8 Ocak 1931
Sevgili Yoldaşlar;
Geçtiğimiz birkaç ay boyunca sizlerden oldukça fazla sayıda İngilizce, Fransızca ve Rusça belge ve mektup aldım ve bir o kadar da Çince basılmış Muhalefet yayını. Hastalığımı takiben içine girdiğim yoğun çalışma beni sizlere hemen bir yanıt vermekten alıkoydu. Son günlerde, ortaya attığınız soruları yanıtlayabilmek için elime geçen tüm belgeleri –maalesef Çince olanlar hariç– dikkatlice inceledim.
Daha baştan şunu söylemeliyim ki, yeni belgeleri incelemekle sonuçta, birleşme yoluna girmiş bulunan çeşitli gruplar arasında ilkesel olarak hiçbir farklılık olmadığına kanaat getirdim. Taktiklerde nüanslar söz konusudur, ki bunlar gelecekte, olayların gidişatına bağlı olarak belki farklılıklar şeklinde gelişebilirler. Ne var ki, bu fikir ayrılıklarının kaçınılmaz biçimde önceki gruplaşmaların çizgisine denk düşeceğini varsaymak için hiçbir neden yoktur. Aşağıda, tartışmalı ya da yarı tartışmalı sorunları buradan gördüğüm şekliyle analiz etmeye çalışacağım.
1. Komünist Partinin Kuomintang’a girişi daha en baştan bir hataydı. Bunun –şu ya da bu belgede– açıkça ifade edilmesi gerektiğine inanıyorum, bilhassa bu hususta Rus Muhalefeti büyük ölçüde bu suça ortak olduğundan ötürü. Grubumuz (1923 Muhalefeti), Radek ve onun en yakın birkaç dostu hariç, daha en başında Komünist Partinin Kuomintang’a girmesine ve Kuomintang’ın da Komintern’e kabul edilmesine karşı idi. Zinovyevciler buna ters bir tutum takınmışlardı. Radek, kullandığı oyla, Zinovyevcileri Muhalefet merkezinde çoğunluk haline getirdi. Preobrajenski ve Pyatakov bu sorun yüzünden Zinovyevcilerle kurduğumuz bloğu parçalamamak gerektiğini düşünüyorlardı. Sonuç olarak, Birleşik Muhalefet bu sorunda iki anlama da gelebilen bir tutum takınmış ve bu tutum, bir dizi belgeye, hatta Muhalefet platformuna bile yansımıştır.[148] Şu da not edilmeye değer ki, bu sorunda Zinovyevciler ya da uzlaşmacı bir tutumu benimseyen Rus Muhaliflerinin hepsi teslim olmuşlardır. Diğer taraftan, bugün hapishanelerde ya da sürgünde olan yoldaşların hepsi daha en başından itibaren Komünist Partinin Kuomintang’a girmesine karşı idiler. Bu da ilkeli bir tutumun gücünü gösterir!
2. Proletaryanın ve yoksulların diktatörlüğü sloganı, proletarya diktatörlüğü sloganıyla çelişmez, tersine onu yalnızca tamamlar ve halkın gözünde daha anlaşılır kılar. Çin’de proletarya yalnızca küçük bir azınlıktır. Bir güç haline ancak etrafında çoğunluğu, yani kent ve kır yoksullarını birleştirmekle gelebilir. Bu düşünce aslında proletaryanın ve yoksulların diktatörlüğü sloganıyla dile getirilmektedir. Tabiatıyla, platformda ve programatik makalelerde açıkça ve ayırt edici bir biçimde, önderlik rolünün, yoksulların bir rehberi, bir öğretmeni, bir muhafızı gibi davranan proletaryanın elinde yoğunlaştığına işaret etmek zorundayız. Ne var ki, ajitasyonda proletaryanın ve yoksulların diktatörlüğü kavramını kısa bir slogan olarak kullanmak tümüyle doğrudur. Bu şekliyle, bu sloganın “proletaryanın ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü” sloganıyla hiçbir ortak yanı yoktur.
