Günlük yaşamımızda karşılaştığımız birçok soru ve sorun var. Bu sorulardan bir tanesi de adres sorusudur. Hangi resmi kuruma gitseniz kimlik bilgilerinin yanında adres sorarlar. Hangi işyerine gitseniz nerede oturuyorsun diye sorarlar. Herkesin bir adresi vardır. Oturduğu evin, çalıştığı işyerinin ya da okuduğu okulun. Bu adresleri verirken sokaktan, caddeden mutlaka bahsederiz. Öyle isimleri vardır ki, çoğu kulağa hoş gelir. Zambak sokağı, Karanfil sokağı, Papatya sokağı vb… Bu çiçeklerin renkleri, kokuları birbirinden güzeldir. Bu çiçekler mevsimi gelince rengarenk açarlar. Kokuları öyle güzeldir ki…
Ya bu isimlerin verildiği sokaklar da öyle mi? İsimlerini aldıkları çiçekler gibi mi? Yoksa bu sistemin çürümüşlüğünün, kokuşmuşluğunun kokularını mı duyuyoruz? Bu sokaklar açlık kokuyor, kan kokuyor, tiner-baly kokuyor. Bu sokaklarda sistemin vurduğu çocukların nefesleri kokuyor. Gülüşleri kaybolmuş çocukların bakışları da kayboluyor bu sokaklarda. Karanfil sokağında, Zambak sokağında…
Sistem o kadar çürümüş ki, her yanı leş gibi. Ve insanların büyük bir çoğunluğu, bu çürümüşlüğün içinde yaşamaya “kader” diyor. Hangi kader? Gecenin geç saatlerine kadar çocukların sokaklarda mendil, sakız, su satması mı kader? Sokaklarda ayakkabı boyaması, yollarda kırmızı ışıkta cam silmesi mi kader? Ya da küçücük çocukların dilencilik yapması mı kader? Günlük bir gazetede Esenler-Karabayır’da küçük çocukların eroin-esrar satmasıyla ilgili bir haber okumuştum. 6-7 yaşlarındaki bir çocuğun ev geçindirmek ya da okul masraflarını karşılamak için eroin-esrar satması mı kader?
Anayasaya göre 15 yaşından küçük çocukların çalıştırılması yasak deniliyor. Yasak olmasına rağmen dünyanın birçok yerinde çocuklar çalıştırılmaya devam ediliyor. Hayat mücadelesi daha küçük yaşta kimisi için bir atölyede ya da fabrikada kimisi için de sokakta başlıyor. Bunlar kader değil, sistemin kokuşmuşluğunun dışa vurumlarıdır. Para babalarının kârlarını artırma çabalarının sonuçlarıdır.
Özellikle büyük şehirlerde yaşam koşulları o kadar ağırlaşmış durumda ki, aile içinde yaşanan ekonomik sorunlar nedeniyle birçok çocuk evden kaçıyor ya da ayrılmak zorunda kalıyor. Akşam olunca gidecek bir yeri olmayan bu çocuklar köprü altı yaşamı seçmek zorunda kalıyorlar. Artık onlar günün 24 saati sokaktalar. Ve her geçen gün sokakta çalışan çocuk gibi sokakta yaşayan çocukların sayısı da artmaktadır. Sistem, küçük-büyük dinlemiyor. Gittikçe insanlığı uçuruma sürüklüyor.
Sokakta yaşayan çocuk sayısının artması egemenlerin ne kadar umurunda? Sen evsiz kalmışsın, aç kalmışsın ne önemi var! Sokak çocuklarının, onların evlerinde beslediği kedi-köpek kadar bile değeri yok. Hanımefendi, kaybolan köpeği için gazetelere ilan veriyor, köpeği bulana 2000 dolar vereceğim diye! Ama onlar için “sokakta yaşayan çocuk” yok!
Sokakta yaşayan çocukların çoğunluğu uyuşturucu madde kullanırlar. Sokakta yürürken baly çekenlerle, tiner koklayanlarla mutlaka karşılaşmışızdır. Peki bu çocuklar bu maddeleri neden kullanıyorlar?
