Söyleyeceklerime Milliyet gazetesinden okuduğum bir köşe yazısıyla başlamak istiyorum. Gözünüz aydın deyip müjdeyi veriyordu bu köşe yazısı: vergiler yağıyor! Hem de ne vergi! Nefes alsanız vergi!
Haberleşmeye, telefona, telekse, telefon kartına, elektriğe, likit gaza, doğal gaza, otele, motele, yani aklınıza gelecek her şeye vergiler artırılıyor. Efendim kolayı var: Telefonla konuşmazsın, faks çekmezsin, teleks göndermezsin! şart mı elektrik, şart mı doğal gaz ya da tüp gaz! şart diyorsanız, “başka türlü yaşanmaz” diyorsanız “sen bizi mağaraya mı gönderiyorsun” diyorsanız, bir seçenek daha var dağa çıkın! Kurun kulübenizi, yakın çubuğunuzu, bakın keyfinize! Hele otel, motel gibi yerlerden alınacak vergiden kaçmak kadar kolayı var mı? Gitmezsiniz, kalmazsınız, gezmezsiniz olur biter, vergi sıfır!
Bu yazıyı kim okursa okusun Türkiye’de yaşanan ekonomik durumu ve izlenen mali politikaların ne denli insan hayatındaki temel ihtiyaçların sömürülmesi üzerine dayandığını anlayabilir.
İnsanoğlunun yaşamını sürdürebilmesi için gerekli temel ihtiyaçlardan bile vergi adı altında sayısız biçimde kesintiler yapılmaktadır. İçtiğimiz sudan tutun da, bindiğimiz arabaya, döktüğümüz çöpe, giydiğimiz elbiseye, oturduğumuz eve kadar vergi...
Kapitalist devlet düzeni bizi mağaraya, dağa göndermese de ellerimizi kollarımızı bağlayıp bizim evden dışarı çıkmamıza bile izin vermeyecek! Son dönemlerde Türkiye, AB’ye uyum paketi adıyla ekonomide yaptığı değişiklerin yanı sıra mali teşkilatlanmasında da bir takım değişiklikler yaptı. Bu değişikliklerin en göze batanlarından biri de, belediyelerdeki İl özel İdaresi ve Belediye Gelirleri Kanunu tasarısına göre belediyelerin mali yapılarını güçlendirmek ve geliştirmek için belediye sınırları içerisinde yaşayanlardan “belediye payı” adı altında kesintiler yapılmasının öngörülmesidir. Sınırlar içerisinde yaşayanlardan kesilecek olan bu vergi oranları 2 ile 20 YTL arasında değişmektedir. Yapılan bu değişiklerden sonra, sabahtan akşama kadar çalışan asgari ücretli bir işçinin, yapılan tüm kesintilerden ve ödediği vergilerden sonra elinde kalan ücretle hayatını sürdürmesi beklenilmektedir.
2003 yılında TİSK’in yayınladığı çalışma İstatistikleri ve İşgücü Maliyeti raporlarına göre, Türkiye OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma örgütü) ülkeleri arasında çalışanlardan en çok vergi kesintisi yapan ülkeler içerisinde %42,1 ile birinci sırada yer almaktadır. Türkiye’yi ikinci olarak %41,3 ile Polonya, üçüncü olarak %40 ile Fransa ve dördüncü olarak ise %39,5 ile İsveç takip etmektedir. Bununla birlikte Kore %13,6, Lüksemburg� %9,6, İzlanda %8,9, İrlanda %7,4 oranı ile çalışanlarından en az vergi alan ülkelerdir.
Yukarıdaki istatistik verilerinin de (ki onlar bile kapitalist sistemin ekonomistlerince hazırlanmıştır) gösterdiği gibi, egemenlerin sömürü aygıtı devlet, yani burjuvanın kapitalist devleti, amacının gereğini pervasızca uygulamaktadır.
Televizyondan hatırlayalım. Fiş almamız öğütleniyordu: “Bi alış-veriş bi fiş” reklâmlarıyla ödeyeceğimiz vergilerin bize yol, su, elektrik, hastane olarak geri döneceği söyleniyordu. şimdi de bu geri dönenlere bir bakalım:
Yol: Otobanlar ücretli değil mi yani...
