Kapitalizm var olduğu günden beri burjuvalar polisiyle, ordusuyla yepyeni bir dünya yaratmak isteyen devrimcilere, işçilere her fırsatta saldırmıştır. Son yıllarda devrimcilerin bedenlerini yok etmek yetmezmiş gibi, hapishanelerdeki devrimci tutsakların fikirlerini de yok etmek, teslim almak için dünyanın birçok yerinde tek hücreli tecrit sistemine geçilmiştir. Yaşadığımız bu topraklarda da, büyük bir operasyon sonucunda insanların F tipi cezaevlerine, tabutluklara gönderilmesinin üzerinden uzun bir zaman geçmedi.
Bundan tam 8 yıl önce 19 Aralık 2000’de cezaevindeki devrimcilere “Hayata Dönüş Operasyonu” adı altında bir katliam uygulandı. Amaç hayata döndürmek değil bilakis bu hayattan koparmak ve onları öldürmekti!
Devrimcilere karşı yapılan bu operasyon cezaevlerinde ilk değildi. 1980 döneminde cezaevlerinde birçok devrimci işkencede öldürülmüştür. 1980’den 2000’lere uzanan süreçte, 1995’te Buca Cezaevindeki, 1996’da Ümraniye ve Diyarbakır Cezaevlerindeki devrimci tutsaklara saldırarak ve 1999’da Ulucanlar Cezaevinde 10 devrimciyi katlederek saldırılarına devam etmiştir burjuva devlet. Ancak 19 Aralık 2000’de bu saldırıların en büyüğü, en kanlısı gerçekleştirildi. Amaç devrimcileri bölmek, kolektif yaşamlarını ortadan kaldırmak, iradelerini kontrol altına almak, onları yavaş yavaş yok etmekti. Cezaevlerinde koğuş sistemi kaldırılıp F tipi hücre sistemine geçilmek isteniyordu. F tipi cezaevleri insanın hayatla ilişkini kopartan bir tecrit sistemi olduğu için devrimcileri buralarda yok etmek burjuvazinin elbette ki en çok istediği şeydi.
F tipine direnen devrimci tutsaklara desteği azaltmak için, medyanın da yardımıyla, cezaevlerinde devletin kontrolünün zayıfladığını, buraların yasadışı örgütlerin karargâhları haline geldiğini, eğitim kamplarına çevrildiğini, bu sorunların koğuş sisteminden kaynaklandığını iddia ettiler. Çözümün hücre tipi cezaevlerinde olduğuna halk inandırılmaya çalışılarak, hedef tahtasına devrimciler oturtuldu. Kamuoyunu inandırmak için, F tiplerine güzellemeler düzülerek Avrupa’daki F tipleri de örnek gösterildi. Ama biz biliyoruz ki Avrupa’daki nice ETA militanı, IRA militanı bu F tiplerinde tecrit edilmiş, adeta yaşarken ölüme mahkûm edilmiştir.
Bu insanlık dışı uygulamaya karşı direnen tüm devrimci tutsaklar 20 Ekimde açlık grevine başladılar. 19 Kasımda bedenlerini ölüm orucuna yatırdılar. 19 Aralıkta sabaha karşı 20 hapishanede eş zamanlı başlayan katliamda pencerelerden bombalar atılıyor, silahlar patlıyordu. Öldürücü dozda gaz bombası kullanılmış, kimyasal maddeler kullanılarak insanlar diri diri yakılmıştı. 4 gün süren operasyonda devlet ordusuyla, polisiyle, gaz bombasıyla, silahıyla 30 devrimciyi katletmiştir. Katledemediği yüzlercesini, yananları, sakat kalanları F tipine göndermiştir. O günden bu yana 122 devrimci ölüm oruçlarında yaşamını yitirmiş, yüzlercesi sakat kalmıştır. Bu saldırı sonunda da burjuvazi F tiplerini hayata geçirmiştir.
Sadece yaşadığımız bu topraklarda değil dünyanın birçok yerinde biz işçileri, emekçileri savaşlarla, krizle, işsizlikle, açlıkla, yoksullukla karşı karşıya bırakan burjuvazi, kendini tehdit altında gördüğü her noktada gözünü hiç kırpmadan bizleri katlediyor. İster Iraklı, ister Kürt, ister Alevi, ister siyah, ister Filistinli, ister Asyalı, Afrikalı olsun, işçiler-emekçiler olarak bu sömürü düzeniyle mücadele etmediğimizde sonumuz hiç değişmiyor. Açlık, yokluk içinde başımıza bombalar yağıyor, yüreklerimizdeki acılar bitmiyor. Bu karanlığı yırtacak, bunu değiştirecek tek güç ise yine biz işçileriz. Savaşların, açlığın, yokluğun olmadığı sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için devrimci mücadele safında yer almalı, örgütlü mücadelemizle kapitalizmi tarihin karanlığına gömmeliyiz.
link: Kadıköy’den bir eğitim işçisi, 19 Aralık Katliamını Unutmadık!, 20 Aralık 2008, https://marksist.net/node/1960
Yunanistan’da Tutuşan İsyan Ateşi