Biz seninle, bundan kırk sene evvel yaklaşık, bir mahalle kavgasında tanışmıştık. senin gözünün altı morarmış, benim ise bir dişim kırılmıştı. Bir de; bayramlarda bile giymeye kıyamadığım mavi gömleğim yırtılmıştı. Dişimin kırıldığına değil de mavi gömleğimin yırtıldığına yanmıştım. Akşam, babamdan yediğim tokattan sanmıştı evdekiler oysa ben, mavi gömleğim için ağlamıştım. Senin anan çırçırda çalışırdı toz-duman; öksürdüğü zaman ciğerleri sökülürdü… Benim anam, zenginlerin evlerinde çamaşır yıkar, evde üç çocuğa bakar, elleri hep sabun kokardı. Sizin ev, caddenin hemen başında, gönül bakkaliyesinin yanında çukurdaydı biraz bizim ev yazlık sinemanın karşısında üçüncü katta. Yağmur biraz fazla yağsa, sizin evi su basar, bizim evin damı akardı Bir leğeni vardı anamın; kırmızı Çamaşırları yıkardı bazen, bazen de bizi Babam tamir ettiremezdi de damımızı Kırmızı leğeni koyardık damlayan yere Yağmurlu bir akşamın sabahında gene Henüz altı aylık kardeşim Suzan Atıvermiş kendini leğene Uyanamasaydım eğer birkaç dakika daha Ailece uyanacaktık, Feryat figan dolu bir sabaha “ulan, şu feleğin işine bak ki” dedi babam “şu feleğin işine bak ki; kimimizin denizin ortasında keyfini yetirir, kimimizin leğenin içinde ömrünü bitirir” Yağmur öyle yağardı ki bazen Öyle yağardı ki Islanmadık bir yeri kalmadı sanırdık koca dünyanın İşte o zaman Konu komşu kap-kacak, teneke-tabak ne bulursak sizin eve koşardık. Baban ağzına ne gelirse söylerken belediyeye, biz seninle kim daha faza su atacak diye birbirimizle yarışırdık. Bir de çemirleyip paçalarımızı Yalın ayak yağmur altında dolaşırdık Komşular neredeyse her akşam film başlamadan çekirdeklerini alır gelirlerdi bize. Anam çamaşır bulaşıktan kalan yorgunluğuna aldırmadan bir de çay demleyince kokusu bütün evi saran İşte o zaman değmeyin keyfimize. Karşımızda Türkan Şoray, üstümüzde yıldızlar ve ay, bazen kahkahalarla gülerdik karnımız yırtılıncaya kadar bazen, salya sümük ağlardık sevgililer kavuşamadıkları zaman. Sonra baktı ki “Sinemacı Celil” bu hal hal değil; yani bizim evin damındakiler sinemadakilerden çok… Bir bez gerdi boydan boya bizi keyfimizden edecek güya o astı biz kestik. o astı biz kestik… sonra Sinemacı Celil, anladı ki biz öyle kolay vazgeçmeyiz kafamıza koyduklarımızdan vazgeçti asmaktan bezi, kurtardı her gün sinemanın duvarına tırmanmaktan bizi Senin baban “biz atadan Demokrat Partiliyiz” der, Adalet Partisine oy verir, giriş kapısının üstüne “at” resmi asardı. Benim babam, Ecevit’i işçi dostu zanneder, bizim evin duvarında, “umudumuz Ecevit”. Nejat Amca işçilerin mücadelesinden bahseder Suphilerin evin duvarında “işçilerin birliği sermayeyi yenecek” yazardı. Kaldırımsız ve asfaltsızdı sokaklarımız televizyonlarımız tek kanallı. Ya bir sokakta şenlendirirdik hayatı akşamları, ya da boş bir arsa konu komşu kim varsa, bütün hepimize ev sahipliği yapardı. Gene bir akşam, dün gibi hatırlarım… bir çekirdek çitleme toplantısında kadınların söz kaynana dırdırından onun bunun şalvarından açılıp bulaşık-yalaşık, ev-bark çoluk, çocuk derdinden geçip fabrikadaki ustabaşı manyağından evdeki koca dayağına gelince dört çocuk anası yirmi yıllık dokuma ustası proleter Cemile “öyle yanıp yakınmakla olmaz kadınlar kavgaya atılmadan esaretten kurtulamaz” demişti demişti de “Şadiye” adında Amasyalı bir teyze vardı; gündelikçi patoz gibi öğütürken çekirdekleri bir yandan bir yandan da biraz şaşkın biraz da itiraz eder gibi; “biz mi kavga edecüük, kiminen kavga edecüük” demişti de panikleyerek; kadınlar “sen değil Şadiye teyze, sen değil” diyerek gözleri yaşarıncaya kadar gülmüştü. Erkekler tahta iskemlelere oturur çay sigara içerler; bir konudan bir konuya geçerlerdi. Sen ve ben bir kadınların, bir erkeklerin arasına girerdik Suphi’nin babası konuşunca Dizinin dibine kadar sokulur Anlıyormuş gibi sanki söylediklerini, ağzı açık ayran delisi gibi dinlerdik. Nejat Amca konuşmazdı da sanki yüreğinin yangınını dökerdi ellerimize. bir de; kavganın yıllarca sönmeyen ateşini düşürdü yüreklerimize o anlattıkça ben babamın çatlamış ellerini düşünürdüm anamın yorgunluktan inleyişini geceleri. Bir ölü gibi asılır, salınırdı kirpiklerimin ucunda hayalleri. Ben babamı kaybettim sonra yarım bir “ahh”la dişlilerin arasında bir baca daha yapılırken fabrikaya o yaz; Senin baban dökümdeki mesaisinden çıkar çıkmaz bol kimyonlu kaynamış nohut satardı akşamları arttırmak için çocuklarının nafakasını biraz. Bir akşam derken kaynamış nohutları satıp eve dönerken; aniden, bir çift farı tam karşısında görmüştü. Bu nasıl bir mukadderattır ki dostlar? bu, nasıl bir mukadderattır ki? döküm işçisi Muzaffer bol kimyonlu kaynamış nohut satarken ölmüştü Yoksul evlerimiz dizilmişti sıra sıra yoksul sokaklarımıza Bazılarımız “din, iman” diyenlerin peşinden giderdik, bazılarımız “vatan, millet” diyenlerin bazılarımız da, “işçi dostu” gibi görünüp mavi gömlek giyenlerin… Ve fakat; yoksul evlerimiz gibi yan yana omuz omuzaydık hep. ne zaman bir işçinin hakkı çalınsa; işten atılsa bir işçi ne zaman, Ne zaman şalteri indirip bir fabrika kavgaya tutuşsa patronla… İşte o zaman Suphilerin evin duvarında yazan slogan hepimizin diline dolanır, Genç, yaşlı, Çoluk çocuk Kadın erkek herkes Aynı sloganı haykırır, aynı davaya inanırdı; “İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek”
13 Eylül 2017
link: Ziya Egeli, Bölünme, “İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek”!, 13 Eylül 2017, https://marksist.net/node/5874
... önceki yazı
12 Eylül Darbesi 37. Yılında Protesto Edildi
12 Eylül Darbesi 37. Yılında Protesto Edildi
sonraki yazı ...
12 Eylül Faşizmi ve Hedefindeki İşçi Sınıfı
12 Eylül Faşizmi ve Hedefindeki İşçi Sınıfı