“Bir evimiz bile yok, sürgünüz sadece,
Bizi kabul eden bir ülke çıksın diye
Bekliyoruz içimizde bir huzursuzluk,
Sınıra en yakın yerde”
Bertolt Brecht
“Korkma, geri göndermeyecekler bizi” sözlerini duyabilmek için gözlerini kapatıp uzun, çok uzun bir uykuya dalıyorlar. Onların, acımasız bir dünyada kendi yaralarını kendileri sarmaya çalışan bu çocukların adı “mülteci”, “sığınmacı”, “göçmen”. Yaşları küçük ama sırtlarındaki yük yaşlarından çok büyük. Onlar ne mülteci, ne sığınmacı, ne de göçmen olmak istiyorlar, onlar sadece çocuk olmak istiyorlar. Onlar umudu bekliyorlar.
“Bu çocukların iyileşmesi, umudu yeniden inşa etmekten geçiyor. Çocuğun, ailenin taşıdığı umudun arttığını hissetmesi gerek.” Bu sözler “Teslimiyet (Vazgeçme-Travmatik Yoksunluk) Sendromu” adlı hastalığa yakalanan mülteci çocukların trajik hikâyelerini anlatan “Hayatın Tutsakları” adlı bir belgeselde yer alıyor. Belgeselde her biri doğup büyüdükleri ülkelerini terk etmek zorunda kalan ve daha sonra İsveç’te geçici sığınma izni almış üç aile üzerinden bu sendromun ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı ve çocuklardaki seyri anlatılmaya çalışılıyor.
İlk olarak 90’lı yıllarda ortaya çıkan ve önceleri anlam verilemeyen bu hastalık 2000’li yıllara gelindiğinde daha da artmaya başladı. Araştırmacılara göre bu vakalar ağırlıklı olarak İsveç ve Avustralya’da görülüyor. Uygulanan göçmen politikaları nedeniyle, ailelerinin sınır dışı edilip edilmeyeceği konusundaki belirsizlik, bu süreçte yaşanan yoğun stres, endişe ve korku içinde bekleyiş çocuklarda travma yaratıyor. Bu travma sonucu çocuklar kendilerini dış dünyaya kapatıyorlar.
Belirsizlik içinde hep bir umut ışığı bekleyen ailelerin çocukları sınır dışı edilme ihtimalini öğrendikten sonra hastalık kendini göstermeye başlıyor. Ümitsizlik, yaşamaya dair isteksizlik çocukları yavaş yavaş yaşayan ölüler haline getiriyor. Zamanla içe kapanma, konuşmama, yemek yememe ve hareketsizlikle birlikte çocuklar koma haline geçiyor, hiçbir şeye tepki vermiyorlar. Dokunmaya, acı verici uyarılara, soğuğa bile tepkisiz hale geliyorlar. Oturmaları, ayakta durmaları sağlanamıyor, hiçbir komuta yanıt vermiyorlar. Temel haklar gasp edilip göçmen politikaları sıkılaştıkça “teslimiyet sendromu” ya da “vazgeçme sendromu” olarak adlandırılan bu hastalık sığınmacı ailelerin çocukları arasında hızla yayılıyor. Çocuklar için kötü anılarla terk etmek zorunda kaldıkları yerlere geri gönderilme fikri taşınamaz bir yük haline geliyor. Geri gönderilmek fikri bu küçük yüreklerin aynı acıları tekrar yaşamaları anlamına geliyor.
Çocukların iyileşme süreci ancak ailelerinin kendilerini güvende hissetmeleriyle başlıyor. Adeta bir ayna misali çocuğa yansıyan güvende olma hissi, onların yaşama tutunmalarını sağlıyor ve yavaş yavaş iyileşme belirtileri gösteriyorlar. Fakat bu iyileşme süreci kimi zaman aylar, kimi zaman yıllar alıyor.
Oturum izni almak için bekleyen ailelerin dışında hastalığın mülteci kamplarında görünen bir diğer yüzü ise daha da dehşet verici. Yerinden, yurdundan, sevdiklerinden ayrılmanın acısı bir yana bu kamplardaki aileler ve özellikle çocuklar çoğunlukla hiçbir insani koşulun sağlanmadığı bir ortamda yaşamak zorunda bırakılıyorlar. Onlar için hapishaneyle aynı anlama gelen bu kamplarda insan yerine konulmamak, en temel ihtiyaçlara ulaşamamak, şiddet ve istismara maruz kalmak büyük travmalara neden oluyor. Bu durum hastalığı beraberinde getiriyor. Acılar bununla da bitmiyor. Doktorların açıklamalarına göre hastalığa yakalanan çocukların ailevi bakımdan ve tıbbi destekten mahrum kalmaları durumunda ruhsal ve fiziksel engelli olma ihtimalleri çok yüksek.
Ülkelerin göçmen politikaları ve ikiyüzlülükleri, savaş, şiddet ve yoksulluktan kurtulmaya çalışan, çocuk olamayan bu çocukları çaresizliğin, bilinmezliğin içerisinde sürükleyip duruyor. Çocukları için daha güzel bir dünyanın kapısını aralamayı düşünen aileler, büyük tehlikeleri göze alıp sığınabildikleri bu ülkelerde çocuklarını kaybetmekle karşı karşıya kalıyorlar. Onların çocuklarını hayata döndürebilme çabası ise ayrı bir dram teşkil ediyor.
UNICEF’in 2021 yılı verilerine göre savaş, şiddet, yoksulluk nedeniyle 37 milyona yakın çocuk yerinden yurdundan edildi. Bu sayılara 2022 Şubat ayı itibariyle Ukrayna savaşından kaçan 2 milyona yakın çocuk da eklenmiş durumda. Yine 2021 yılında 7,3 milyon çocuk kuraklık, doğal afetler nedeniyle yerinden edildi ve hiç kuşkusuz bu sayılara yenileri eklendi.
Dünyanın en savunmasız varlıklarıdır çocuklarımız. Tüm olumsuzluklardan ilk ve en çok etkilenenler onlardır. Kim olurlarsa olsunlar, nereden gelirlerse gelsinler onlar sadece çocuk. Bu çürümüş sistem ayakta kalmaya devam ettiği sürece yarın kimin göç yollarına düşeceğini bilemeyiz. Bu nedenle kapitalist devletlerin ikiyüzlü politikalarına kurban edilen göçmen kardeşlerimiz ve onların çocuklarının yüreklerinde açılan yaralar bizim de yaralarımızdır. Nefret ve düşmanlık işçi sınıfının evlatlarına yakışmaz. Göçmen işçiler bizim kardeşlerimizdir ve onların çocukları da bizim çocuklarımız. Savaşlar, açlık, yoksulluk, kuraklık çocuklarımızın kaderi olmamalı. Kapitalizm yarattığı bu acı tablolarla birlikte artık yıkılıp tarihin çöplüğündeki yerini almalı. Çocukların şen kahkahalarla koşup oynadığı bir dünya kurulmalı.
link: A. Ç., Umudu Bekleyen Çocuklar, 10 Şubat 2023, https://marksist.net/node/7862
Emek ve Özgürlük İttifakı: OHAL’i ve Baskıları Tanımıyoruz!
Çin ve Emperyalist Kapışma