Su: Her ay fatura ödüyoruz. Bir de İstanbullular olarak içmek için ayrıca su alıyoruz.
Elektrik: Eminim çoğumuzun en az bir kez ödeyemediği faturadan dolayı elektriği kesilmiştir.
Okul: Okula ilk kayıt esnasında “bağış” yapmayanların çocukları ödeyebilecekleri “bağış”ı kabul eden okullara gitmiyorlar mı? Peki yıl içinde okulun elektriği, suyu, yakıtı, temizlik işçilerinin ücretleri ve okulla ilgili tüm giderler kim tarafından ödeniyor? Devlet tarafından mı? Tabii ki hayır. çocuğunun eğitim-öğretim olanaklarının ortadan kaldırılmasını istemeyen tüm veliler bakkaldan bile borç alıp bu paraları ödemek zorunda kalabiliyorlar. Al sana parasız eğitim! ödediğimiz vergiler bize böyle bir parasız eğitim olanağı sunuyor! çocuğu olmayanlar buna inanabilir ama olanlara kimse artık yalan söyleyemez.
Ya üniversitelerde harç yüzünden dönem uzatan öğrencilere ne demeli! Ben de bu yüzden bir dönem uzatmıştım.
Hastane: Hepimiz hastane deneyimlerimizden, o konuda da nasıl bir muameleyle karşılaştığımızı çok iyi biliyoruz.
Daha da uzar gider, ödediğimiz vergiler karşılığında bize geri dönen, döndükçe de ezen bu “hizmetler”!
Sonuç olarak, burjuva devlet düzeni, dolaylı ve doğrudan vergileriyle yaşamımızı dört bir yandan kuşatmış ve bizi “sözde yaşıyor” hale getirmiştir. Bu arada burjuvalar kendi koydukları yasalara burada da uymuyorlar, çeşitli manevralarla vermek zorunda oldukları vergileri bile vermekten kaçıyorlar. Ama onların devleti, yaşayabilecek kadar bile ücret alamayan işçinin, emekçinin gırtlağını sıkarak “ne kadar koparırsam kârdır” mantığıyla canını çıkarmaktadır. Ve devlet sanki burjuvaziden bağımsız, bir yüce hakem gibi göründüğünden, vergisini kaçıran küçük-burjuvalara sitem ediyor, bazıların teşhir ediyor ama büyüklere dokunmuyor tabii ki. Ve bu tavrıyla adil görünmeye çalışıyor. Biz de buna inanıyoruz.
Evet, burjuva devlet, yani burjuvazinin ta kendisi, bizi hem köle gibi çalıştırıyor, hem de kendi yarattığı sistemin tüm yükünü bizim sırtımıza bindiriyor. Bu sistemin de çok güzel, eşsiz, ezeli ve ebedi bir sistem olduğuna inandırıyor, ona karşı çıkmamamız için bizi çeşitli hayallerle oyalıyor, yalanlarla kandırmaya çalışıyor. Biz inanmaya devam edersek, çocuklarımıza daha da rezil ve sefil bir hayattan başka bir şey bırakamayız. Bizi yaşadığımız dünyayı anlamaktan aciz bırakan, ona yabancılaştıran, insanlara yabancılaştıran ve bu yüzden de kendimize yabancılaştıran bu düzen, onun devamından çıkarı olanlarla birlikte yıkılmayı hak ediyor. Bunun için, tüm üretenlerin, yani işçilerin, yani bizlerin bir sınıf olduğumuzun bilincine varmamız, kendi sınıf tarihimizi öğrenmemiz, Marksizmi öğrenerek bilinçlenmemiz, örgütlenmemiz ve mücadele etmemiz gerekir.
link: İstanbul’dan büro emekçisi bir MT okuru, Ödediğimiz Vergilerin Karşılığı “Hizmet” mi Sefalet mi?, 3 Mart 2005, https://marksist.net/node/410
8 Mart ve Zehra Kosova
Tek tek ağaçları değil, ormanı görmeliyiz