Komünün ezilmesinin ardından binlerce Komünar canını yurtdışına kaçarak kurtarabildi. Ancak bunlar tespit edildiklerinde çoğu kez bulundukları ülkelerin hükümetleri tarafından Fransa’ya teslim ediliyorlardı. Papa, mülteci Komünarları teslim etmeyen hükümetlere ateş püskürüyor, onların asılması gerektiğini buyuruyordu.
Victor Hugo, Brüksel’de, kaçakların geri verilmesini kabul eden Belçika hükümetini bir mektupla protesto edip evinin tüm Komün mültecilerine açık olduğunu duyurmuştu. Bunun üzerine evi hükümetin örgütlediği bir güruh tarafından basılmış ve tam bir siyasi lince maruz bırakılıp sonunda ülkeden kovulmuştu. Hugo’nun bu onurlu tutumu ne yazık ki azınlık bir sanatçı grubu tarafından sergilenecekti. Flaubert’den Dumas’ya pek çok “büyük” yazar, Komünarlara kudurgan bir şekilde öfke kusmakta birbirleriyle yarışacaktı.
Fransız burjuvazisi 1870’li yıllarda hayatını doğal yollardan kaybeden eski Komünarların mezar taşlarına Komün sözcüğünün yazılmasını dahi yasaklamıştı. Diğer Avrupa ülkelerinde de yürütülen linç kampanyası yüzünden Komünarların çoğu, Fransa’da genel affın ilan edildiği 1880 yılına dek, bulundukları her yerde kaçak yaşamak zorunda kaldı. Bu süreçte Enternasyonal, dayanışma kampanyaları düzenleyerek bu insanlara sahip çıkmaya çalıştı. İngiltere, Belçika, Almanya ve İsviçre’de Komünle dayanışma için dev gösteriler yapıldı, kıyımcılara öfke yağdırıldı, Versailles’a tepki göstermeyen hükümetler suç ortağı ilan edildi.
Dünyanın dört bir yanındaki devrimci işçiler, aradan onyıllar geçmesine rağmen her yıl Paris Komününü kutlayıp Komünarları saygıyla yâd ederken, egemenler koro halinde ona lanetler yağdırdılar. Osmanlı egemenleri de bu koronun aktif bir parçasıydılar. Thiers’in yakın dostu olan Sadrazam Âli Paşa, 25 Temmuz 1871’de yayınladığı bir genelgede, Komüne olduğu kadar onun temsil ettiği fikre, yani komünizme de öfke kusuyordu:
İşçiler, sermayedarlarla servet ve refahça eşit olmak için mevcut malları bölüşmek gibi sakıncalı-tehlikeli düşüncelere kapılmışlar. Yalnız o kadar değil, hükümet yönetimine ortak olmak da istiyorlar. 1860-61 yılları arasında beliren bu tehlikeli düşünceler, şu dokuz on yıl süresince habis ruhlar gibi Avrupa’nın her tarafına yayılmıştır. Bu nitelikli kişilerden oluşan ve teşekkül eden cemiyetin adı Enternasyonal’dir. Enternasyonal’in Londra’da bir merkezi, Amerika ve İsviçre’de şubeleri vardır. Üyeleri çoğalmış, sermayesi artmıştır. Pekâlâ bilirsiniz ki, bu vahim-tehlikeli istekler, emeller-kuruntular, dünya düzenine (nizam-ı âleme) aykırıdır. Gerçekleşmeleri –Allah göstermesin– türlü türlü ihtilâl ve uyuşmazlıklara yol açar. Böyle düşünenlerin Komüna’da neler yaptıklarını gördük. Paris’in hali meydandadır. Haydutluğu meslek edinmiş bu adamların amacı, insan toplumlarını vahşet durumuna ve hayvanlığa geri götürmektir. Hem kişiliğimize (mizacımıza) hem ahlâkımıza ters düşen bu gibi fikirlerin ülkemizde ilgi görmeyeceği doğaldır. Ancak, Osmanlı Devleti’nin toprakları çok geniş ve Padişahın kulları kalabalıktır. Bu nedenle dikkatli olmalıyız. Bu uğursuz fikirler hudutlarımızdan içeri girmemelidir. Bu bozuk düşünceli kişilerin amaç ve isteklerini yaymalarına olanak vermemeliyiz.
O günlerden bugüne, egemenlerin fikri de zikri de zerrece değişmemiştir.
link: Marksist Tutum, Dünya işçileri Komünarlara kucak açtı, 20 Mart 2021, https://marksist.net/node/7319