Yıllarca zamsız ve asgari ücretle çalışıp zor şartlar altında yaşamlarını devam ettirmeye çalışan Tibet işçileri, üç ay önce patronlarından zam ve servis talebinde bulundular. Yaklaşık 700 kişinin çalıştığı bu işyerinde, patron kendi çıkarları doğrultusunda daha fazla kâr elde edebilmek için işçilerin bu talebini görmezlikten geldi. Bunun üzerine işçiler fabrikada yasal hakları olan sendikalaşma hareketine girdiler. Bunu gören patron fabrikaya sendikayı sokmamak ve işçilere gözdağı vermek için üç ayda yaklaşık 60 kişiyi işten attı ve atmaya da devam ediyor. İşten atılan işçiler üç aydır direnişteler. Tibet işçileri için 24 Mayısta gerçekleştirilen dayanışma gecesine İşçi Öz-Eğitim Gruplarından işçilerle birlikte 150 civarında kişi katıldı. İşçiler, sergilenecek tiyatro oyunu başlamadan önce, sendikal haklarından vazgeçmeyeceklerini coşkulu bir şekilde çeşitli sloganlar atarak gösterdiler. Daha sonra, Ankara Ekin Tiyatrosu, “Gerçek Kurbanın Acısı” adlı oyunlarını gelirleri Tibet işçilerine kalacak şekilde sundular.
Dayanışma gecesinde sergilenen oyunda, ‘80 öncesinde vermiş olduğu devrimci mücadeleyi kaleme almış bir kadın ve bu kadının yazdığı senaryoyu canlandırmaya çalışan oyuncular bulunmaktaydı. Bu oyuncuların içerisinden biri, yani o dönemde devrimci mücadeleyi veren kişiyi oynayan oyuncu, diğerlerinden farklı bir tutum sergilemekteydi oyun içerisinde. Bu oyuncu şöyle aktarılmaktaydı seyircilere: Devrimci mücadeleden uzak, yeni kuşaktan bir sanatçı, o dönemi, tarihsel süreci, verilen onur savaşını, devrimci bir yaşamı hiçbir şekilde bilmeyen ve bundan dolayı da dönemi algılayabilme ve aktarabilmekte sıkıntı yaşayan bir oyuncu. Bu genç oyuncu, oyun içersinde daha önce hiç duymadığı, yaşamadığı bir dünyayı tüm gerçekliği ile sergileyememenin acısını yaşıyordu. Sürekli sorular soruyor, anlamaya çalışıyor, kendini o dönemin insanlarının yerine koymaya çalışıyor ama bir türlü üstesinden de gelemiyordu. Çünkü egemen burjuvazi tarafından apolitik hale getirilen bir gençlik kuşağına dahildi. Mücadelenin anlamını, önemini bilmeyen, sorgulamayan, boyun eğen bir kuşağa.
İşte bu kısa oyun, egemen sınıfın, iki kuşak arasında oluşturduğu derin uçurumu bütün çıplaklığı ile gözler önüne serdi o akşam. Bir tarafta bu sıkıntıları yaşayan bir oyuncu varken, diğer tarafta bu filmin ne kadar satabileceği, iyi paralar getirip getirmeyeceğini tartışan, bu noktadaki kaygılarını sürekli bir şekilde dile getiren oyuncular bulunmaktaydı. Onlar için, genç oyuncunun anlama noktasında verdiği mücadele, kapristen ibaretti. Bir oyuncunun sonuç olarak aldığı paraya bakması ve prestij kaygısı olmalıydı sadece. O dönem insanlarının verdiği mücadele onlar için yaşanmış, bitmiş, artık önemi olmayan bir şeydi. Anlamak için bu kadar uğraşmak anlamsızdı, bu sadece bir oyundu!
Gerçekten de mücadele dönemini anlatan bazı filmlere baktığımızda, bu kaygılarla hareket eden oyuncuların ruh hallerinin oyunlarına nasıl yansıdığını görürüz. Amaç tarihsel bir sürecin yeni kuşaklara aktarımı değildir, bundan elde edilecek gelirin boyutudur, maddi kazanımdır, filmin ne kadar satacağıdır. Yapılacak bir filmde temel kaygılar bunlar olduğu sürece içtenlik, gerçeklik kendiliğinden kalkar. Baktığımızda, gördüğümüz sadece sıradan, tekdüze bir aktarımdır.
Burjuvazi geçmişte yaşananları toplumsal hafızadan silerek toplumu apolitik hale getirdi. Toplumu duyarsızlaştırarak her şeyi maddi çıkar ilişkisine döndürdü. Bizler, o devrimci kuşağın çocuklarıyız. Her şey avuçlarımızın içersinde, birliğimizde, dayanışmamızda. Örgütlülüğümüzü sağlayarak sahip çıkmalıyız, hem sınıfımıza hem de geçmişimize. Bizler için, insanlık için mücadele veren, yaşamlarını ortaya koyan bu geçmiş kuşağa ve gelecek kuşaklara sahip çıkmalıyız.
link: MT okuru bir işçi, Tibet’in Dayanışma Gecesi ve “Gerçek Kurbanın Acısı” Oyunu, 25 Mayıs 2005, https://marksist.net/node/370
Yaz Okulları