedenlerine coplar iniyor, kurşunlar saplanıyordu. Bombalar o güçlü yüreklerin bedenlerini eritiyor, derilerini saçak saçak sarkıtıyordu.
20 ayrı cezaevinde, dört duvar arasında bulunan birkaç bin tutsağın üzerine 12 jandarma taburu, 41 bölük, 10 bin asker, binlerce polis ve gardiyan salındı. Yüzlerce insanın öleceğini bile bile bu saldırının adına “Hayata Dönüş Operasyonu” demekten çekinmeyen katliamcı devlet, çetelesine yeni bir katliam daha ekledi. Gecenin karanlığında katledilen kadın ve erkekler, mücadeleci emekçilerdi, devrimcilerdi. Onlar siyasi tutuklu ve hükümlülerdi.
Tecrit örgütlü bir insan için en büyük ceza idi. Katliamcı devlet bunu çok iyi biliyordu. Devletin bildiği bir şey daha vardı. Devrimciler F tipi cezaevlerine karşı direnecek, teslim olmayacaklardı. Günler, haftalar öncesinden kara bir propaganda başlatıldı. Örgütlü insanlar karalandı. Örgütlü olmak demek iradeni kaybetmek, cezaevine düşmek ve böylesi vahşi bir katliamda ölmeyi hak etmek demekti devletin propagandasına göre. Bu yüzden katliam saniye saniye kameralarla kaydedildi ve televizyonlar döne döne o görüntüleri yayınladılar. Örgütlü olmak dehşet verici bir şeymiş gibi kazındı bilinçsiz kitlelerin beynine. Oysa tutsak devrimciler her yerde ve her koşulda örgütlü olabilmek ve davranabilmek için her şeyi göze aldılar. Saldırıya boyun eğmediler, direndiler.
Örgütlü yaşamak insana özgüdür, insani bir ihtiyaçtır. Alınteriyle ve elleriyle yaratan işçilerin ihtiyacıdır örgütlülük. İşçilerin iradesini yansıtan, bilincini billurlaştıran, gücünü birleştiren bir örgütlenme yaşamın herkes için güzel, herkes için anlamlı, herkes için vazgeçilmez olmasını sağlar. Örgütlü yaşamak kendini çaresiz ve yalnız hissetmemektir. Karşı koyabilmektir zalimin zulmüne. Gücünü sömürücülerin tepesine inen bir yumruğa dönüştürebilmektir. Ekmek daha sıcak, yüzler daha güleç, yürekler daha huzurlu, eller daha yaratıcı olur birlik olursa işçiler.
Devlet, işte bu gerçekleri unutturmak için saldırdı devrimcilere. İşçiler birleşik ve güçlü bir kitle değil, parça parça yığınlar halinde yaşasınlar diye. Cezaevi içinde F tipi hücreler, işçilere önderlik etmek isteyenler için hazırlandı. Ama cezaevi dışındaki hücreler de ihmal edilmedi. İşçiler aynı tezgâhların başında önce uzun işgünlerini, sonra ömürlerini tüketsinler diye fabrikalara hapsedildiler. Yetmedi kara kutunun sürekli değişen görüntüleri arasında hayat, kuponların arasında umut ışığı aramaya itildiler. Sömürücüler, hizmetkârlarıyla elele yaşamı çirkinleştirdiler.
Oysa yaşam güzeldir örgütlüyse ve güzel şeyler için bedel ödemeyi bilmek gerekir. Bazen bu bedel çok büyük olabilir ama asla kazanılacak olan insanca yaşama duygusunun görkemi kadar değil. Devrimciler de işte bu gerçekleri bilir.
Tarih egemenlerin katliamları ve zalimlikleriyle dolu. Ama hiçbir zalimlik isyanı ortadan kaldıramamıştır. Kurtuluşun zor olması kurtuluş ümidini hiçbir zaman yok edememiştir. Devrimciler ölür, işçi sınıfının gerçek önderleri ölür, işçi sınıfıyla kurdukları bağlar zaman zaman solar, ama asla kopmaz. Mirasları asla yok olmaz, insanlığın hafızasından çıkmaz. Karanlıkları yırtan güneş gibi yeniden ve yeniden yükselir. Zalimler bu güneşi yok etmeyi hep denediler ve deneyecekler; ta ki kendileri yok olana dek!
link: Gebze’den bir MT okuru, Örgütlüysek Her Şeyiz, Her Şey!, 1 Aralık 2010, https://marksist.net/node/2542
Öğrenci Eylemleri ve Düzen Güçleri
“Hayata Dönüş” Katliamını Unutmadık