Geçtiğimiz haftalarda, yaşayan insanların doğal sonu olan ve biz işçilerin çalışma hayatında gün be gün riskini yaşadığımız bir ölüm olayı ile sarsıldı ülkemiz.
Merhumun ülkemizin ekonomik ve siyasal hayatında önemli bir kişi olması nedeniyle yansımaları da farklı oldu tabi ki… Önce merhuma devlet töreni düzenlenmesi kararlaştırıldı. Sonra tüm işçiler cenazeye katıldı, dualar okundu, uzun kuyruklar oluşturuldu. Çünkü tüm insanların derin sevgi ve saygı besledikleri müstesna bir işadamıydı merhum. Çalıştığım işyerindeki işçi arkadaşlarıma göre o, “halktan biri yani bizden biriydi, diğerleri gibi burnu havada değildi, hayırsever yardımsever, cömert bir halk insanıydı, kaç zengin vardı ki böyle bizim gibi konuşan, bize yakın…”
Tüm bu söylenenler Nazım ustanın şu satırlarını getirdi hemen aklıma;
İnsanlar, ah benim insanlarım, yalanla besliyorlar seni
Halbuki açsın, etle ekmekle beslenmeye muhtaçsın
Beyaz bir sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya
Göçüp gidersin bu her dalı yemiş dolu dünyadan
Ne kadar haklı Nazım usta! Tüm yaşadıklarımıza rağmen o kadar duygusal, o kadar insancılız ki, işçi sınıfı olarak bir burjuvayı bile bir işçi kardeşimizmiş gibi uğurluyoruz. Hangi burjuva ölen işçilerin ardından gözyaşı döker, onlar dökse dökse kaybettikleri paranın ardından gözyaşı dökerler. Halbuki onlar bizim sınıf düşmanımız, onlar bembeyaz sofralarda doyasıya yemek yerken biz açız; işgüçlerini sömürdükleri hizmetçiler, aşçılar onlara hizmet ederken biz yorgun argın eve gelir çocuklarımızı bile sevemeden sızar kalırız; onlar sıcacık evinde lüks içinde yaşarken biz karda kışta, rutubetli sağlıksız evlerde çürürüz; onlar kokteyllerde espriler yapıp bizden biri gibi kendilerini halka sevdirirken biz kan ter içinde onların cebine girecek kâr için çalışırız.
Kim sağlıyor bu hayatı onlara bilmiyor muyuz? BİZ İŞÇİLER! Bizim emeğimizin, bizim kanımızın üstünde yaşıyorlar, bizden çaldıklarını yine bize “hayır” yapıyorlar. Onları lüks için de yaşatan yine biziz, üstelik kendi yaşamımız pahasına. Kimin umurunda her gün iş kazalarında, açlıktan, soğuktan ölen işçiler, kimin umurunda sözleşmesinde iyi zam alamamış işçiler, kimin umurunda grevi “ulusal güvenlik” nedeniyle ertelenmiş işçiler! Cenaze için kararlaştırılan devlet töreni bile devletin kimin devleti olduğunu göstermektedir. Tüm bunların sorumlusu olan kapitalist düzen ve bu sistemin egemen sınıfı kapitalistler sınıfıyken, biz işçilerin ihtiyacı olan şey ölen burjuvaların ardından göz yaşı dökmek olamaz. Bizim ihtiyacımız olan şey ancak sınıf bilinciyle donanmak, tüm bu yalan dolanlara, burjuva demagojilere karşı uyanık olmak, sınıf kiniyle bilenmek, bir bütün olarak bu asalaklar sınıfının, bu sömürücü sınıfın yüzyıllardır işçi sınıfına çektirdiklerinin bedelini ödetmek için örgütlenip mücadeleye katılmaktır. İşçilerin tek kurtuluş yolu kapitalizmi ve onun sınıflı toplumunu yıkmaktır!
link: İstanbul’dan MT okuru bir işçi, Bir Büyük Burjuvanın Ölümü, 25 Nisan 2004, https://marksist.net/node/166
“Tek Bir Ordu, Tek Bir Bayrak, Tek Bir Hedef”
Kapitalizm ve Eğitim