“Suç Nerede” adlı 1891 tarihli bu karikatürde bir yargıç, Amerika’yı temsil eden Sam Amca’ya öfkeyle şöyle diyor: “Göçmenlik düzgün şekilde kısıtlansaydı, anarşiyle, sosyalizmle, mafyayla ve bu türden kötülüklerle daha fazla başın ağrımazdı!” İşçileri birbirine düşman gibi göstermek, eğer düşman değillerse kışkırtmak, işçileri bölmek, kutuplaştırmak ve bunun üzerinden politika yürütmek… Bunlar egemenlerin bugüne kadar vazgeçmediği yöntemlerdir. İşçi sınıfına yol gösteren önderleri ve mücadeleci işçileri kötüleyerek, farklı dil, renk ve inançları kullanarak kapitalist düzenin bağrındaki çelişkilerin üstünü örtmeye çalışıyorlar. İşçi sınıfının kurtuluşu için mücadele edenleri suçluyor, sınırlara duvarlar ördürüyor, nefreti körüklüyorlar. Üstelik bunu bilincini bulandırdıkları milyonlarca emekçiyi peşlerine takarak yapıyorlar. Yakın tarihte başta ülkemiz olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde gelişen olaylara göz atmak durumun çarpıklığını anlamaya yardımcı olabilir.
ABD’de 2016 yılında başkan seçilen Donald Trump, göreve geldiği ilk günden itibaren Meksika sınırına duvar örmeye, ABD’ye göçmen geçişişini engellemek üzere düşmanlaştırıcı bir politikayı hayata geçirmeye girişti. Başka uluslara mensup insanları, özellikle de siyahları aşağılayan ve hakaret eden dilden vazgeçmedi. Ortadoğu’da İsrail devleti, Kudüs ile Batı Şeria’yı birbirinden ayırmak için 8 metre yükseklikte 100 kilometre uzunlukta bir utanç duvarı ördü. 100 binden fazla insan birbirinden ayrı kaldı. Bu örnekler burjuva kutuplaştırmanın ve ayrıştırıcılığın çarpıcı örnekleridir. 2017 yılına kadar Avusturya’da sürekli oy kaybı yaşayan Halk Partisini (ÖVP) iktidar yapan Sebastian Kurz da başarısını “göçmen korkusunu” ustaca işlediği siyaset sayesinde sağladı. Göçmen karşıtı faşist siyasetin Avrupa’daki önde gelen temsilcisi diyebileceğimiz bir başka kişi de Macaristan başbakanı Viktor Orban oldu. Avrupa’da ulusal sınırlara tel örgülerini ilk çeken ve mülteciler meselesinin gündem olmaya başladığı zamanlardan itibaren ülke sınırlarının yabancılara kapatılması politikasını en katı şekilde uygulayan Orban, 2010 yılından beri seçimleri kazanarak başbakanlık yapıyor. İlerleyen yıllarda bölgedeki diğer ülkelerde de göçmen karşıtı politikaları kullanan siyasetçilerin iktidara geldiklerine ya da yükselişte olduklarına şahit olundu. Slovakya’da ırkçı radikal sağ, Polonya’da milliyetçilik gitgide güçlendi.
Dikkat çeken diğer bir örnek ise Çek cumhuriyetinde yaşananlardır. 2017 yılından Çek Cumhuriyetinde seçimlerin ardından hükümeti kurma görevi oyların yüzde 29,6’sını alarak 78 milletvekili çıkaran ANO partisi lideri Andrey Babis’e verildi. “Slovak” asıllı, hakkında pek çok yolsuzluk iddiası bulunan, ülkenin en zengin sanayicilerinden olmasının yanı sıra eski medya imparatoru olan Babis’in seçim dönemi boyunca en öne çıkardığı seçim vaatlerinden biri, Çek Cumhuriyeti’nin göçmenlere kapatılacağı idi. Böylece neredeyse her üç kişiden birinin oyunu almış oldu.
Çek Cumhuriyetinde göçmen karşıtlığını kullanarak oy toplamaya çalışan tek siyasetçi Babis değildi. Özgürlük ve Doğrudan Demokrasi Partisi (SPD) de neredeyse yalnızca göçmenler ve mülteciler konusunu dillendirerek ülke genelinde güçlendi. Göçmen karşıtlığını kışkırtarak partisini seçimlerde birinci parti yapan Babis’in Slovak kökenli oluşu o dönem Çek Cumhuriyeti emekçilerinin fark edemediği tuhaflıklardan yalnızca biridir. Yabancı düşmanı SPD’nin “Bu ülkeye yabancıların gelmesine asla izin vermeyeceğiz” diyen ırkçı lideri Tomio Okamura’nın babası da aslen Japondur “Dağdan gelmiş bağdakini kovuyorlar” diyen bir Çek atasözü olsaydı bu hikâyeye son derece yakışmaz mıydı?
Türkiye’de de iktidar sıkışmışlığını her dönemde milliyetçi ve şovenist politikalara sarılarak aşmaya çalıştı. Tıpkı yukarıdakiler gibi Türkiye’nin muktedirleri Suriye sınırına 837 kilometrelik bir duvar ördürdü. Yaygın bir biçimde kullanılan göçmen karşıtlığı, yabancı düşmanlığı siyaset dilinin en berbat göstergeleri oldu. Suriyeli emekçilere karşı kullanılan dışlayıcı ve kışkırtıcı söylemler birçok provokasyonun zeminini döşedi.
Bu ve benzeri örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. Tüm bu ayrıştırıcı ve düşmanlaştırıcı dil ve politikalar nedeniyle dağınık bir pozisyonda bulunan işçi sınıfının zihninde ne kadar çok önyargı ve sınır oluşturulmuş değil mi? Mezhepçilik, ırkçılık, milliyetçilik, memleketçilik vs. kapitalist egemenlerin kullandığı yapay ayrımlardır.
Burjuvazi dün olduğu gibi bugün de işçi sınıfını türlü ayrımlarla bölmek ve yalnızlaştırmak için uğraşıyor. Sınırlara duvarlar ördürüyor, milliyetçiliği, nefreti körüklüyor. İşçi sınıfını düzen sınırları içinde tutmak ve sömürüsüne devam etmek için her türlü yapay ayrımı kullanıyor. Ancak işçi sınıfının önüne dikilen bu fiziki sınırları ve onu besleyen sınıfları ortadan kaldırmak için önce zihinlerdeki sınırları ortadan kaldırmak gerekiyor. Burjuvazi ne yaparsa yapsın, tüm bu yapay ayrımları bir tarafa bırakıp aynı menzili maksuda birlikte yürüyebilenleri durduramayacaktır.
link: Gebze’den bir işçi, Zihinlere Örülen Duvarları Yıkalım!, 5 Haziran 2021, https://marksist.net/node/7372
Aşı da Tüm Toplumun Ortak Malı Olmalıdır
Rejimin Lâğımı Patladı