Türkiye burjuvazisi son yıllarda sanat aşkına tutuldu. İkinci, üçüncü kuşak burjuvalar dünya pazarlarının yanısıra spora, müziğe, resme, koleksiyonculuğa, müzelere ve dünya gezilerine ağırlık vermeye başladılar.
12 Aralık Pazar günü gerçekleştirilen müzayedede “Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı tablo için iki burjuva gurubu kıran kırana yarıştı: Suna ve İnan Kıraç Vakfı ile Eczacıbaşı’nın öncülüğünde kurulan İstanbul Modern Sanat Müzesi. Neticede tablo 5 trilyon liraya Suna ve İnan Kıraç Vakfının oldu.
Burjuva basını müzayededeki rekabeti manşetlere taşıdı. Burjuva aydın çevrelerinde “tarihi bir gün” yorumu yapıldı.
Aynı tarihlerde gazetelerde yer alan bir başka haberden kısaca bahsetmek istiyorum. “Ülkesinin yoksulluğu onun umurunda değil” üst başlığı ile verilen haberde, Güney Afrika ülkesi Swaziland’da Kral, dünyanın en lüks otomobilini 750 milyar liraya almış. Devamla “Borç içindeki ülkesinde insanlar açlıktan kıvranırken bu küçük Afrika devletinin 36 yaşındaki lideri, çılgın harcamalar yaparak manşetlere taşınıyor. Ülkenin yüzde 70’inin ortalama aylık geliri 11 dolar. 1 milyon nüfuslu ülkede AIDS (%38) ve işsizlik (%40) yaşanırken, ülkenin bütçe açığı ise 136 milyon dolar” deniliyor.
Adını ilk kez duyduğumuz bu ülkenin görgüsüz, zalim, bencil kralına ne kadar öfkelenirsek azdır. Ama durun, demokratik Türkiye Cumhuriyetiyle ne çok benzerlik taşıyor bu ülke! Bütçemiz sürekli açık vermekte, insanlarımız hastalıklardan ölmekte, işsizlik, açlık ve yoksulluk bir kadermişçesine yaşanmakta. Bir diğer tabloda ise ihtişam, lüks içindeki bir azınlık, krallara taş çıkartırcasına bolluk içinde yaşamakta. Bunlardan kimisi yelkenlisiyle dünya turuna çıkmakta, öbürü 100 bin dolarlara 5 dakikalığına manken tutmakta vb.
Türk Halkını Düşünmüşler!
Müzayede sonrası aydın takımı, sanatçılar peşi sıra açıklama yapmaya başladılar. Hemen hepsi ellerini ovuşturarak, burjuvaziyi alkışlayıp “kutlamak gerekir”, “büyük bir dönüm noktası” vs. vs. diye yaltaklanmaya başladı. Müzenin sanat danışmanı zat ise yaptığı açıklamada: “Türk halkıyla paylaşmak için” tabloyu satın aldıklarını açıkladı. Ama bir düşünelim, burjuvazi savaş ilan ederken, krizlere neden olurken, biz işçileri asgari ücrete mahkûm ederken, sendikasız, sigortasız çalıştırırken ve hapislere tıkarken de hep sizi düşünüyorum demiyor mu?! Nice 5 trilyonlar akıttık kursağınıza. O trilyonlar kaç asgari ücretlinin maaşı ederdi, kaç yoksul yemek yerdi, kaç hasta tedavi görürdü, kaç çocuk beslenirdi. 5 trilyonlarda biz işçilerin ödenmeyen emek gücü, yiyemediği yiyeceği, izleyemediği kültür sanat hizmetleri vs. vs. var. Burjuvazi bunu hiç düşünüyor mu?
Kapitalizm var oldukça terbiyeciler değişebilir ancak tablo hep aynı kalacak. Bir yanda küçük bir azınlık lüks içinde yaşayacak, öbür yanda milyarlarca insansa yoksulluk içinde kalacak. Ve bu çelişki artık gözümüzün görebildiği her yerde. Bu çelişkiyi yok edecek tek güç örgütlü dünya işçileridir. Onlar bu çelişkiyi, sömüren ve sömürülen çelişkisini yok ettiklerinde gerçek insanlık şafağı doğacak. Üretici güçlerdeki zenginlik hayatın her alanında yankısını bulacak: üretim, bilim, psikoloji, estetik ve nihayet sanatta. Üreticiler özgür ve eşitlikçi bir toplum organize ettiklerinde kapitalist topluma ait her çelişkiyi layık olduğu bir müzeye atacak: “asar-ı atika müzesine, çıkrık ve tunç baltanın yanına.”
link: Kartal'dan bir MT okuru, Terbiyeci Kapitalizm, 19 Aralık 2004, https://marksist.net/node/420
Belçika’dan merhaba