Metal işçilerinin Türk Metal çetesine ve MESS’e karşı başlattığı mücadele birinci yılını doldurdu. İlk önce birçok işyerinde çeşitli eylemler düzenleyen ve 26 Nisanda Bursa Kent Meydanında bir basın açıklaması yapan metal işçileri, 5 Mayısta Türk Metal’den istifa etmek üzere bir araya geldiler. Türk Metal’in paralı adamları işçilere ve işçi basınına saldırdı, bir Renault işçisi dövülerek hastanelik edildi. İşte bu andan sonra da olaylar çok hızlı gelişerek başka bir boyuta yükseldi. İşçiler Türk Metal’den dalga dalga istifa etmeye başladılar. Taleplerinin karşılanmaması üzerine Renault işçileri, 15 Mayıs’ı 16 Mayısa bağlayan gece yarısı tüm fabrikada üretimi durdurdular. Renault işçilerinin çaktığı bu kıvılcım hızla Bursa’daki fabrikaları etkisi altına aldı ve iş durdurma Tofaş dâhil pek çok kente ve fabrikaya yayıldı.
“Metal fırtına”yı yaratan süreç
Peki, ne olmuştu da metal işçileri artık yeter demişlerdi? Ne istiyordu metal işçileri? Meselenin bu boyutu üzerinde bilhassa durmak gerekiyor. 1980’den sonra, işçi sınıfının haklarına büyük darbeler indirildi. Patronlara hizmet eden düzen partileri, işçilerin haklarına tek tek el koydular. Turgut Özal’dan Bülent Ecevit’e, Tansu Çiller’den Recep Tayyip Erdoğan’a bu durum hiç değişmedi. Ancak AKP iktidarı altında saldırıların dozu daha da arttı. Emeklilik yaşı uzatıldı. Devlete ait işyerleri özelleştirildi, sendikalı ve kadrolu işçiler işten atıldı. Sosyal haklar büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. İş yasası değiştirilerek taşeronluk ve esnek çalışma biçimleri yasalaştırıldı. Taşeron olarak çalışan işçilerin sayısı çığ gibi büyüdü. Asgari ücret düşük tutularak tüm ücretler baskılandı, aşağı çekildi. İş saatleri fiilen uzatıldı. İşçilerin çalışma ve yaşam koşulları her geçen gün kötüye gitti. İş kazaları ve iş cinayetleri patlamalı olarak yükseldi. Buna karşın patronların sermayesi büyüdükçe büyüdü. Türkiye ekonomisi dünyada 18. sıraya yükseldi. Türkiye’deki dolar milyarderlerinin sayısı 4’ten 50’ye çıktı.
Gerçek şu ki, ağır çalışma koşulları altında ezilen işçi sınıfının yaşamı, yük hayvanlarının yaşamından farklı değil. Uzun saatler tempolu bir şekilde çalışan, bitkin düşen, ailelerinin yüzünü göremeyen, sosyal yaşamdan kopan, geçim derdi çeken metal işçileri bıkmışlardı. “Metal fırtına”nın ilk günlerinde, protesto gösterisine katılan Renault’dan bir işçi şöyle diyordu: “Motoru yakmış durumdayız. Saatte 62-63 araç çıkıyor. Bölüm şefleri sürekli daha fazla üretim için baskı yapıyor.” Bir Coşkunöz işçisi ise ağır çalışma koşullarından yakınıyordu: “Hepimiz usanmış durumdayız. Çünkü koşullar çok ağır, hem de verdikleri para kimseye yetmiyor. Bu yüzden genç işçilerin büyük bir gelecek kaygısı var.”