Sokaklar o kadar acımasız ki! Bu çocuklar dayak yediklerinde acıyı hissetmemek için, soğuk kış günlerinde dondurucu soğuğa dayanabilmek için, bedensel ve duygusal olarak güçlü ve cesaretli hissedebilmek için uçucu maddelere gereksinim duyuyorlar. Uçucu maddeler beyin hücrelerini öldürdüğü için bu maddeleri aldıklarında hayat onlar için artık tozpembedir. Halüsünasyonlar görüp güzel şeyler hayal edebilmek için uçucu madde kullanırlar. Rahatlıkla başkalarından yemek isteyip, dilenebilmek ve özgürce konuşabilmek için bu maddelere ihtiyaç duyarlar. Sokakta yaşayan çocukların birçoğu tecavüze uğrar. Zorla fuhuşa sürüklenirler, suç işlemeye zorlanırlar. Pek çoğu kaçırılıp organları alınır ve pek çoğu da öldürülür.
Size biraz rakamsal veri vermek istiyorum, okuduğumda benim çok dikkatimi çekmişti: TBMM Sokak Çocukları Araştırma Komisyonuna bilgi gönderen valiliklere göre, TC’de “sokakta yaşayan ya da sokakta çalışan çocuklar” gibi bir sorun yok. Valilik verilerine göre, 45 ilde sokakta yaşayan, 29 ilde de sokakta çalışan tek bir çocuk bile bulunmuyor. Türkiye genelinde, sokakta çalışan çocuk sayısı 16 bin 577, sokakta yaşayan çocuk sayısı 1641, madde bağımlısı çocuk sayısı ise 2 bin 550.
Diyarbakır sivil toplum örgütlerinin verilerine göre ise sadece bu ilde sokakta çalışan çocuk sayısı 20 bin. SHÇEK 2004 yılında 40 bin 205 çocuğa ulaşmış. Bu çocukların 28 bin 374’ü sokakta çalışıyor, 11 bin 829’u ise sokakta yaşıyor.
Hükümetin verileriyle sivil toplum örgütlerinin verileri ne kadar da çelişiyor değil mi? 1641 rakamıyla 11 bin 829 rakamını karşılaştırdığımızda fark 10 binden daha fazla. Peki bu kadar çocuk nerede? Ya valiliklerde bu işi yapanlar matematik bilmiyor ya da 10 binden fazla sokakta yaşayan çocuğu görmek istemiyorlar. Yani bize göstermek istediklerini gösteriyorlar, tamamını değil.
Bize onlardan kalan
Kanrevan türküler
Bir avuç umut
Ve zincire vurulmuş bir dünya!
Dünya öyle bir hale gelmiş ki, her yerinden zincire vurulmuş bir durumda. Bu zincir öyle bir zincir ki, kadın-erkek, yaşlı-çocuk dinlemeyen bir zincir. Bu zincir paramparça edilmeden çocukların ne sokakta çalışmaları ne de sokakta yaşamaları sona erebilir. Bu zincir parçalanmadıkça sokak çocukları gibi, toplumun diğer sorunları da bitmez. İçinde yaşadığımız toplumsal yapı var oldukça biz nice sokak çocukları görmeye devam edeceğiz. Toplumsal sorunların çözülmesinin bu sistemle mümkün olamayacağı apaçık ortada. Kapitalizm çözüm üretmiyor, çünkü üretemiyor. Bu nedenle sistemin vurmuş olduğu zinciri parçalamak gerek. Zinciri yok etmek gerek. Yaşanan bu sorunlardan rahatsızlık duyan herkesin bu zinciri yok etmek için mücadele etmesi gerek. Bireysel mücadele değil örgütlü mücadele etmek gerek.
Örgütlüysek Her Şeyiz, Örgütsüzsek Hiçbir Şey!
link: MT okuru bir işçi, Yaşam Bu Kadar Ucuz mu?, 7 Nisan 2006, https://marksist.net/node/972
İstanbul Üniversitesinde Polis Terörü
İşçi Hareketinden: Mart 2006