Temmuz 1919’da, Batı Virginia Kanawha’daki Sissonville Açık Cezaevi’nde hüküm süren acımasız koşullar dikkatimi çekti. Ortaçağ yöntemleri bu bölgeye yabancı şeyler değildi. Oradaki kömür kamplarında, serflik ve kölelik hüküm sürüyordu. En vahşî köleciliği ise bu açık cezaevinde gördüm.
Eyalet ve ülke yöneticileri Bolşevizmin tehlikelerinden ciyak ciyak şikâyet ediyorlar, ama binlerce Bolşeviği doğuracak bir sisteme göz yumuyor ve destekliyorlardı. İkiyüzlü adamlar sürüsü, sözümona tehlikeli “kızıllar”ı durdurmak, gerçekteyse emeğin sömürücülerinin çıkarlarını korumak için, bir zabıta/polis örgütü yaratmışlardı. Sermaye çevreleri ve onların uşağı bölge ve eyalet yöneticileri, işçilerin, ekmek talep eden sakin ve cılız sesini bastırmak için, yasa, düzen ve Amerikan değerleri hakkında uluyup yaygara koparıyordu.
Sendika örgütçüleri Mooney ve Snyder ile birlikte, mahkûmların bir bölge karayolu yapımında çalışmakta oldukları Kanawha açık cezaevine gittim. Kavurucu bir sıcak vardı.
Yaklaşık kırk adam kazma kürek sallıyordu; aralarında kır saçlı yaşlılar vardı, bazıları çok gençti, bazıları hastaydı ve hepsi bedenen ve ruhen çökmüştü. Daha genç olan bazıları zincire vurulmuştu. Yürürken ve çalışırken, ağır bir demir topu ve zinciri sürüklemek zorundaydılar. Geride kalırlarsa, bir karayolu yetkilisi onları dürtüyordu. Adam beli bükülmüş mahkûmların üzerindeki güneş kadar acımasızdı.
Bu adamlar, mahkemelerde, küçük suçlar için verilen hafif cezalar almışlardı, fakat bu karayolu yetkilisi, en küçük bir kuralın ihlali gerekçesiyle cezaları uzatabiliyordu. Yarım litre likör bulundurmaktan 30 gün ceza almış olan bazı adamlar, 1 yıldır cezaevindeydi. Başka birisi bana dedi ki, hasta birine biraz viski götürüyormuş. Tutuklanmış, 60 gün ve 100 dolar cezaya çarptırılmış. Para cezasını ödeyemeyince açık cezaevinde 5 aya mahkûm edilmiş, çektiği cehennem azabı nedeniyle kaçmaya kalkışmış. Yakalanmış ve 4 ay daha ceza almış.
Gece olunca, bu perişan topluluk, berbat yatakhanelerine sokuldular. Orada, adamların bazıları için demir kafesler vardı. Ve üstlerinde sadece ince kumaş bir şilte olan demir ranzalar. Altı mahkûm bu kafeslere tıkılmıştı. İçerisi çok pis kokuyordu. Etraf haşarat doluydu.
Genç bir adam, bazısı zührevi hastalıklardan mustarip 16 zenciyle birlikte, havalandırması olmayan, hemen hemen 16’ya 20 adımlık bir hücrede kalıyordu. Kanalizasyon yoktu ve bu topluluk için tek tuvalet, altındaki fıçıyla, hücrenin tabanındaki bir delikti. Fıçı tamamen dolmadan boşaltılmıyordu. Kocaman açgözlü sinekler, hücrenin ve kafeslerin orasında burasında vızıldıyor; adamların çıplak bedenlerine yapışıp kalıyorlardı.
Hastalar için ne bakım ne de ilaç vardı. Sağlıklılar, hastalardan korunmuyordu. Bu perişan sahipsizler ordusundan hiç kimse, karayolu denetçilerinin zalimliğine karşı herhangi bir korunmaya sahip değildi. Bir mahkûm denetçiler tarafından kazma sapıyla dövülmüştü. Yaraları tedavi edilmemişti. Bir diğeri, avukatıyla görüştürülmemişti.
Onların içinde bulunduğu koşulları vâliye anlatmanın işe yaramayacağını biliyordum. Biliyordum ki, ne umursayacak ne de ilgilenecekti. Seçim zamanı değildi.
O akşam Charleston’dan trene bindim ve doğruca Washington’a gittim. Sabah, Adalet Bakanlığı’ndaydım. Sissonville açık cezaevinde gördüklerimi; pis kokulu, hastalık kaynağı hücreleri, mahkûmlara yemek diye verilen artıkları, zalim muameleyi Adalet Bakanı’na anlattım. Orada federal mahkûm bulunup bulunmadığını soruşturmasını rica ettim. Hemen bir soruşturma yapacağına söz verdi. Yaptı da. Bu çetenin elinde elbette federal mahkûm yoktu, fakat soruşturma onları fazlasıyla korkuttu. Federal görevlilerin oraya gittiğinin ertesi günü yasadışı olarak orada tutulan on beş mahkûm serbest bırakıldı.
Bu beterin beteri istismarlar, en azından, bir süre için giderildi.
İşler ne zaman kötü gitse, şikâyetlerimi genellikle ulusal hükümete taşıdım. Çözüm üretmek için, bunu yapmaktan gocunmam.
Demir parmaklıkların ve şiddete başvurmanın, suçlara çözüm olabildiğine inanmıyorum. Ve kesinlikle hissediyorum ki, bizim büyük aydınlık ülkemizde, ortaçağa ve onun suçlulara uyguladığı işkence biçimlerine dönmemiz için hiçbir sebep yoktur.
link: Mary Harris Jones, Bölüm 23 - Batı Virginia’da Bir Açık Cezaevi, 28 Ağustos 2013, https://marksist.net/node/3310