Çen Tu-ziu ve diğerlerinin imzasını taşıyan uzun bir belgede (15 Aralık 1929) sorun şu şekilde formüle edilmiştir:
Çin’de burjuva-demokratik devrimin görevleri (ulusal bağımsızlık, devletin birliği ve tarım devrimi) ancak, kent ve kır yoksullarıyla onların önderi olarak kurduğu ittifak içinde Çin proletaryasının politik iktidarı ele geçirmesi koşuluyla çözüme bağlanabilir. Diğer bir deyişle, Çin’de burjuva-demokratik devrimin sonucu ve zaferi ancak Rus yoluyla, yani bir Çin Ekimi yoluyla başarılabilir.[149]
Bu formülasyonun bütünüyle doğru olduğuna ve her türlü yanlış anlama olasılığını dışladığına inanıyorum.
3. Çin devriminin karakteri sorununda Komintern önderliği bir açmaza girmiştir. Olayların deneyimi ve Sol Muhalefetin eleştirileri “demokratik diktatörlük” fikrini bütünüyle yerle bir etmiştir. Ne var ki, eğer bu formül bir tarafa bırakılırsa, sürekli devrim teorisine dönmek dışında başka hiçbir çıkış yolu kalmaz. Komintern’in acınası “teorisyenleri” bu iki teori arasında kaldılar, tıpkı Buridanın eşeğinin o hiç de gıpta edilmeyecek durumda kalması gibi.[150] Manuilski’nin kaleme aldığı Ekim devriminin yıldönümü makalesi (Pravda, 7 Kasım 1930) bu konudaki en son keşiftir. Bundan daha aşağılık bir körlük, kretenizm ve hainlik düşünülemez. Stalinist bürokratların Buridancı teorisi Biulleten Oppozitsii’nin son sayısında analiz edilmişti (no.17-18).[151] Bu temel sorunda, tüm belgelerinizin de gösterdiği gibi sizlerle en küçük bir farklılığımız hiçbir şekilde mevcut değildir.
4. Bazı mektuplarda, birtakım grupların ya da tek tek yoldaşların Çin “Kızıl Ordusu”na ilişkin olarak onları eşkıya çetelerine benzeten yanlış bir tutum takındığından şikayet ediliyor. Eğer bu doğruysa, buna derhal bir son verilmelidir. Şüphesiz, lümpen proleter unsurlar ve profesyonel eşkıyalar da devrimci köylü birliklerine katılmaktadırlar. Ama yine de bir bütün olarak bu hareket, Çin kırsal koşullarının derinlerinden kaynaklanan bir pınardan çıkıp gelmektedir ve bu kaynaklar, daha sonrasında proletarya diktatörlüğünün de kendisini ondan beslemek zorunda kalacağı aynı kaynaklardır. Stalinistlerin bu birliklere ilişkin politikası câniyane bir bürokratik maceracılık politikasıdır. Bu politika acımasızca teşhir edilmelidir. Partizan birliklerinin militanlarının ya da önderlerinin yanılsamalarını paylaşmıyoruz ve bu yanılsamaları kuvvetlendirmeyiz. Onlara, bir proleter devrim olmaksızın ve işçiler iktidarı ele geçirmeksizin, köylülüğün partizan birliklerinin mücadeleyi zafere taşıyamayacağını izah etmek zorundayız. Ne var ki, bu aydınlatma faaliyetini gerçek dostlar olarak yürütmeliyiz, tarafsız seyirciler olarak ve hele ki düşmanlar olarak değil. Kendi yöntemlerimizi ve görevlerimizi bir tarafa bırakmaksızın, Kuomintang’ın baskılarına ve burjuva iftira ve zulümlerine karşı bu birlikleri ısrarla ve cesur bir biçimde savunmak zorundayız. Bu birliklerin muazzam semptomatik anlamını izah etmek zorundayız. Doğaldır ki, kendi güçlerimizi partizan mücadelesi içine sokamayız, şu anda farklı çabalarımız ve farklı görevlerimiz var. Yine de, bu birliklerin kaderini paylaşacak, bu birliklerle köylülük arasındaki ilişkileri dikkatlice gözlemleyecek ve Sol Muhalefeti bilgilendirecek Muhaliflerin olması, en azından “Kızıl Ordu”nun en büyük bölüklerinde kendi insanlarımızın da olması arzu edilir bir şeydir.