Evet, işçiler usanmışlardı ve özellikle genç metal işçileri gelecekten endişeliydiler. Bu yüzden işçiler, gözlerini 2014’ün sonbaharında başlayan grup toplu iş sözleşmesine dikmişlerdi. Sözleşme, metal patronlarının sendikası MESS ile işçileri temsil eden Türk Metal, Birleşik Metal-İş ve Çelik-İş sendikaları arasında yapılacak, 200 bine yakın metal işçisini ve ailelerini etkileyecekti. Ancak her sözleşme döneminde çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesini bekleyen metal işçileri, hayal kırıklığına uğruyorlardı. Durum bu kez de farklı olmayacaktı. Patronların bekçi köpeği gibi hareket eden Türk Metal çetesi, metal işçilerinin taleplerine hiçbir şekilde kulak asmadan MESS’le sözleşme imzaladı. MESS dayatmalarına boyun eğilmiş ve üstelik sözleşme süresi üç yıla çıkartılmıştı. İşçiler bir kez daha, bu kez üç yıl boyunca sefalet ücretine mahkûm edilmişlerdi. Üstelik Türk Metal çetesi bunu zafer olarak sunuyordu. Kendilerini aldatılmış hisseden işçilerin sabrı tükenmiş ve şairin dediği gibi bıçak kemiğe dayanmıştı.
Satış sözleşmesi, metal işçileri arasında büyük bir tepki topladı. Bazı işyerlerinde eylemler başladı. Ancak işçiler henüz patlama noktasına gelmiş değillerdi. Acaba “motoru yakmış metal işçileri”, bir kez daha öfkelerini içlerine atıp Türk Metal’e ve MESS’e karşı suskun mu kalacaklardı? Henüz bu sorunun bir cevabı yoktu. Çünkü Türk Metal üyesi öfkeli ve endişeli metal işçileri, gözlerini Birleşik Metal-İş’in başlattığı grevlere dikmişler, yakından takip ediyorlardı.
Birleşik Metal-İş üyesi metal işçileri, Türk Metal’in imzaladığı ihanet sözleşmesine öfke kusuyorlardı. Sendikalarının da aynı sözleşmeyi imzalamasını kesinlikle istemiyorlardı. Yaklaşık 40 işyerinde 15 binden fazla işçi, greve çıkılması yönünde sendikaya baskı uyguladılar. 21 Aralıkta Birleşik Metal-İş’in Gebze’de yaptığı mitingde işçiler; “grev, grev, grev”, “başkan bizi greve götür” sloganlarıyla meydanı inletiyorlardı. MESS’in dayatmalarını parçalamak isteyen metal işçilerinde büyük bir mücadele isteği ve kararlılığı vardı.
Aşağıdan gelen bu dalganın sonucunda Birleşik Metal-İş grev kararı aldı ve on binlerce işçi 29 Ocak 2015’te greve çıktı. Başta Gebze olmak üzere, fabrikaların önü bayram yeriydi; davullar çalınıyor ve işçiler grev halayı çekiyorlardı. İşçilerin bu kararlı duruşu MESS’e büyük bir korku salmıştı. İşçilerin mücadele iradesini kıramayan metal patronları, derhal AKP hükümetini imdada çağırdılar. Her zaman patronların hizmetinde olan AKP hükümeti, bu çağrıya anında yanıt verdi; 30 Ocakta “milli güvenliği bozucu” bularak grevi fiilen yasakladı. AKP’nin “milli güvenlik” dediği şey, sermayenin güvenliğinden başka bir şey değildi. Metal işçilerinin mücadelesi sadece MESS’i değil AKP hükümetini de korkutmuştu. Daha sonra AKP hükümetinin, “metal grevi diğer işçilerin mücadelesinin de önünü açacak, toplumsal hareketlilik aratacak” biçiminde Danıştay’a savunma yapması boşuna değildi.
Grev yasağı işçiler arasında şiddetli protestolarla karşılandı. Hükümetin yasağını yırtıp atmak ve kararlı bir şekilde grevi sürdürmek istiyorlardı. Ancak işçilerin bu isteğine rağmen Birleşik Metal-İş yöneticileri işçileri işyerlerine gönderdiler. Bu süreç metal işçileri arasındaki hayal kırıklığını büyütürken, sendika bürokratlarına olan tepkileri de büyütüyordu. Metal işçilerinin alttan alta biriken öfkesi kendine kanallar ararken, Türk Metal Bosch’ta sözleşme imzaladı.
