Elif Çağlı’nın Küreselleşme kitabından yararlanarak hazırladığım konuyla, küreselleşmenin kapitalizmi ebedileştirecek sihirli bir iksir olmadığından bahsettim ve devam ettim: “Küreselleşme kavramını duymayanımız yoktur arkadaşlar. Küresel saldırı, küresel ekonomi, küresel terör vb. Küreselleşme neydi? Ne zaman tarih sayfalarında yerini almıştı? İnsanlık tarihinde nasıl bir etki yaratmıştı? Küreselleşme 1980’li yıllarla beraber hayatımıza girmişti. Bilgi toplumu, kapitalizm ötesi toplum etiketleri eşliğinde yeni bir dünya düzenin habercisi olarak kitlelere reklâmı yapıldı. Kapitalist üretim tarzından bağımsız yepyeni bir olguymuşçasına ele alındı. Refah devleti, sosyal devlet anlayışının müjdecisi olarak piyasaya sunuldu. Emperyalizmin üzerine giydirilmiş bir kılıf olduğundan bahsedilmedi. ‘Kitleleri cehalete sürüklemenin adıdır’ denilmedi. ‘Barbarlığın modern adıdır’ denilmedi. ‘Savaşları meşrulaştırmanın parolasıdır’ denilmedi.” Burjuvazinin kirli çamaşırlarını ortaya dökerek sunumumu sürdürdüm.
Kıdem tazminatlarının kaldırılmak istendiğini anlattım. Patronların her geçen gün artan saldırılarından bahsettim. Dünya işçi sınıfının hak gaspları karşısında ayağa kalktığını anlatarak devam ettim. Kıdem tazminatlarının fona devredilmesiyle ilgili kısımdan bahsederken, öğrenci arkadaşlardan birinden bir açıklama geldi. Kıdem tazminatlarının fona devredilmesinin avantajlarından bahsetti. “Kıdem tazminatlarını hak ettikleri halde alamayan işçiler artık devlet fonunda biriken parayı çok rahat bir şekilde alabilecek. Bu da işçiler açısından önemli bir kazanımdır” dedi. Fakat arkadaşımız fonların başına neler geldiğini hesaba katmamıştı. Ben de hatırlatmak zorunda kaldım: İşsizlik fonu patronların ceplerine girmişti, deprem fonuyla duble yollar yapılmıştı.
Bir başka soru da şuydu: Immanuel Wallerstein, Paul Sweezy gibi Marksist iktisatçılar küreselleşme kavramına, benim Küreselleşme kitabından yararlanarak anlattığım tarzda bakmıyorlarmış. Daha iyi bir kapitalizmin hayalini kuruyorlarmış. Cevabım şu oldu: “Arkadaşlar, sunumumdaki sözlerin bir bölümü Marx’ın kitaplarından alınmıştır. Sizlere elimden geldiğince burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki farklardan bahsettim. Marksizm işçi sınıfının ağzından konuşmaktır. İşçiden yana olmaktır. Ben burada sizlere burjuvazinin söylemlerinden de bahsettim. Şimdi siz karar verin. Kendisine Marksist diyen akademisyenler işçi sınıfının diliyle mi konuşmuştur yoksa tam tersine burjuvazinin diliyle mi?” diyerek soruyu soruyla cevapladım.
Resimlerle desteklenen sunumumda konumu anlatabilmek için kullandığım çok ilginç kareler de vardı ve öğrenci arkadaşlarımın düştükleri hayreti gözlerinde gördüm. “Böylesi de olamaz” der gibiydiler. Zonguldak’ta bir maden işçisinin, kömürün karasından tanınamayacak hale gelmiş yüzüne dikkatle bakıyordu. Kimisi Brezilya’da 1995’te taş ocaklarında, sırtında küfesiyle binlerce basamak tırmanan bir işçiye hayretle bakıyordu. Kimisi Afrika’daki bir çocuğun “açım ben” diyen gözlerine. Sunumumun sonunda kendi hazırladığım video vardı. Videoda, dünyanın çeşitli ülkelerinden isyan görüntüleri vardı. Kapitalizme karşı başkaldırıları izledik. “Küreselleşmeye hayır” diyen kitleler vardı. İşçilerin ağır çalışma koşulları vardı. Videonun arkasında da John Lennon’ın Working Class Hero parçası çalıyordu. Fakat sınıfımızda ses sistemi olmamasından dolayı bilgisayarın sesiyle yetinmek zorunda kaldık. Video devam ederken ben de resimleri ve videoları tek tek anlatmaya koyuldum. Amerika’daki Wall Street hareketine geldiğimde arkadaşlardan biri Wall Street hareketinin arkasında başka güçlerin olduğunu söyledi. Ben de “Amerika’nın arkasında da birileri olduğunu ilk kez senden duyuyorum” dedim ve gülüşmeye başladık. Bu tepki gerçekten şaşırtmıştı beni.