Devrimin gecikmesi durumunda, Çin’de yeni bir ekonomik canlanma ve parlamenter eğilimlerin gelişmesi durumunda (tüm bunlar karşılıklı olarak birbirine bağlıdır), bu birlikler yoksul köylülükle çelişki içine düşerek kaçınılmaz olarak yozlaşacaktır. Bu nedenle kendi tutumumuzu gerektiği gibi ayarlayabilmek için bizim açımızdan gözümüzün bu birliklerin üstünde olması haydi haydi gerekli bir şeydir.
5. Birkaç mektupta ulusal meclis sorunu yeniden ama farklı bir bağlamda gündeme getirilmiş. Ulusal bir meclisin toplanıp toplanmayacağı, ulusal meclis ile sovyetler arasındaki ilişkinin hangi biçimlerde gelişebileceği vb. gibi tahminlerin arkasında siyasi görevlerimiz sorunu yitip gitmiştir. Bu tip spekülasyonlarla uğraşmak politik skolastizmin düşünme tarzıdır. Bu nedenledir ki, meselâ, şu tip şeyleri okuyabiliyoruz:
İnanıyoruz ki, ulusal meclis büyük ihtimalle gerçekleşmeyecektir. Eğer gerçekleşse bile kendisini “geçici hükümet”e dönüştüremeyecektir, çünkü tüm maddi güçler Kuomintang militaristlerinin ellerinde toplanmış durumdadır. Bir ayaklanmadan sonra örgütlenecek hükümete gelince, böyle bir hükümet hiç kuşkusuz proletarya diktatörlüğünün hükümeti olacak ve bu durumda da ulusal bir meclis toplamayacaktır.
Bu varsayım son derece yetersiz ve tek yanlıdır ve bu nedenle de yanlış anlamalara ve hatalara oldukça açıktır.
(a) İlkin, bizzat burjuva sınıfların ulusal meclis benzeri bir şey toplamak zorunda kalabileceği ihtimalini dışlamamak zorundayız. Eğer Avrupa gazetelerinin haberleri doğruysa, Çan Kay-şek, bugün kendisini sınırlayan Kuomintang üzerindeki denetiminin yerine bir çeşit sahte parlamento üzerindeki denetimi geçirme fikrine sıcak bakmaktadır. İnsanı çileden çıkaran bir parti diktatörlüğü olarak karşılarına çıkan şeyle ihtilâf içine düşen büyük ve orta burjuvazinin belli çevreleri bu tip bir projeye taraftar olabilirler. Bir “parlamento” aynı zamanda Amerikan kamuoyunun gözünde de askeri diktatörlük için daha iyi bir örtü görevi görürdü. Gazetelerin bildirdiği gibi, Çan Kay-şek, Wall Street’teki Yahudi bankerlerin gözündeki kredibilitesini arttırabileceğine dair hiç de boş olmayan bir inançla Amerikan Hıristiyanlığını benimsemiştir; Amerikan Hıristiyanlığı, Amerikalı Yahudi tefeciler ve bir Çin sözde parlamentosu –tüm bunlar birbirleriyle fevkalâde uyum içerisindedirler.
Parlamenter bir varyant durumunda, kent küçük-burjuvazisi, aydınlar, öğrenciler, “Üçüncü Parti”, hepsi harekete geçeceklerdir. Anayasa, genel oy hakkı ve parlamentarizm sorunları gündeme gelecektir. Çin halk kitlelerinin tüm bunları geride bıraktığını iddia etmek saçma olurdu. Bugüne kadar, bu kitleler yalnızca tüm okulların en aşağılığı olan Stalin-Çan Kay-şek okulundan geçtiler. Demokrasinin sorunları kaçınılmaz olarak belli bir dönem boyunca yalnızca köylülüğün değil işçilerin de tüm dikkatlerini üstüne çekecektir. Bu bizim önderliğimiz altında gerçekleşmelidir.