Bosch’ta Birleşik Metal-İş’le sendikal rekabete giren Türk Metal çetesi, işçilerin basıncı sonucunda, MESS sözleşmesine göre daha iyi bir sözleşme imzalamak zorunda kaldı. Bu sözleşmenin en önemli yönü, iki yıllık olması ve elbette alınan zammın MESS sözleşmesine göre daha yüksek olmasıydı. Metal işçilerinin derinden derine biriken öfkesi artık kabına sığmıyordu ve bir çıkış yolu arayan işçiler bu yolu bulmuşlardı. Bu sözleşme, metal işçileri için adeta bir işaret fişeğiydi. “Demek ki daha iyi bir sözleşme olabiliyormuş” fikri Bursa’da kulaktan kulağa, fabrikadan fabrikaya yayılmaya başlamıştı.
Nitekim çok geçmeden Renault, Tofaş, Coşkunöz, Mako gibi fabrikalarda Türk Metal’e karşı protesto gösterileri başladı. İşçilerin üç temel talebi vardı. Üç yıllık sözleşmeden vazgeçilmesini, Bosch’ta imzalanan sözleşmenin aynen kendilerine de uygulanmasını, atama usulüne son verilerek işyeri temsilcilerinin demokratik bir şekilde işçiler tarafından seçilmesini ve yaptıkları eylemlerden ötürü kimsenin işten atılmamasını istiyorlardı. 26 Nisanda Bursa Kent Meydanında toplanma kararı alan işçiler taleplerini burada tüm kamuoyuna açıkladılar. Bir işyeri temsilcisi, gelecek günlerin heyecanını yansıtıyordu: “Karanlığı aralayan nasırlı ellere selam olsun!”
Ancak Türk Metal çetesi ve patronlar işçilerin ne denli ciddi olduğunu henüz kavramış gözükmüyorlardı. Her zamanki gibi işçilerin tepkilerini bastıracaklarını hesaplıyorlardı. Türk Metal yöneticileri, ileri sürülen taleplere kulak vermek yerine fabrikaları dolaşıyor, öncü işçileri tespit etmeye çalışıyorlardı. Böylece onları işten atarak işçilerin mücadele iradesini kırmak istiyorlardı. 26 Nisanda Kent Meydanı’nda toplanan işçiler, kendilerini gözetim altında tutan Türk Metal’in şube başkanı Ruhi Biçer’i öfkeli sloganlarla protesto ettiler. Aynı Ruhi Biçer, gittiği fabrikalarda işçiler tarafından gülünç duruma düşürüldü, kimse artık Türk Metal yöneticilerine inanmıyordu.
Aslında Bursa merkezli metal işçilerinin tepkisi yeni değildi. 1998’de Tofaş ve Renault başta olmak üzere Türk Metal üyesi on binlerce işçi, gangster sendika bürokratlarının ihanetlerine karşı bayrak açmış ve topluca eyleme geçmişlerdi. Türk Metal’in o zamanki başkanı Mustafa Özbek’i hedef alan işçiler, “Satılmış Özbek İstifa” sloganıyla tepkilerini dile getirmişlerdi. Lakin topluca istifa eden ve Birleşik Metal-İş’e geçmek isteyen metal işçileri yalnız bırakılmışlardı. Örgütsüz olan işçiler, ne yazık ki tekrardan Türk Metal’e geri dönerken, onlarca öncü işçi de işten atılmıştı. Ancak bu kez farklı oldu. Metal işçilerinin biriken öfkesi tam anlamıyla patladı.
Dersler!
Bursa’da ateşi yakılan “metal fırtına”, Türkiye işçi sınıfının en büyük, en kitlesel direnişlerinden biridir. Hiçbir ön hazırlık olmadan, kendiliğinden başlayan bu fiili grevler ve işyeri işgalleri günlerce sürdü; on binlerce işçiyi kapsadı ve yüz binlerce işçiyi etkiledi. Bursa’daki fabrikaları etkisine alan fiili grev ve işyeri işgalleri, derhal diğer işçi kentlerine sıçradı. On yıllardır işçileri baskı altına alarak sindiren MESS patronları ve Türk Metal çetesi, tam anlamıyla şaşkına döndüler. 1980 askeri faşist darbesinden sonra, işçi hareketinde çok önemli bir kalkışma gerçekleşti.
