Cezaevlerinde ve gözaltında insanlık dışı uygulamalar özellikle 12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra devrimcilere, mücadeleci sendikacılara, öncü işçilere, Kürtlere ve Alevilere karşı sistematik olarak uygulandı. Binlerce insan işkence tezgâhlarından geçirildi. Köy meydanlarına varıncaya kadar, insanları toplayıp her türlü eziyeti, aşağılamayı uyguladılar. Herkesin gözleri önünde dövülerek öldürülenler oldu. İnsanların gözleri önünde kimilerine dışkı yedirildi. O tarihlerde perdenin önündeki Kenan Evren başta olmak üzere faşist cunta topluma şu mesajı veriyordu: “Bunların hepsi düzene başkaldıranlar. Siz de başkaldırırsanız başınıza onların başına gelenler gelecek. Sessiz, sedasız bizi destekleyin.” Faşist cuntacılar görevlerini tamamlayıp kenara çekildikten sonra yerlerini alanlarsa faşist darbenin temizlediği yolda devam ettiler. Kenan Evren ve diğer cuntacılar cezalarını çekmeden öldüler. Perde arkasındaki asıl failler faşizmin kendilerine sağladığı tüm olanaklardan pek mutlu şekilde gülmeye devam ettiler. Ama bu insanlık dışı uygulamaları yaşayan insanlar kendilerine yapılanları unutmadı.
1990’lara gelindiğinde ise ağırlıkta Kürtler olmak üzere yüzlerce insan, adına “faili meçhul” denilse de gerçekte faili belli şekilde kaybedildi. Birçoğunun bir mezar taşı bile yok. Aileleri yıllardır her Cumartesi günü yakınlarının dirisinden vazgeçmiş, ölüsünün yerinin gösterilmesi için mücadele ediyor. Evlatlarını, çocuklarını, eşlerini arayanlara gözaltılar, köpekli işkenceler, çıplak aramalar reva görüldü. Ama onlar yine de yakınlarının akıbetini öğrenmek ve hesabını sormak için mücadelelerini onyıllardır sürdürüyorlar.
28 Şubat 1998 dönemindeyse, mütedeyyin insanlara dönük baskılar gündeme geldi. O yıllarda toplum üzerindeki baskıcı uygulamalardan dolayı sadece mütedeyyin kesimler değil, birçok kesim değişim istiyordu. Öncesinde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere Refah Partisi belediye seçimlerini kazanmıştı. Ardından 2000’li yıllarda AKP iktidar oldu. AKP ve içinden çıktığı Refah Partisinin asıl derdi kendilerine ve arkalarında yer alan sermaye gruplarının pastadaki payını büyütmekti. Başta mütedeyyinler olmak üzere, kendilerini destekleyen kesimlerin yani mağdur edilenlerin haklarının savunucusu rolünü oynuyorlardı. Ama o köprünün altından çok sular aktı. AKP ve Erdoğan devletin tüm kurumlarını kendi denetimine almak için her yöntemi denedi. Ve artık eski devlet, eski rejim yok. Erdoğan ve AKP rejimi var. Devletin ve tüm kurumlarının tepesinde Erdoğan ve AKP var. Yani 28 Şubat döneminde başörtülülerin yanında olduğunu söyleyen değil, başörtülü de olsa kendisini desteklemeyenlere her türlü baskıyı, çıplak aramayı da uygulayan bir iktidar var.
Son yıllarda gözaltında kaybetmeden karakollarda cezaevlerinde çıplak arama dayatmalarına kadar pek çok hak ihlali, 12 Eylül’ü aratmayacak derecede artmış durumda. Önceden ekseriyetle Kürtlere, devrimcilere yönelik uygulanan işkence, çıplak arama, taciz, copla tecavüz gibi işkence yöntemleri şimdilerde AKP’ye muhalif olan herkese uygulanıyor. Son günlerde cezaevlerinde çıplak arama dayatmaları gündeme getirildi. HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu Uşak’ta gözaltına alınan 30 kadın için, “kadınlara külotunuzu çıkarın, oturun kalkın bakalım, dendi ve yaptırdılar. Yazıklar olsun” demişti. Gerek Uşak’taki çıplak arama dayatması gerekse bunun sistematik olarak uygulandığını gündeme taşımış ve ardından birçok kesimden açıklamalar gelmişti. Gergerlioğlu’nun bu açıklamasından sonra Uşak’ta gözaltında çıplak aramaya maruz kalan kadınlardan bazıları da başlarına geleni anlatmışlardı. AKP milletvekili Özlem Zengin ise Gergerlioğlu’na “ne münasebet, hem de bahsettiği kadınlar mütedeyyin kadınlar” diye yanıt verdi ve “Türkiye’de çıplak arama olduğuna asla inanmıyorum, yok böyle bir şey” diyerek bu gerçeği inkâr etti.
Oysa bırakalım mütedeyyin kesimden kadınların yaptıkları ifşaatları, kameralar önünde dahi başörtülü kadınlara nasıl zulmedildiğinin onlarca örneği var. Kameralar önünde kadınları taciz edenlerin, kapalı kapılar ardında ne tür insanlık dışı uygulamaları hayata geçirecekleri malûmdur. Ayrıca çıplak arama dayatması, taciz sadece kadınlara yapılmıyor. Erkeklere yapıldığında da hiçbir farkı yok. Hatta erkekleri kendi akıllarınca aşağılamak için çıplak aramanın ötesinde, copla tecavüz ederek aşağılamaya çalışıyorlar. Aynı şekilde Uşak Valisi de Özlem Zengin ve diğer açıklama yapan AKP’liler gibi inkâr yolunu seçiyor. Ama Ceza ve Tevkif Evleri Müdürü çıplak aramanın uygulandığını itiraf ediyor. Çıplak arama cezaevlerinde her zaman dayatılan bir yöntem olarak kullanılıyordu, kullanılmaya da devam ediliyor. AKP’nin ise bu çirkin saldırıyı kendisine muhalif olan herkese karşı ve sadece cezaevlerinde değil, karakollarda da yaygın olarak kullandığı ortada.
Nasıl ki üzerinden 40 yıl geçmiş olsa da 12 Eylül askeri faşist darbesi unutulmadıysa, bugün tek adam rejiminin zulmü, insan onurunu çiğneyen çıplak arama dayatmaları da unutulmayacak, unutturulmayacak. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için mücadele edenler, sömürücü sınıfın sahiplerinden yaşattıkları tüm acıların hesabını mutlaka soracaktır.
link: İzmir’den bir MT okuru, Cezaevlerinde Çıplak Arama 12 Eylül’ü Aratmıyor, 28 Şubat 2021, https://marksist.net/node/7274
İran Rejimi Belucistan’da Yoksul Emekçileri Katletti
Faşizm ve Liberal Hayaller