Çan Kay-şek kendi parlamentosunu toplayacak mı? Gayet mümkündür. Ama anayasal-demokratik hareketin Çan Kay-şek’in planladığı sınırların ötesine geçmesi de olasıdır ve bu durum onu bugün arzuladığından daha ileri gitmeye mecbur bırakır. Gelişecek hareketin tüm planlarıyla birlikte Çan Kay-şek’i bir kenara fırlatıp atması bile mümkündür. Anayasal-parlamenter varyantlar ne olursa olsun, tarafsız kalmayacağız. Mücadeleye kendi sloganlarımızla katılacağız; herşeyden önce de devrimci ve tutarlı (“yüzde 100”) demokrasi sloganlarımızla. Eğer devrimci dalga derhal Çan Kay-şek’i ve onun parlamentosunu bir kenara fırlatıp atmazsa, komprador parlamentarizmin yalanlarını teşhir ederek ve bizzat kendi görevlerimizi geliştirerek bu parlamentoya katılmak zorunda kalırız.
(b) Devrimci demokratik hareketin, komünistler henüz iktidarı ele geçirecek bir konumda değilken, Çan Kay-şek’in artık askeri aygıtı kendi denetimi altında tutmayı beceremediği boyutlara ulaşabileceğini kabul edebilir miyiz? Böylesi bir geçiş dönemi kuvvetle muhtemeldir. Bir çeşit Çin ikili iktidar türünü, yeni bir geçici hükümeti, Kuomintang’ın Üçüncü Parti ile kuracağı bir bloğu vs. vs. geliştirebilir. Böyle bir rejim oldukça istikrarsız bir rejim ve ancak proletarya diktatörlüğüne doğru bir adım olurdu. Ama böyle bir adım mümkündür.
(c) “Muzaffer ayaklanmadan sonra” diyor yukarıda değindiğimiz belge, “bir proletarya diktatörlüğü kurulabilir ve bu durumda ulusal meclis toplanmaz.” Burada da, sorun aşırı basitleştirilmiştir. Ayaklanma hangi anda ve hangi sloganlarla gerçekleşecek? Eğer proletarya köylülüğü demokrasi sloganları (toprak, ulusal meclis vb.) etrafında birleştirmişse ve burjuvazinin askeri diktatörlüğünü birleşik bir saldırıyla yıkıyorsa, o takdirde proletarya, iktidara geldiğinde, köylülük içinde bir güvensizlik oluşturmamak ve burjuva demagojisine açık kapı bırakmamak için bir ulusal meclis toplamak zorunda kalacaktır. Ekim ayaklanmasından sonra bile Bolşevikler Kurucu Meclisi toplamak zorunda kalmışlardı. Neden bu varyantın Çin için imkânsız olduğu sonucuna varmak zorunda olalım? Köylülük proletaryayla aynı hızla gelişmez. Proletarya birçok şeyi önceden görebilir, ama köylülük ancak yaşanan gerçeklerden öğrenecektir. Çin köylülüğünün canlı bir ulusal meclis deneyiminden geçmeye ihtiyacı olabilir.
Rusya’daki burjuvazi Kurucu Meclisi toplamakta uzunca bir zaman geciktikleri ve Bolşevikler de bunu teşhir ettiği içindir ki, iktidara geldikten sonra, üstelik de onları bir azınlık durumuna düşüren eski seçim sonuçları temelinde hızla Kurucu Meclisi toplamak zorunda kaldılar. Kurucu Meclis tüm halkın gözü önünde sovyetlerle çatışma içine girdi ve ardından dağıtıldı.
Çin’de bir başka varyantı tasavvur edebiliriz. İktidara geldikten sonra, proletarya, belli koşullarda, birkaç ay boyunca ulusal meclisin toplanmasını geciktirebilir, kırsal kesimde yaygın bir ajitasyon geliştirebilir ve ulusal mecliste komünist bir çoğunluğu güvence altına alabilir. Bunun yararı, sovyet sisteminin ulusal meclis tarafından resmen onaylanması ve burjuvazinin iç savaşta kullanacağı popüler bir slogandan derhal mahrum edilmesi olurdu.