Sunumum bitmişti. Ama hocamızın söyleyecekleri yeni başlıyordu. “Arkadaşlar” diyerek söze başladı. “Görüyorsunuz her görüşten arkadaşa söz şansı veriyoruz. Benim dersimde aksi düşünülemez zaten. Arkadaşınız kapitalizmi yıkmaktan ve yerine yeni bir sistem ortaya koymaktan bahsetti. Bence mesele yıkmak olmamalı, mevcut sistemi daha yukarılara nasıl taşımak gerekir diye kendimize sormak ve bunun için çabalamak olmalı. Sizlere, işçilerle ilgili bir anımdan bahsetmek istiyorum. Kardemir Demir Çelik Fabrikasının toplu iş sözleşmesi dönemlerinden birinde, Kardemir Genel Müdürü hocam, ‘bu süreçte sizin de yanımızda olmanızı istiyorum’ dedi ve beni yerel bir televizyondaki programa davet etti. İşçi temsilcisi bir arkadaş vardı. Sendika başkanı vardı. Ben ve genel müdür de oradaydık. Uzun konuşmaların sonunda gördüm ki işçilerle sendika arasında öylesi bir ağız farkı vardı ki şaşırmamak elde değildi. Şimdi söyleyin bana arkadaşlar, daha kendi içlerinde anlaşamazlarken nasıl olur da koskoca bir sistemi yıkmaktan ve alternatifi olan yepyeni bir sistem ortaya koymaktan bahsederler?”
Söz aldım ve cevaben şunları söyledim: “Arkadaşlar konumuz küreselleşmedir. İşçi sınıfının mücadelesinden ve Marksizmden konuşuyoruz. Sendika konusu apayrı bir tartışma konusudur. Sendikalar işçi sınıfı mücadelesinin olmazsa olmazlarıdır. Ama sendikal bürokrasi de işçi sınıfının örgütlenmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Hocamızın bahsettiği tutum sendikal bürokrasiye güzel bir örnektir. Kardemir Demir Çelik fabrikasında Çelik-İş ve Türk Metal “örgütlüdür” ve Türk Metal genel başkanı elli beş milyar maaş alan has bir bürokrattır. Artık siz karar verin, ne kadar işçiden yana olabilir böylesi bir adam?” dedim ve sunumumu bitirdim.
Sırama geçip oturduğumda arkadaşlardan bir tanesi söz aldı: “Hocam ben de Marx’ın görüşlerine değer veren biriyim. İşçiler birçok şey yapabilirler. Sizin anlattığınız gibi bir fabrikada örgütlenirken sorunlar yaşayabilirler ancak işçilerin önünde, kapitalizmin beyinleri düşünemez hale getiren büyük engelleri vardır. Bunlar göz ardı edilemez. Ancak işçi sınıfı bunları aşacaktır. Emin olun, işçilere ve işçi çocuklarına fırsat verildiğinde ne kadar muazzam işler çıkartacaklarını tahmin bile edemezsiniz” dedi ve oturdu. Ders bittikten sonra arkadaşlardan bazıları videoyu ve sunumu istediler benden. Tepkiler gayet güzeldi. Beğendiklerini dile getirdiler.
İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır. Akademik kürsülerde lafazanlık yapanlar tarihi değiştirecek kudrete sahip değillerdir. İşçiler gün gelecek dünyayı kendileri için bir daha yaratacaklardır. Tüm insanlığı kapitalizm denen vahşi sömürü düzeninin elinden kurtaracaktır. Bunu da örgütlü gücü sayesinde yapacaktır. Örgütlenelim, birlik olalım ve haykıralım hep bir ağızdan: ÖRGÜTLÜYSEK HER ŞEYİZ, ÖRGÜTSÜZSEK HİÇBİR ŞEY!
link: Marmara Üniversitesinden MT okuru bir öğrenci, Elif Çağlı’nın “Küreselleşme” Kitabı Üniversitede Sunuldu, 13 Şubat 2012, https://marksist.net/node/2927
Emperyalist Savaş Sürecinde Son Durum
GDO’lu Üretim ve Kapitalizm