Tersane işçileri bir kez daha ölümle sarsıldılar. Onlar yetmedi şimdi yüzlerle ifade ediliyor ölümler. Damla damla denize düşen işçilerden kan deryaları oluşuyor. Kan emici sermaye sınıfı ise daha fazla kâr etme yarışında. Bu kan deryası sömürü yok edilmeden kurumayacak.
11 Ağustos Pazartesi günü Gisan tersanesinde 16 işçi test için filikaya bindirildi. Filika vinçle denize bırakılırken o anda halatlardan biri koptu ve filika sulara gömüldü. Tersane işçileri 20 dakika boyunca filika içinde ölümle boğuştular. Kazayı fark eden işçiler denize atlayıp yardıma koşmasaydı 3 değil 16 işçinin tümü katledilmiş olacaktı.
Gisan tersanesi önünde işçilerle konuşmaya, acılarına ortak olmaya gittim. Salı sabahı erken saatlerde işçiler tersane kapısı önünde toplanıyorlardı. Gelen işçiler tersaneye alınmadılar. Evlerine dönmeleri söylendiği halde tersane işçileri öbek öbek bekliyorlardı. Aralarında sohbet etmelerine rağmen hiçbirinin gözleri bir an olsun tersanenin ortasındaki filikadan ayrılmıyordu. Sessizce, arkadaşlarının ölümünün suçlusunu arıyorlardı.
Tersanenin içindeki filika korkuluklarla çevrelenmiş. Tersanede hummalı bir çalışma var. Yollar temizleniyor, alet edevat düzenleniyor ve demir saçlar istifleniyor. Bir işçi “etrafı temizliyorlar” diyor. Birazdan savcı, vali gibi birileri gelecek. Onlar gelmeden etraf bir güzel temizleniyor. Deliller yok ediliyor. Alışkanlıkla tersane girişene giden işçilere “bugün çalışma yok, evinize gidin deniliyor”. Fakat işçiler yolun karşısındaki kaldırıma çıkıyor ve tersaneye doğru dalgın bakmaya devam ediyorlar.
Bir işçi “kazayı rüyamda gördüm” diyor. Dün çığlıklar içinde uyandım ve işe gelmeye korktum. Nitekim akşam haberlerini izlediğimde arkadaşlarımın öldüğünü öğrendim. Orta yaşlı bir işçi cevaplayan olur mu diye aldırmadan “insan kobay olarak kullanılır mı” diye soruyor. Hayvanlara reva görülmeyeni biz işçilere uyguluyorlar. İnsan, kum torbası yerine konulur mu? Hâlâ şaşkın hâlâ dehşet içinde.
Gisan tersanesinde kimi işçiye göre 600, kimisine göre 1000 işçi çalışıyor. Büyük çoğunluğu taşeron firmalarda çalışıyor. Örgütlü bağlar koptuğundan işçiler birbirini tanımayacak hale gelmiş. Daha önce ölen olmadı diyor bir işçi. Sonra ekliyor: “ölenlerden biri genç bir mühendismiş”. İnanamıyor mühendis bir işçinin öldüğüne. Okumuş fakat aynı kaderi paylaşmıştı genç mühendis onlarla.
Grevlere veya eylemlere katıldınız mı diye soruyorum. Hayır diyorlar. “Biz o eylemlere katılmaya korkuyoruz, hep olaylar oluyor.” Gözlerim etrafımızı saran polislere kayıyor. Kapkara elbiseleri ve silahlarıyla kara bulutları andırıyorlar. “Fakat mücadele etmeden, birleşmeden hiçbir şeyi başaramayız” diyorum. İşçilerin gözlerindeki ölüm korkusu işsizlik, hapislik ve polisin varlığıyla kat kat artıyor.
Çalışma koşulları ve ücretlerinden konuşuyoruz. Kaç yıldır sigortasız ve düşük ücretlerle çalıştıklarından yakınıyorlar. Günlük yevmiye en fazla 40 lira. Üç insan eşittir 120 lira. Her şeyin bir fiyatı var kapitalizmde. En ucuzu işçi hayatı.
Bazı işçilerin dikkatini iki tersane sonraki beyaz, yeşil balonlar çekiyor. “Tören var” diyor bir işçi. Ölen işçilerin cenaze töreni değil, yeni bir geminin denize indirilmesi töreni. Servetlerin ve sefaletin yana yana geldiği törenler oluyor aynı gün. Burjuvazinin düğünü işçilerin cenazesi aynı gün aynı saatte yaşanıyor.
Bir işçiye, doktoru, ilk yardımı soruyorum. Sağlık odası var ama doktor yok diyor. Ölen, yaralanan işçilere sadece suni teneffüs yapıldı diyor. Sonra sık sık “suni teneffüs yetmez ki” diye tekrarlıyor.
Son işçi de tersanenin önünden ayrılıyor. Ben de onların peşinden yürüyorum ve düşünüyorum. Patronlar sınıfına can, kan ve nefes veren işçi sınıfı, hayatı karşılığında sadece suni teneffüs alıyor. Posamız çıkana kadar verilen emek sonrası aldığımız suni teneffüs ile ölüme terk ediliyoruz. Sağ olan, canlı olan ne varsa kapitalizme hayat veriyor. Fakat sermaye düzeni değil mi hayat damarlarımızı kurutan? Kendimizi, sınıfımızı, geleceğimizi ve insanlığı kurtarmak için suni teneffüs yetmez. Bize lazım gelen sınıfımızın örgütlü gücünü tek nefeste birleştirmektir. Canımıza can katacak olan örgütlü gücümüzdür. Yılana değil örgütlü mücadelemize sarılmanın tam vaktidir.
link: Kartal’dan MT okuru bir işçi, Suni Teneffüs Yetmez ki!, 19 Ağustos 2008, https://marksist.net/node/1850
Dönüşüm
CHP ve Sosyalist Enternasyonal Parodisi