Değerli devrimci dostlar,
Sitedeki yazıları okumaya devam ettikçe tüylerim coşkuyla ürperiyor. Herhalde hayatımda hiç bu kadar devrimci ruhlu olmamış, kapitalizmden ve bu lanet düzenin sahibi burjuvaziden bu kadar nefret etmemiş, etrafımda olup bitenleri ve kapitalizmin bize empoze ettiği mekanikleşmiş ve metaya endekslenmiş yaşam tarzını bu denli bilinçli bir şekilde kavrayamamıştım. Demek ki daha 27 sene öncesinde sakalı çıkmamış bir delikanlıyken sempati duyduğum devrimci fikirleri, hayatımın en verimli ve enerjik yıllarında derin bir uykuya göndermiş, onları adeta bilinçaltımın zindanlarına tıkmışım. Geleceğimi kurma ve “paçayı kurtarma” kaygılarıyla giriştiğim hayat mücadelesi ve 20 yıldır süren yurtdışı yaşamım, beni sadece pratik anlamda pasifize etmekle kalmamış, teorik olarak da neredeyse taş devrine fırlatmış.
Fakat bu konuda kendimi tek başına günah keçisi de yapmak istemiyorum. Önce 1978-80 yılları arasında içinde sempatizan olarak bulunduğum İGD hareketinde sorumluluk almış militan pozisyonundaki bazı “ağabeylerimizin” küçük-burjuva kariyerist ve burnu yukarda tutumları, sonra bir gece ansızın çıkagelen 12 Eylül faşizmi, ve nihayet TKP-İGD hareketinin gözümüzde adeta putlaştırdığı SSCB ve “Doğu Bloku”nun parçalanıp tarihe karışması, beni devrimci fikir ve hareketten soğuttu. Marksist öğretiye ve diyalektik materyalizme yürekten inanmama rağmen, kapitalizmin yıkılmasının, çok uzak bir gelecekte gerçekleşmesi mümkün olabilecek bir “bilim-kurgu” senaryosu olduğunu düşünmeye başlamıştım. Bu yanılsamalarda tabii ki kapitalist düzenin medya ve iletişim vasıtalarıyla giriştiği demagoji ve yalana dayalı propaganda bombardımanının büyük payı var. Ayrıca, kapitalizmin bir gün zaten kendiliğinden ve kaçınılmaz olarak kendi iç çelişkileri sonucu ister istemez yıkılacağı düşüncesi temelinde pasifist ve kolaycı bir felsefeyi de bayıla bayıla benimseyip, küçük-burjuva konumumun da hakkını fazlasıyla verdiğimi görüyorum. Helal olsun bana! Burada özeleştiride bulunup günah çıkararak baş ağrıtma ve zaten yeterince meşgul olan insanların boş yere zaman ve enerjisini sömürme niyeti içinde olmadığımın bilinmesini isterim. Devrimci mücadelenin ne kadar büyük özveri ve risk almayı gerektiren bir faaliyet olduğunun bilincindeyim. Hele Türkiye gibi faşizmin ayak seslerinin her an duyulduğu, faşist baskı ve saldırıların günlük hayatın parçası haline geldiği bir ülkede böyle bir mücadeleyi yürekli ve kararlı bir biçimde götürmek, canı tatlı hanım evlatlarının işi değil. Ama elbet benim de yapabileceğim bir şeyler olacak diye düşünüyorum. Devrimci virüs karışmışsa kana bir kez, bundan kurtuluş yoktur. Çünkü bu virüsün aşısını burjuvazi henüz icat edemedi.
link: Avusturya’dan bir MT okuru, Avusturya’dan Merhaba, 17 Mart 2009, https://marksist.net/node/2061
Gazi Katliamında Hayatını Kaybedenler Anıldı