Ders almamız gereken öyle durumlar karşımıza çıkıyor ki bu kadar da olur mu diyoruz. Evet yine bir fabrika ve işçiler yine kapı önündeler. Fakat işçi sınıfının örgütsüzlüğü, kendi en basit gündelik mücadelesini dahi nasıl yürüteceğini bilememesi, işçi sınıfımıza birazdan anlatacağımız trajikomik olayı yaşatabiliyor.
Sorularımızı sıralayalım. Sorunun yaşandığı fabrikada sendika var mı? Evet, Türk-İş’e bağlı Türk-Metal Sendikası. Fabrika ne zamandır sendikalı? 1989’dan bu yana, yani 15 yılı aşkın bir süredir. Fabrikada kaç işçi çalışıyor? 220 işçi ve yönetim katındakiler. Yaş ortalamaları nedir? Çalışanların büyük çoğunluğu 30 yaşın üstünde. İşçilerin bu fabrikadaki kıdem durumları nedir? En az çalışan 7 yılı aşkındır bu fabrikada çalışıyor, birçoğu ise 10 yılın üstünde.
Gebze'de Filtre2000 olarak faaliyet gösteren fabrika, 2001 yılından itibaren işçilerin bütün yasal haklarını kabul ederek ismini Filtresan olarak değiştiriyor. Bugün yaşanan olumsuzlukların başlangıç tarihini, işçi arkadaşlar 2001 yılı olarak anlatıyorlar. Aslını söylemek gerekirse 2001’den bu yana ne yaşadıklarını bilinçlerine çıkarmışlar da diyemeyiz. 2001 yılından itibaren, çalışan işçi kardeşlerimizin maaşları düzensiz ve eksik ödeniyor, sosyal hakları gasp ediliyor ve sendikanın işçilerden habersiz yaptığı %47’lik MAAş İNDİRİMİNE eyvallah diyerek fabrikada çalışmaya devam ediyorlar. %47’lik gaspa karşı işçiler bir dava açsa da halen sonuç alınabilmiş değil. Bu sırada içeride sorunlar karşısında ortak hareket etmeye çalışan işçiler bir türlü birlikteliği sağlayamayıp sürekli çözülme ve bölünmeleri yaşadıktan sonra pes edip sendikanın direktifleri doğrultusunda hareket etmeye devam ediyorlar. Sendika ise patron yanlısı tutumunu hiç mi hiç değiştirmeyip işçileri oyalamaya devam ediyor. Ama işçiler de bu oyalamaya çanak tutuyorlar.
Sendikanın ve temsilcilerin işçilerin sorunlarına duyarsızlığı had safhada olmasına karşın işçiler temsilcilerin söylediklerini emir sayıyorlar. Her şeye rağmen işçiler sendika temsilcilerine körü körüne güveniyorlar. Daha sonra hiçbir şeyin değişmediğini anlamaya başlayan işçiler başka çareler aramaya koyuluyorlar. çıkmazın içinde bulunan işçi kardeşlerimiz hiçbir ciddi mücadele aracı, yöntemi denemeden, içeride bulunan alacaklarını kurtarabilme umuduyla iş akdini tek taraflı feshedip tazminatlarını ve birikmişlerini almak için “dahiyane” bir keşifte bulunuyorlar. Böylece yasal haklarını almayı umut ediyorlar. Bu fikri onlara verenlerin kim olduğunu tahmin etmemiz çok zor olmayacak. Evet bu fikri, birkaç satılmış işçi ve sendika temsilcileri tavsiye buyurmuşlar. İşçiler kıdem tazminatlarını almak için 220 kişi ile birlikte iş akitlerini tek taraflı feshettiklerini söylüyorlar. Tabii ki bu ilk operasyonda sendika temsilcileri de işçilerin yanındaymış gibi gösterişler yapıp dışarı çıkıyor!
Bu andan sonra, işçiler, sendika, avukat ve patron arasında yaşananları anlamak gerçekten çok zor. Ama şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; işçiler, sendika, avukat ve işverenin maskarası olmuşlar. Nereye istenirse yönlendirilmişler.
20 Temmuz 2004 tarihinde iş yasasının tek taraflı fesih hakkını kullanarak işyerine noter kanalı ile bilgi veren işçiler fabrikanın geliş yolu üzerinde bekleşmeye başlamışlar. Beklemelerindeki amaç haklarını almak ve orada olduklarını, bırakıp gitmediklerini göstermekmiş. Bunun hemen ardından sendika temsilcileri işverenle görüşüp toplam 150 milyarlık bir ödemenin yapılacağı sözünü almışlar. En azından böyle bir yalan haber ortalığa salınmış ve işçilerin gevşemesi sağlanmış. Aradan birkaç hafta geçtiğinde fabrika içinde yakalanamayan birliğin fabrika dışında yakalanacağını uman işçiler çözülmeye başlamışlar. İlk önce sendika temsilcileri olmak üzere birçok işçi işe geri dönmüş. İşe hangi pazarlıklarla geri dönüldüğü bizim ve kapı önünde bekleyen işçilerin bilgisi dışında.
