İşçi Dayanışması gazetesinin son sayısında, “Tarihin İzinde: Fırçadan Tuvale Emek” adlı yazıda tarihsel bir örneğe yer verilmiş. Biz de birkaç arkadaşla birlikte, merak edip Amistad filmini izledik. Film 1839 yılında Amistad gemisiyle taşınan kölelerin isyanını ve özgür kalmaları için verilen mücadeleyi anlatıyor. Amistad gemisindeki kölelere nasıl canice zulmedildiğini, açlığa terk edildiklerini, öldürüldüklerini gözler önüne seriyor. Filmi izlerken yüreğimiz acıdı. Hem öfkelendik hem üzüldük.
1800’lü yıllar Amerika başta olmak üzere birçok yerde köleliğin azgın bir şekilde sürdürüldüğü yıllardır. Afrika’dan götürülüp satılan siyahlar, insanlık dışı muamelelere maruz kalıyor ve hatta öldürülüyorlardı. Köle sahipleri ve tacirleri bu insanları dizginsiz bir şekilde sömürüp muazzam kârlar elde ediyorlardı. Siyahlara sadece bir kap yemek verilip her türlü işlerde çalıştırılıyorlardı. Köle sahipleri kölelerine canları ne isterse yapıyor, dövüyor, tecavüz ediyor ve hatta öldürebiliyorlardı. Öyle ki bu insanları Amerikan Bağımsızlık Savaşında en ön saflara sürüp zaferler elde ediyorlardı. Ama onlara reva görülen hayat onyıllar boyunca değişmedi. Yıllarca bu baskı ortamında yaşayan insanlar nihayetinde buna karşı geldiler ve mücadele ettiler. Amerika’da 1865 yılına yani köleliğin kaldırıldığı yıla kadar, kuzey ve güney bölgeleri köleliğin kaldırılıp kaldırılamayacağı konusunda beş yıl boyunca iç savaş halindeydi. Kuzeydekiler köleliğin kaldırılmasını, güneydekiler tam aksine daha da yaygınlaştırılmasını istiyorlardı. Ama verilen mücadeleler ve beş yıllık iç savaş sonucunda kölelik kaldırılmıştı.
Filme konu olan kölelerin davası da bu sürece giden yoldaki kritik olaylardan biridir. İsyan sonucu mahkemeye çıkarılan bu köleler hakkında verilecek karar Amerikan iç savaşına etki edecekti. Mahkeme süreci boyunca birçok burjuva, köle taciri ve politikacı kölelerin sahibi olduğunu iddia ediyordu. Bunların her biri kendi menfaatleri için onları sahiplenmek istiyordu. Çünkü onlar için köleler bir eşya gibiydi. Onları her türlü iş için kullanacak, istedikleri gibi çalıştırabileceklerdi. Bu egemenlere göre köleler hiçbir şekilde özgür kalmamalıydı. Çünkü köleliğin kalkması insanın ve doğanın yasalarına aykırıydı! Onlara göre asıl özgürlük köle sahibi olmalarıydı. Onlar siyahların doğuştan köle olarak doğduklarına inanıyorlardı. Kitaplarda, kanunlarda ve yaşam biçimlerinde köleliğin sürdürülmesi yönünde ciddi propagandalar yapıyorlardı.
Elbette bunun karşısında mücadele edenler de vardı. Onlar için önemli olan siyahların hayatıydı. İnsan hakları savunucuları, siyahların lehine sonuçlandığı takdirde bu dava etkisinin küçük bir alanla sınırlı kalmayacağını tam aksine büyüyeceğini biliyorlardı. Bu davanın peşini bırakmamalarının sebebi de buydu. Bunun için hiç yılmadan mücadele ettiler. Aynı zamanda halkın da tepkisi vardı. Dava uluslararası bir boyut kazanmıştı. Davanın sonucu gerek uluslararası ilişkileri gerekse de ülke içindeki siyasi olayları bir hayli etkileyecekti. Bir tarafta Güneyci egemenlerin çıkar hesapları, diğer tarafta köleliğin Güneydekileri zengin ettiğini, kapitalizmin gelişmesini frenlediğini düşünen burjuva kesimlerin ve halkın tepkisi… Verilen çetin mücadeleler sonucunda Amistad köleleri serbest bırakıldı. Serbest bırakılan kölelerin bir kısmı daha sonra köleliğin kaldırılması için Amerikan iç savaşına katılacaklardı. O yıllardan günümüze kadar verilen mücadeleler durmadı. Bu süre boyunca ciddi kazanımlar da oldu, kayıplar da. Ama belli düzeylerde ırkçılığa, köleliğe karşı verilen mücadelenin serüveni devam etti.
Günümüze baktığımızda benzer sorunların halen var olduğunu görüyoruz. Başta Amerika’da olmak üzere tüm dünyada egemenler ırkçılık ve milliyetçiliği kışkırtmaya devam ediyorlar. Trump gibiler yıllardır kitleleri kutuplaştırmak istiyor ve siyahların beyazlardan daha değersiz olduğunu savunuyorlar. Kapitalizm ve onun sömürücü egemenleri bu gibi yapay ayrımlarla halkların arasına nifak tohumu ekiyorlar. Bu kapitalizmin doğasında var. Ama şunu unutmayalım ki asırlardır devam eden bu mücadelede komünist partiler, sosyalistler, sendikalar, insan hakları savunucuları, demokratik kitle örgütleri önemli görevler üstlendiler. Bunun için bedeller ödediler. Böylece bu mücadele bugünlere kadar taşındı. George Floyd’un bir polis tarafından öldürülmesine tepki olarak kitlelerin sokağa taştıkları zamanı hatırlarız. Bunun için insanların halen sokaklarda direniş yaptıklarını görüyoruz. Çünkü bu münferit bir olay değil. Geçmişte bunun gibi birçok cinayet yaşandı ve insanlar artık buna dur demek istiyor.
Milyarlarca işçiyi açlığa, işsizliğe ve kölece çalışmaya mahkûm eden kapitalist sistemdir. Bu düzen bir Amistad. Bu sömürü düzeni yıkılmadan insanlık nihai kurtuluşa ulaşamayacaktır. Bunun için din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın aynı mücadele çatısı altında devrimci mücadeleyi büyütmemiz lazım. İşçi sınıfının ozanı Nâzım Hikmet’in dediği gibi “Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır. Taş çatlasa batacak.”
link: Ankara’dan genç işçiler, Bu Düzen Bir Amistad!, 22 Kasım 2020, https://marksist.net/node/7113
Engels: Komünizmin Ölümsüz Savaşçısı /1
Bugün Onların Olsun Ama Gelecek Bizimdir!