25 Eylül 1937
İşçi sınıfının örgütleri de dahil, barış örgütleri denen örgütler savaşa en küçük bir engel bile oluşturmazlar. Komintern tarafından organize edilen sayısız barış konferansları, en küçük bir etkiye bile sahip olmayan sırf teatral teşebbüslerdir; savaş zamanında tüm bu barış önderleri, tüm bu dindar ve insancıl hanımefendi ve beyefendiler, tıpkı 1914-1918’de yaptıkları gibi yüzlerini kendi hükümetlerine döneceklerdir, elbette ki savaşta onları desteklemek için.
Bugün savaşın patlak vermesini engelleyen yegâne politik faktör, hükümetlerin toplumsal bir devrimden duyduğu korkudur. Hitler bunu defalarca belirtti. Bunun mantıksal sonuçlarını görmeliyiz: İşçi sınıfı ne kadar devrimciyse, egemen emperyalist sınıflara ne kadar karşı çıkarsa, bu emperyalistlerin dünyanın silahlı güçler aracılığıyla yeniden bölüşümü planlarını gerçekleştirmesi o kadar engellenmiş olur.
Aynı zamanda, emperyalist ülkelerle geri ülkeleri, sömürge ve yarı-sömürge ülkeleri birbirinden dikkatlice ayırmak zorundayız. İşçi sınıfı örgütlerinin bu iki gruba giren ülkelerdeki ve bizzat bu ülkelere dönük tutumu aynı olamaz. Çin ve Japonya arasındaki mevcut savaş bunun klasik bir örneğidir. Bu savaşın, Japonya tarafında, bir yağma savaşı, Çin tarafında ise bir ulusal savunma savaşı olduğu kesinlikle su götürmez bir gerçektir. Ancak Japon emperyalizminin bilinçli ve bilinçsiz ajanları her iki ülkeyi de aynı düzleme koyabilirler.
Bu nedenle, Çin-Japon Savaşı karşısında, kendilerinin tüm savaşlara, her türlü savaşa karşı olduğunu ilân edenlere, ancak acıyarak ya da nefretle bakabiliriz. Savaş daha şimdiden bir gerçektir. İşçi sınıfı hareketi, köleleştirmek isteyenlerle köleleşenler arasındaki mücadelede tarafsız kalamaz. Çin’deki, Japonya’daki ve tüm dünyadaki işçi sınıfı hareketi tüm gücüyle Japon emperyalist eşkıyalarına karşı koymalı ve Çin halkını ve onun ordusunu desteklemelidir.
Bu, Çin hükümetine ve Çan Kay-şek’e kör bir güveni hiçbir şekilde gerektirmez. Geçmişte ve herşeyden önce 1925-27’de, general Çan, yabancı emperyalizmin ajanları olan Kuzeyin Çinli generallerine karşı yürüttüğü askeri mücadelede de işçi sınıfı örgütlerine muhtaçtı. Sonunda, 1927-28’de kendi silahlı güçleriyle işçi sınıfı örgütlerini ezip geçti. Komintern’in ölümcül politikalarının sonucu olan bu deneyimden dersler çıkarmalıyız. İşçi sınıfı örgütleri Japon işgaline karşı meşru ve ilerici ulusal savaşa katılırken, Çan Kay-şek hükümetinden tam politik bağımsızlıklarını korumak zorundadırlar. Çin Komünist Partisi tıpkı 1924-25’teki gibi, Çin işçi sınıfı hareketini bir kez daha politik olarak Çan Kay-şek’e ve Kuomintang’a teslim etmek için şiddetli bir çaba gösteriyor. Bu haydi haydi korkunç bir suçtur çünkü ikinci kez işlenmektedir.[182]
Aynı zamanda, çözüm, işçi sınıfı örgütlerinin “tüm savaşlara karşı olduğunu” açıklamasında ve kendi ordularının yavaş yavaş pasif bir ihanet tutumuna sürüklemesinde değil, savaşa katılmasında, Çin halkına maddi ve manevi yardımda bulunmasında ve bunlarla eş zamanlı olarak köylü ve işçi kitleleri Kuomintang’dan ve onun hükümetinden tam bağımsızlık ruhuyla eğitmesinde yatmaktadır. Çan Kay-şek’i bir savaş yürüttüğü için eleştirmeyiz. Hayır. Onu, bu savaşı kötü bir şekilde, yeterli enerjiyi göstermeksizin, halka ve bilhassa da işçilere güvenmeksizin yürüttüğü için eleştiririz.
Bu berbat çatışmada Çin’e ve Japonya’ya karşı aynı tutumu takınan bir pasifist, lokavtı grevle özdeşleştirmeye çalışan birine benzer. İşçi sınıfı hareketi sömürücülerin lokavtına karşıdır ama sömürülenlerin grevinden yanadır. Dahası grevler de, genellikle grev sırasında işçi sınıfı hareketine ihanet edebilecek sahtekarlarca yönetilirler. Ama bu, işçiler açısından greve katılmayı reddetmenin bir gerekçesi değil tersine, işçi kitlelerini, önderliğin ihanetine ve kusurlarına karşı seferber etmenin gerekçesidir. Genellikle, bir grev esnasında ya da grevden sonra örgütlü kitleler, kendi önderliklerini değiştirirler. Bu bal gibi Çin’de de gerçekleşebilir. Ama bu değişiklik, ancak Çin ve uluslararası işçi sınıfı örgütleri Japonya’ya karşı Çin’i desteklerse, halkın lehine olabilir.
[181] Bu makale Roger Devlin adlı bir gazetecinin sorunlarına verilen yanıttır.
[182] ÇKP ile Çan Kay-şek arasındaki yakınlaşma Aralık 1936’daki Sian Olayı ile birlikte başladı. Mançurya Kuomintangı kendi topraklarını işgal eden Japonya’ya karşı savaşmakta mırın kırın eden Çan Kay-şek’e kızıp onu tutuklamış, ÇKP de Çan’ın serbest bırakılması için araya girmişti. 10 Şubat 1937’de Çan’a gönderdiği bir telgrafta ÇKP, toprak reformunu durdurmaya, KMT’yi yıkma çabalarına son vermeye, Yenan civarında elinde tuttuğu toprakları reorganize etmeye, kendi birliklerini KMT komutası altına sokmaya ve savaş boyunca Çan Kay-şek’in politik önderliğini bütünüyle kabullenmeye hazır olduğunu bildirmişti. KMT, bu uzlaşmayı, savaşın ciddi boyutlarla başladığı 1937’nin sonlarında kabul etti. 1938’de, Çou En-lai büyük gösterilerle KMT’ye yeniden katıldı ve Askeri Konseyin politik eğitim kurulunun yardımcı bakanlığına atandı.
link: Lev Troçki, Pasifizm ve Çin, 25 Eylül 1937, https://marksist.net/node/1461