6. Şüphesiz yukarıda değindiğimiz varyasyonlar ancak tarihsel varsayımlardır. Gelişmelerinin gerçek yöneliminin ne olacağını önceden kestirmenin bir yolu yoktur. Genel gidişatın proletarya diktatörlüğüne doğru olduğu peşinen açıktır. Olası varyasyonlar, aşamalar ve kombinasyonlar hakkında spekülasyonlarla meşgul olmak yerine, gerçekte yaşanmakta olana devrimci bir faktör olarak müdahale etmeli ve demokratik sloganlar etrafında güçlü bir ajitasyon geliştirmeliyiz. Bu alanda inisiyatifi elimize alırsak, Stalinist bürokrasi bir kenara itilecek ve Bolşevik-Leninistler kısa süre içinde etkili bir politik güç haline gelecektir.
7. Çin kapitalizminin önünde yakın gelecekte ne tür olanakların açılabileceğini belirleme sorunu ilkesel değil olgusal bir meseledir. Çin’de kapitalist gelişmenin artık tek bir adım bile ileri atamayacağına peşinen karar vermek en safından bir doktrinerlik olurdu. Çin’e önemlice bir yabancı sermaye girdisi hiç de gözardı edilmemelidir. Dünya krizi nedeniyle, kendisine yatırım alanı arayan bir atıl sermaye birikiyor. Hepsinin içinde en güçlüsü olan Amerikan sermayesinin bile, daha geçenlerde refahın zirvelerinden bunalımın dipsiz kuyularına düştüğü için, bugün felç olmuş, ne yapacağını şaşırmış, endişeli ve inisiyatifi kaybetmiş bir durumda olduğu doğrudur. Fakat yeni bir ekonomik yükselişe ulaşabileceği bir sıçrama tahtası olarak uluslararası bir köprübaşı arayışına girmiştir. Bu koşullar altında Çin’in ciddi olanaklar sunduğu tartışma götürmez. Bunlar ne ölçüde gerçekleşecek? Bunun da önceden söylenmesi kolay değil. Bu noktada a priori tahminlerde bulunmamalı, gerçek ekonomik ve politik süreçleri gözlemlemeliyiz. Aynı şekilde, kapitalist dünyanın geri kalanı hâlâ bir kriz içinde debelenip dururken, yabancı sermaye akışının Çin’de bir ekonomik canlanma yaratacağını da hiç gözardı etmemeliyiz. Kendi dikkatimizi sendikaları zamanında örgütlemeye ve güçlendirmeye ve onlara doğru bir önderlik temin etmeye yoğunlaştırarak, bu varyant için de hazırlıklı olmalıyız.
Doğal olarak, Çin’de bir ekonomik yükseliş acil devrimci perspektifleri bir süreliğine erteleyebilecektir, ama bu canlanma sırası geldiğinde zafer için yeni olanakların, yeni kuvvetlerin ve yeni güç kaynaklarının önünü açacaktır. Her durumda gelecek bizimdir.
8. Şanghay’dan gelen mektupların bir kısmında şu soru soruluyor: Tek tek bölgelerde tam bir birleşmeyi gerçekleştirmeli, tüm grupların basınını kaynaştırmalı ve çoktan başarılan birleşme zemininde bir konferans mı toplamalıyız yoksa tüm taktiksel sorunlar çözüme kavuşturuluncaya kadar farklı grupların birleşik Muhalefet içinde varlıklarını sürdürmelerine izin mi vermeliyiz? Böyle örgütsel meselelerde uzaktan tavsiyelerde bulunmak zordur. Verilecek tavsiyenin sizlere çok geç ulaşması bile mümkün. Yine de, sizlere şunu söylemekten kendimi alamıyorum: Sevgili dostlar, örgütlerinizi ve basınınızı bugünden kaynaştırın. Birleşme hazırlıklarını uzun bir zamana yaymamalıyız, çünkü bu şekilde istemesek de yapay ayrılıklar yaratabiliriz.
