Bu düzende bir avuç patron, buna karşılık yüz milyonlarca işçi var. İşçi sınıfının büyük bir bölümü asgari ücret almakta. Hatta milyonlarca işçi asgari ücretin bile altında, kayıt dışı ve sigortasız çalıştırılıyor. Sendikalı işçilerin de durumu çok farklı değil. İşçi sınıfının küçük bir azınlığını oluşturan ve her geçen gün daha da küçülen bu kesim de genellikle asgari ücrete mahkûm edilmiş durumda.
Türkiye’de asgari ücret bir komisyon tarafından belirleniyor. Burjuva devletin asgari ücreti belirlemek üzere görevlendirdiği Asgari Ücret Tespit Komisyonu 9 üyeden oluşur. Bu üyelerin üçü Çalışma Bakanlığından, üçü patronlar kulübü TÜSİAD’tan, üçü ise işçilerin temsilcisi olarak Türk-İş’ten. Bu komisyon milyonlarca işçinin ücretini belirlerken, ortada patronlarla işçiler arasında bir uzlaşma olduğu görüntüsü veriyor. Devlet sanki sermayenin, patronların devleti değil de tarafsız bir kurummuş gibi görünse de aslında durum hiç de öyle değildir. Üstelik işçi sınıfının temsilcisi olarak bu komisyonda yer alan konfederasyon da, tabanının istekleri doğrultusunda hareket etmekten uzaktır. Bu ülkede yoksulluk ve açlık sınırını ortaya çıkaran araştırmaları yapan Türk-İş, asgari ücret belirlenirken işçilerin gözünü boyamak için bazen cılız itirazlarda bulunsa da sonunda açlık sınırının bile altında bir tutarın altına imza atıyor. Asgari Ücret Tespit Komisyonunda işçiler ve onların gerçek temsilcileri yoktur. Bu komisyonun amacı patronların çıkarına olan bir miktar belirlemektir. Dolayısıyla işçilere söz hakkı tanıması beklenemez.
Peki yoksulluk sınırının 1 milyar 600 milyon, açlık sınırının ise 511 milyon lira olduğu bir ülkede asgari ücretin net 351 milyon olmasının burjuvazi için anlamı nedir? Bu rakamlar Türkiye’de en az 25 milyon yoksul insan bulunduğu gösteriyor. Yoksulluğu yenmek için hatta açlıktan ölmemek için dört kişilik bir ailede dört kişi de çalışmak zorundadır. Böylece çok büyük yığınlar sanayi ordusuna ve işsiz (yedek işgücü) ordusuna katılıyor. Dört kişilik bir ailede neredeyse ev kirası için bir kişi, kısıtlı mutfak masrafları için bir kişi, eğitim ve giyim için bir kişi, geri kalan tüm ihtiyaçlar için de bir kişi çalışmak zorunda. Kültürel faaliyetler, eğlence ve dışarıda yemeğe çıkmak zaten mümkün değil! Hem maddi açıdan, hem de işçinin bu tür faaliyetlere ayıracak boş zamanı kalmadığından!
Asgari ücret patronların, işçinin ve ailesinin sırtında şaklattığı kırbacıdır. İşsizlikten dolayı herkes dayatılan kölelik koşullarına katlanmak zorunda. Uzun iş saatlerinin üzerine eklenen yoğun mesailer bir azap haline gelse de ücretini yükseltebilmek için işçiler bu mesailere “rıza” göstermek zorunda. Tüm işçiler yaşamlarını sürdürebilmek için insani ihtiyaçlarının büyük bir kısmından feragat etmek zorunda. Buna karşılık patronlar ucuzdan da ucuz işgücünün azami sömürüsü üzerinden servetlerine servet ekliyorlar. Kapitalizmde ücretler asgari, sömürü azamidir.
Açıkça görülüyor ki, bu dünya bizim için sadece zorunluluklar dünyası. Ücretli kölelik düzeninde biz işçiler için insanca bir yaşam mümkün değil. Bizler insanca çalışmak, insanlar için üretmek ve insanca yaşamak istiyoruz. Alacağımız ücretleri kendimiz belirlemeliyiz. Bu ücret insani tüm ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek bir ücret olmalıdır. Çalışma saatleri sekiz saatin altına düşürülmelidir. İşçi sınıfı bu taleplerini yükseltmelidir. Ancak iş saatlerinin düşürülmesi ve ücretlerin yükseltilmesi sömürünün biteceği anlamına gelmez. Ücretli kölelik düzeni işçilerin böyle taleplerini işçi sınıfının örgütlü gücünün basıncı olmadan yerine getirmez, getirse bile kalıcılaşmasına izin vermez. İlk fırsatta tüm kazanılmış hakları geri almaya çalışır.
İnsanca bir ücret ve iş saatlerinin kısaltılması ancak ve ancak işçi sınıfının mücadelesiyle olur. Bu talepler doğrultusunda işçi sınıfının vereceği örgütlü mücadele ücretli kölelik düzeninin ortadan kaldırılması mücadelesine bağlanmalıdır, bu hedefe hizmet etmelidir.
KAHROLSUN ÜCRETLİ KÖLELİK DÜZENİ!
link: İMES’ten bir MT okuru, Asgari Ücret Sefalet Ücretidir!, 9 Aralık 2005, https://marksist.net/node/571
Burjuva İşçi Partileri Üzerine
Devrimci Olmaktan Korkmak