İşe tekrar dönenler, eş dost ve akrabalarını da işe başlatmışlar. Bu kısa zaman zarfında olayların kısmen farkına varmaya başlayan işçi kardeşlerimiz çareyi kendi öz gücünde aramak yerine avukata başvurmakta bulmuş. Randevu istenmiş, avukat görüşmeyi kabul etmiş. Avukat işçilere tazminat ve içerideki alacakları ile ilgili olumlu şeyler söylemiş.
Sendika, temsilciler de işe döndükten sonra tamamen işçileri savsaklamaya başlamış. Fakat işçilerin görüştüğü avukatın kim olduğunu öğrenen sendikacılar ve temsilciler avukat ile sıkı ilişkiler içine girmeye başlamışlar. Avukatın ilk tutumu iyi ve işçilere yardımcı olur tarzda iken daha sonra işçilere “yapılabilecek pek bir şey yok” demeye başlamış. İşçilerin söylediklerine göre avukatın bu yeni tutumunda sendikanın da parmağı var. Bu olayların yaşanmasından etkilenen bilinçsiz işçi kardeşlerimizden yaklaşık 100 kişi tekrar işlerinin başına dönerek çalışmaya başlamış. Diğer işçiler ne yapacaklarını bilmez halde kapı önünde bekleşmeye devam etmişler. Yaşanan çözülmeler, polisin tutumu ve içeride çalışan işçiler tarafından yapılan tacizler sonucu işçilerin sayısı gün geçtikçe düşmüş. Ziyaret ettiğimiz günlerde abartılı bir korumacılık ve çaresizlik hastalığına yakalanan işçiler, kendilerini ziyaret edenlerin konuşmalarının ve fikirlerinin, mücadelelerine zarar verdiklerini söyleyip duruyorlardı. Bu arada sendikanın da böyle ziyaretleri hoş karşılamadığını ifade ettiler. Sendikanın ve temsilcilerin tutumlarını eleştirip onların kendilerini sattıklarını ifade eden işçilerin, ziyarete gelenlerle ilgili bu tür tavır takınmaları gerçekten acı verici bir manzara.
Kapı önündeki bekleşme sürerken görüştüğümüz işçilerin bazıları geçmişi anımsayarak patronlarını nasıl sahiplendiklerini, onun için ne fedakârlıklar yaptıklarını anlatıyor. 2000 krizi sonrası patronun borçlarından kaynaklı fabrikaya gelen icra memurlarını kovup hırpalayan, araçlarını kıran ve hacizli malları bir gecede dışarı kaçıran işçiler yaptıklarıyla övünerek patrona nasıl yardımcı olduklarını söylüyorlar. Patronlarının mallarını ve çıkarını nasıl kolladıklarını anlatıyorlar. Sanki bugün kapı önünde bekleşenler aynı işçiler değilmiş gibi! Kafaları karmakarışık olan işçiler bir öyle söylüyorlar, bir böyle.
Fabrikanın kıyısında bekleyen işçilerin söylediğine göre fabrikada çalışmaya yeni başlayan işçiler arasında iş kazaları başlamış, bir işçinin parmağı kopmuş. Patron, en kolayından, işçileri birbirinin alternatifi haline getirip işlerini sürdürüyor. Birinin eli kopmuş, parmağı kopmuş onun umurunda değil şüphesiz. “İşler yürüyor mu?” önemli olan budur. Fakat dışarıda bekleyen işçiler de durumu değerlendirirken şunu düşünüyorlar: “Biz kalifiye işçiyiz onlar acemi, eh en sonunda bizi yeniden işe alacaklar”. Ancak fena halde yanılıyorlar. Bu saatten sonra işe dönseler bile patronun hangi çalışma koşullarını dayatacağından habersizler.
Sınıf bilinçli işçiler, kazanmanın ancak kendi öz gücümüze, örgütlülüğümüze ve mücadele deneyimlerimize güvenmekle mümkün olduğunu bilirler. Görevimizin de bu deneyimi, bilgiyi tüm işçi kardeşlerimize ulaştırmak olduğunun bilincindeyiz.
Bilinçsiz, plansız, belirsiz atılan adımların, bizleri çaresizlik içinde bitirdiğinin örneğidir bu fabrika. Bizler sorunu bir bütün olarak dünya kapitalist sisteminin kendisinde aramak zorundayız. Kapitalist asalakların çıkardığı yasalar kendilerinden başka kimseye fayda getirmez. Bizler öz gücümüze değil patronların yasalarına güvenirsek kaybedeceğimiz kesindir. Deneyimsizlik, bilgisizlik, cahillik kaderimiz değildir. Bizler işçi sınıfı için öğrenilmesi gereken en temel şeyin kendi bilimi yani Marksizm olduğunun bilincindeyiz.
link: Gebze'den MT okuru metal işçileri, Yaşananlardan Ders Alalım, 14 Eylül 2004, https://marksist.net/node/333
Michael Moore’un Fahrenheit 9/11 filmi
Sendikal Yasalarda Yeni Düzenlemeler