Ancak metal işçilerinin haftalarca süren mücadelesi ne yazık ki bir iki fabrika hariç tüm fabrikalarda kırıldı. Mücadeleye atılan işçiler, geçmişin mücadele deneyimlerinden ve en temel sınıf bilincinden bile yoksundular; sermaye sınıfının oyunlarına ve saldırılarına karşı duracak bir örgütlülüğe ve hazırlığa sahip değildiler. Burjuva düzenin yıllardır pompaladığı milliyetçilikle bilinçleri felç edilen işçiler, sermaye sınıfının ideolojik baskısı altında kalarak sosyalistlere ve sosyalist örgütlenmelere uzak durdular. Bu şekilde meşruiyet sağlayacaklarını sandılar. Oysa onlar mücadeleye atılarak, daha da önemlisi üretimi durdurarak sermayenin gözünde en büyük suçu işlemişlerdi. Nitekim örgütsüz ve sınıf bilincinden yoksun metal işçilerinin başlattığı mücadele, yüz binlerce işçide heyecan yaratmasına rağmen geri çekildi.
Elbette metal işçilerinin mücadelesinin geriye çekilmesinin başka nedenleri de var. Meselâ Türk Metal çetesi karşısında kendisini mücadeleci olarak sunan Birleşik Metal-İş, işçilerin mücadelesini ileriye çekmek ve başarıya ulaştırmak için kılını bile kıpırdatmamıştır. Her şeye rağmen Renault işçilerinin üye oldukları Birleşik Metal-İş’in, geçtiğimiz Şubat ayında aldığı tutum bu gerçeği gözler önüne sermektedir. Renault işçilerinin büyük umutlarla üye oldukları Birleşik Metal-İş, son derece pasif bir tutum aldı. 2016 için asgari ücrete yapılan zammın kendilerine de yansıtılmasını isteyen Renault işçileri bir mücadele başlattılar. Renault yönetimi ise işçilerin mücadele iradesini kırmak ve örgütlülüklerini dağıtmak üzere saldırıya geçti. Bu süreçte sendika yöneticileri sadece “sert” açıklamalar yapmakla yetindiler. Oysa sendikacılara düşen görev “sert” açıklamalarla yetinmek değil, işçilere yol göstermek ve mücadelenin kırılmasının önüne geçmekti. “Metal fırtına” ile birlikte Renault fabrikası, sermaye sınıfı nezdinde ezilmesi gereken bir işçi mücadelesi merkezine dönüşmüştü ve bu kapsamda çok önemli bir mevziydi.
Diğer taraftan, işçilerle ilişkiye geçen bazı deneysiz sosyalist çevrelerin aceleci ve reklamcı tutumları, işçilerin mevcut bilinç ve deneyim durumunu hesaba katmadan kendi kafalarındaki planları hayata geçirme sabırsızlığı da hiç kuşkusuz ki “metal fırtına”nın geri çekilmesinde etkili olmuştur. Bir başka ve önemli faktör de şudur: Özellikle 7 Hazirandan sonra AKP hükümetinin tepeden topluma dayattığı kriz, kaos ve savaşla birlikte her şey bir anda değişmeye başlamıştır. Savaş ve kaos ortamında, örgütsüz ve sınıf deneyiminden uzak işçi kitleleri, sermaye çevrelerinin ve AKP hükümetinin ideolojik basıncı altında kalarak geri çekilmişlerdir. Savaş, kriz ve toplumun tepeden aşağıya baskı altına alınması, ne yazık ki örgütsüz işçilerin hem bilincini hem de mücadelesini baskılamıştır.
Lakin şurası da bir gerçek: Sermaye sınıfı ve onun iktidarı ne yaparsa yapsın işçilerin kapitalist sömürüye, hak gasplarına ve baskı ve yasaklara karşı mücadelesinin gelişmesini engelleyemez. “Metal fırtına” da gösterdi ki, işçilerin biriken öfkesi hiç beklenmedik anda kendisini dışa vurmakta ve işçiler sermayenin karşısına dikilmektedirler. Sermaye, işçi sınıfının mücadelesini durduramaz!
link: UİD-DER, Metal Fırtına’nın Yıldönümü ve Dersler!, 7 Mayıs 2016, https://marksist.net/node/5086
Madalyonun İki Yüzü: Çürüyen Kapitalizm
Fransa’da Yükselen Mücadelenin İşaret Ettikleri