TRT World Forum’da Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşuyor: “Maalesef dünyada adalet yok. Özellikle ekonomik noktada güçlü olanın haklı olarak takdim edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Haklı olanın güçlü olduğu değil, güçlü olanın haklı olduğu bir dünya. Böyle bir dünyayı kabullenmek mümkün değil. Ben böyle bir dünyada yaşamak istemiyorum.”
Evet, bu cümleleri sarf eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ta kendisi, yanlış okumadınız. Oysa iktidar olduğu süre boyunca yaşanan adaletsizlikler saymakla bitmez. Bu cümlelerini dinledikten sonra, AKP iktidarı dönemindeki adaletsizlikleri kısaca hatırlatmak istedim.
AKP iktidarı boyunca kadın cinayetleri %1400 arttı ve yetmezmiş gibi her geçen gün kadına şiddet, taciz, tecavüz alabildiğine körükleniyor. Hangi kadın böyle bir dünyada yaşamak ister?
KHK’larla haksız yere görevlerinden alınan açlık grevindeki öğretmenler ölüme terk edilmiş durumda. Gazeteci, aydın, avukat, sanatçı demeden kendisine muhalif olan binlerce kişiyi cezaevlerine tıkmış durumda. Kim böylesine baskıcı bir rejim altında yaşamak ister?
Kürt halkının en demokratik haklarına acımasızca saldırılırken, haklı talepleri görmezden gelinirken, Kürt siyasetçiler zindanlarda tutsak edilirken, Kürt illeri yakılıp yıkılırken nasıl olur da adaletten bahsedebilir?!
AKP iktidarı boyunca iş cinayetleri 6 kat arttı, taşeron işçi sayısı 358 binden 3 milyonun üzerine çıktı. İşçiler, ekmeğinin kavgasını verip daha iyi yaşam koşulları için mücadele yürütürken kapı önüne konuyor. “ekonomik noktada güçlü olduğu için haklı olarak takdim edilen” patronların isteğiyle işçilerin grevleri hükümet tarafından yasaklanıyor. Haklıdan değil güçlüden yana olanlara adil denilebilir mi? Patronlara seslendiği konuşmasında Erdoğan’ın sözleri aynen şöyleydi: “Olağanüstü hali biz iş dünyamız daha iyi çalışsın diye yapıyoruz. Soruyorum, iş dünyanızda herhangi bir sıkıntınız, aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde OHAL vardı. Ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Şimdi böyle bir şey var mı? Tam aksine. Şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifadeyle anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki hayır, burada greve müsaade etmiyoruz, çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız. OHAL’i biz bunun için kullanıyoruz.”
Gözlerine kestirdikleri yeşil alanları rant alanına çeviren iktidar, elinin değdiği her yeri beton yığınına çevirmiş durumda. HES’lerle barajlarla dereleri kurutmanın, insanları yerinden yurdundan edip, mezarlarını, kültürlerini sular altında bırakmanın neresi adaletli?
Kentsel dönüşüm adı altında yoksul emekçilerin gecekonduları, evleri başlarına yıkıldığında adalet neredeydi? Bu mu adaletsiz dünyada yaşamak istemeyenlerin adaleti?
Adalet olmadığını söyleyen Erdoğan çok doğru söylüyor. Egemenlerin saraylarda, emekçilerin, işçilerin ise açlık ve sefalet içinde yaşadığı, yoksulluğun kol gezdiği, kadına şiddetin körüklendiği, savaşların milyonların canını aldığı bu düzende adalet yok. Türkiye, dünyanın geri kalanından farklı mı? Çok mu adaletli? Türkiye’de güçlüye karşı sesini çıkarma cesaretini gösterenlere tahammül edilmiyorken, adaletsiz düzenden yakınmak ne kadar samimi? Yıllardır yaşanan tüm bu adaletsizliklerde iktidarda yer alanların sorumluluğu yok mu? 2014’te Erdoğan şunları söylemedi mi: “Bu ülkenin başbakanı olarak açıkça ifade ediyorum ki, Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır.”
Biz işçilerin ve emekçilerin bu düzenin egemenlerinden adalet beklentimiz yok, olamaz da. Egemenlerin de zaten adalet diye bir dertleri yok, onlar sadece kendi sınıfsal çıkarlarını düşünürler. Bu adaletsiz düzende sırtına binilen, ezilen işçilerdir, emekçilerdir. Biz böyle bir dünyada yaşamak istemiyoruz. Bu adaletsiz düzenden tek kurtuluş yolu ise bilinçlenip mücadele etmektir.
link: Tuzla’dan bir kadın işçi, “Ben Böyle Bir Dünyada Yaşamak İstemiyorum”, 1 Aralık 2017, https://marksist.net/node/6087
İnsanlık Tarihi ve İktidarın Tarih Körlüğü
Gülmen ve Özakça Davasında Beraat, Hapis Cezası, Tahliye!