Bununla, tüm sorunların halihazırda sonuca bağlandığını ve sizlere (daha doğrusu bizlere) gelecekte hiçbir farklılığın çıkmayacağı garantisinin verildiğini kastetmiyorum. Hayır, hiç şüphe yok ki ertesi gün ve onun da sonrasında, yeni görevler ortaya çıkacaktır ve onunla birlikte de yeni farklılıklar. Bu olmaksızın devrimci bir partinin gelişimi imkânsızdır. Ancak yeni farklılıklar birleşik örgüt çerçevesi içerisinde yeni gruplaşmalar yaratacaktır. Geçmişi deşmekle oyalanmamalıyız. Yerinde saymamalıyız. Geleceğe doğru ilerlemeliyiz.
9. Bu yeni farklılıkların kaçınılmazlığı Sol Muhalefetin tüm seksiyonlarının deneyimleri tarafından da doğrulanmaktadır. Örneğin Fransız Ligası çeşitli gruplardan oluşmuştu. Haftalık yayını sayesinde Liga yalnızca ulusal değil uluslararası açıdan da çok ciddi ve çok değerli bir faaliyetin üstesinden geldi. Farklı grupların birleşmesinin ileri bir adım olduğunu gösterdi. Ama son aylarda Liga içinde çok ciddi birtakım farklılıklar ortaya çıktı, bilhassa da sendikalar sorununda. Bir sağ kanat oluştu ve temelden yanlış bir tutum takındı. Bu sorun o kadar önemli ve o kadar derindir ki, yeni bir bölünmeye bile yol açabilir. Tabiatıyla, bundan kaçınmak için kesinlikle herşey yapılmalıdır. Ama bu becerilemezse, bu bölünme hiç de dünkü birleşmenin yanlış olduğunu kanıtlamayacaktır. Biz ne birliği ne de bölünmeleri bir fetiş yapmayız. Her ikisi de anın koşullarına, farklılıkların derinliğine, sorunların karakterine bağlıdır.
10. İspanya’daki koşullar diğer ülkelerdekinden bariz biçimde farklıdır. İspanya bugünlerde net ve kesin bir devrimci yükseliş döneminden geçmektedir. Isınan politik atmosfer en gözü pek ve en tutarlı devrimci kanat olarak Bolşevik-Leninistlerin faaliyetini son derece kolaylaştıracaktır. Komintern İspanyol komünizminin saflarını paramparça etmiş, resmi partiyi zayıflatmış ve bir cesede çevirmiştir. Tüm diğer önemli durumlarda olduğu gibi Komintern önderliği devrimci bir durumun yitip gitmesine göz yummuştur. İspanyol işçileri en kritik anda kendi aygıtlarıyla baş başa bırakılmıştır. Neredeyse önderliksiz bırakılan İspanyol işçileri dikkate değer boyutta devrimci grevler aracılığıyla bir mücadele geliştiriyorlar. Bu koşullarda, İspanyol Bolşevik-Leninistleri sovyetler sloganını atıyorlar. Stalinistlerin teorisine ve Kanton ayaklanmasının pratiğine göre, öyle görünüyor ki, sovyetler ancak ayaklanmanın arifesinde yaratılmalıdır. Felâket getiren bir teori ve pratik! Sovyetler, kitlelerin gerçek ve canlı hareketi bu tipte örgütlere duyduğu ihtiyacı dışa vurduğu anda yaratılmalıdırlar. Sovyetler ilkin geniş grev komiteleri olarak oluşurlar. Bilhassa İspanya’daki durum budur. Hiç şüphe yok ki bu koşullarda Bolşevik-Leninistlerin (Muhalefet) inisiyatifi proleter öncüden olumlu bir karşılık bulacaktır. İspanyol Muhalefeti açısından yakın gelecekte çok geniş bir perspektif açılabilir. İspanyol dostlarımıza bu görevde başarılar dileyelim.
