Kapitalist sistem yaşlandıkça çürümeye, toplumsal ilişkileri de çürütmeye devam ediyor. Yaşlanmış olan kapitalist sistemin insanlığa savaşların olmadığı, insanların refah içinde yaşayacağı, barış ve huzur dolu bir dünya bırakmayacağı çok açık ortada. Kapitalizmin tarihsel sistem krizi derinleştikçe çürüme kendini yaşamın her alanında daha fazla hissettirmeye başladı.
Sistem krizi derinleştikçe burjuva demokrasisinin sınırlarının daha da daraldığını görüyoruz. Otoriter/totaliter rejimlerin iktidara geldiklerini, milliyetçiliğin arttığını, faşizmin artık bir daha yaşanmayacağı iddialarını çürüterek birçok ülkede faşist ya da faşizan rejimlerin işbaşına geldiğini, toplumun her yerde kutuplaştırılarak birbirine düşmanlaştırıldığını, göçmenlere, kadınlara, işçi-emekçilere dönük saldırıların her geçen gün arttığını yaşamın içinden görebilmekteyiz. Siyasal alanda çürüme kendini bu şekillerde ortaya koymaktadır.
Kriz her anlamda derinleşirken kapitalistler dünyayı yeniden bir paylaşım savaşının içine soktular. Kapitalistler için savaş demek yeniden üretim, yeniden yatırım alanları demektir. Savaş için üretim yapılırken, her ülke savaş ekonomisine yoğunlaşırken siyasal iktidarların otoriterleşmemesi imkânsızdır. Savaş her anlamda toplum açısından yıkım demektir. Milyonlarca insanın yaşamını yitirmesinin, yaşadığı yerden başka bir yere göç etmesinin, göç ettiği topraklarda yaşadığı sorunların, yoksullaşmasının, aç kalmasının sermaye sınıfı açısından hiçbir önemi yoktur. Önemli olan insanların geleceği değil sermayenin geleceğidir. Suriye’de yaşanan savaşla birlikte milyonlarca insan yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kalmıştır. Yüz binlerce insan savaş nedeniyle ölmüş ve sakat kalmıştır. Başka ülkelere göç edebilenler de ölümle yaşam arasında ince bir çizgide yaşam mücadelesi vermektedirler. Birçoğu iyi bir yaşam umuduyla kaçak yollardan Avrupa’ya ulaşmak isterken Akdeniz’in derin sularında yaşamlarını yitirdiler. Sermaye sınıfı ve onların siyasi temsilcileri timsah gözyaşları dökmekten başka bir şey yapmadılar. Kendilerinin yarattığı bu sorunlar karşısında suçu birbirlerinin üzerine attılar.
Kapitalist sistemde bir tarafta zenginlik birikirken diğer tarafta yoksulluk birikiyor. Dolar milyarderlerinin sahip olduğu zenginlik artarken, dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu sayıları her geçen gün artacak şekilde açlık, yoksulluk uçurumuna yuvarlanıyor. Teknolojik gelişmelere ve üretime bakılacak olsa dünyada hiçbir insanın açlıktan ölmemesi gerekiyor. Oysa her yıl milyonlarca insan açlıktan, basit hastalıklardan, susuzluktan yaşamını yitirirken sermaye sahipleri şatafatlı yaşamlarına devam ediyorlar. İtibardan tasarruf etmeyenler, her şeye yağmur gibi zamlar yağdırırken “zam yok, fiyatlar güncelleniyor” dese de, işçileri düşük ücretlere mahkûm ediyorlar. İşçi sınıfının kazanılmış haklarını gasp etmek için her yolu deniyorlar. Sistem krizi derinleştikçe işsizlikte rekor üstüne rekor kırılıyor. İş güvenliği önlemleri maliyet olarak görüldüğü için gerekli önlemler alınmıyor ve iş cinayetleri artıyor. Çalışma saatleri her geçen gün uzatılıyor. İnsanların alım gücü, yaşam standartları daha da düşüyor.
Bugün insanların büyük bir çoğunluğu kredi borcu ödemektedir. Borçsuz insan neredeyse yok. İşsiz kalmanın borç batağındaki bir işçi için ölümden bir farkı yoktur. O nedenle son zamanlarda işsiz kalan birçok insanın intihar ettiği medyaya yansımaktadır. Birçok intihar vakası ise haber bile yapılmamakta. Toplumda intiharların, hırsızlığın, cinayetlerin arttığını görmekteyiz. İnsanlar içine girdikleri sorunlar karşısında çıkış yolu bulamıyor. Anti-depresan kullanımı her gün katlanarak artarken birçok genç uyuşturucu madde bağımlısı haline geliyor. Birçok kadın ekonomik zorluklar nedeniyle bedenini pazarlıyor, fuhuş bataklığında boğuluyor. Kapitalist sistem çürüdükçe kadınlara ve çocuklara yönelik cinsel saldırılar ve şiddet de artıyor. Bir kadın bakanın çocuk istismarı ile ilgili “bir kereden bir şey olmaz” dediği bir yerde fazla söze hacet yoktur.
İnsanlar arasında güvensizlik her gün daha da artarken “bu devirde babana bile güvenmeyeceksin”, “her koyun kendi bacağından asılır” gibi söylemlerle insanlar birbirine yabancılaştırılıyor. Sadece kendini düşünme o kadar artmış durumda ki insanlar bütün ilişkilerine menfaat temelinde yaklaşır hale geldi. Yaşanan olaylar karşısında neredeyse tepkisiz kalınabilmektedir. Bir cinayeti kameraya çekip sosyal medyadan paylaşmak cinayeti önlemek için müdahale etmekten daha önemli hale gelmiştir. Ya da sosyal medyadan yapmış olduğu paylaşımlarla tepki vermeyi yeterli görmektedir insanlar. Emekçiler geçmiş günlerdeki dayanışmadan, yardımlaşmadan bahsederken aslında kapitalizmin yarattığı yabancılaşma ve çürümeden rahatsızlıklarını dile getiriyorlar. Fakat bunu değiştirmek için ya ne yapacaklarını bilmiyorlar ya da başkalarından bekliyorlar.
Kapitalist sistem çürüyor, çürüdükçe ilişkileri de insani değerleri de çürütüyor. Siyasal, ekonomik ve sosyal alanda tüm toplumu çürüten kapitalist sistem insanlığa güzel günler vaat etmiyor. İnsanın insanı sömürmediği, huzur ve refah içinde bir yaşam ancak ve ancak kapitalist sistemin olmadığı, sınıfların ve sınırların ortadan kalktığı bir dünyada mümkündür. İşçi sınıfı örgütlenip birlik ve dayanışma içinde böylesi bir dünya için mücadele ettiğinde güzel günler gelecektir.
link: Esenyurt’tan bir metal işçisi, Kapitalist Sistem Çürüyor, Çürütüyor!, 4 Ekim 2019, https://marksist.net/node/6756
Çin Devrimi Üzerine
Emekçiler Can Derdinde, Rejim Düzeni Koruma ve Rant Derdinde