11. Sonuç olarak, bu alanda son derece üzücü Avusturya deneyimlerine işaret etmek için bir kez daha birlik sorununa geliyorum.
Bir buçuk yıldan beri üç Avusturya grubu “birleşme” sorunuyla meşgul oldular ve her biri birleşmeyi imkânsız kılacak koşullar öne sürdüler. Bu cânice oyun yalnızca, resmi Komünist Partinin çürümesinden fena halde etkilenen Avusturya Muhalefetinin geneldeki berbat durumunu yansıtmıştır. Bu yıl Avusturya gruplarının her biri, asla kendi sekter iddialarından değil ama Uluslararası Muhalefetin ilke ve fikirlerinden vazgeçmeye hazır olduğunu göstermek için bol bol malzeme sunmayı becerdi. Bu grupların ideolojik temeli ne kadar kıraçsa, kendi iç kavgalarının doğası o kadar nefret doludur. Uluslararası Muhalefet bayrağını bataklığa sürüklemekten zevk alıyorlar ve Uluslararası Muhalefetin kendi otoritesini değersiz faaliyetlerinin üstünü örtmek için kullanmasını istiyorlar.
Şüphesiz Uluslararası Muhalefet bunu yapmayacaktır. İlkesiz grupları Uluslararası Muhalefete katmak bir insanın kendi vücudunu zehirlemesi anlamına gelir. Bu bakımdan katı bir eleme şarttır. Umarım, Uluslararası Muhalefet konferansı, kendi saflarına katacağı örgütler için “yirmi bir koşul”u kabul edecek ve bu koşullar da yeterince katı olacaktır.[152]
Avusturya Muhalefetine karşıt olarak Çin Muhalefeti kapalı kapılar ardındaki entrikalar temelinde değil, oportünist bir önderlik tarafından yenilgiye sürüklenen büyük bir devrim deneyiminden gelişmiştir. Büyük tarihsel misyonu Çin Muhalefetinin sırtına istisnai sorumluluklar yüklemektedir. Burada hepimiz Çin Muhalefetinin kendisini tarikatçılık ruhundan kurtaracağını ve karşı karşıya kaldığı görevleri en üst noktasına taşıyarak bu görevlere layık olduğunu kanıtlayacağını ümit ediyoruz.
Sizin,
L. Troçki
Writings of Leon Trotsky (1930-31)’den.
Biulleten Oppozitsii (Paris), no.19, Mart 1931’den alınma.
[148] “Muhalefet Platformu”na (1927) atıfta bulunulmaktadır.
[149] “Politik Görüşlerimizin Özeti” (Wo-men-ti çeng çih i-çien-şu) (Şanghay 1929). Bu metin, aralarında Çen Tu-ziu’nun da bulunduğu sekiz Muhalefetçi tarafından imzalanmıştır.
[150] Buridan’ın eşeği: On dördüncü yüzyıl sonlarında, Fransız skolastik filozofunun ileri sürdüğü bir paradoks. Bu paradoksta, iki özdeş saman yığınının tam ortasına bırakılan bir eşek, bunlardan herhangi birini tercih etmekten aciz olduğundan açlıktan ölür.
[151] “Baştan Aşağı Dağınık Bir Geri Çekiliş” (Kasım 1930) adlı makale.
[152] “Yirmi bir koşul” reformizmden tamamıyla kopmamış olan merkezci partilerin önüne geçmek amacıyla Komintern’in İkinci Dünya Kongresi (Temmuz-Ağustos 1920) tarafından kabul edildi. Koşulların taslağı Lenin tarafından kaleme alınmıştı (bak. Eserler, cilt 31). Uluslararası Sol Muhalefetin (ILO) ilk konferansı, Şubat 1933’de Paris’te toplandı ve ILO’ya gelecekteki katılımlara ilişkin on bir madde kararlaştırdı (bak. Writings of Leon Trotsky [1932-33]).
link: Lev Troçki, Çin Sol Muhalefetine, 8 Ocak 1931, https://marksist.net/node/1457