Hiçbir şey yapmayan, hiçbir işe yaramayan, bedenini yormayan asalak patronlar takımı, nasıl oluyor da aklın tahayyül edemediği boyutta servete ulaşıp sefa sürebiliyorlar? Hep düşünürdüm bunları ama çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım boyunca hiç cevabını bulamazdım. Aklımın derinlerinde bir köşede beni kemirirdi bu soru. Küçükken babama bakıp düşünürdüm. Benim babam mevsimlik işçiydi. Aylarca evden uzak çalışmaya giderdi. “Nasıl yeteri kadar para kazanmaz ki, kesin kazandığını bizden saklıyor” derdim. Bu düşüncem liseye kadar sürdü. Evde mısır ekmeğiyle kuru peynir yiyen ailemi hep suçlardım. “Parayı bizden saklıyorlar, herkesin babası harçlık veriyor bizimki niye vermiyor?” diye düşünürdüm.
Üstelik devlet “babamızın” yurdunda okuyorduk ve yurt eve çok uzaktı. Babam bizi ziyarete niye gelmiyor ki, bizim için yol parasına mı kıyamıyor derdim. Sonra yurtta yaşadıklarım gözümün önünden bir film şeridi gibi geçmeye başlardı. Ama kafamda bunları belli bir yere koyup sorgulamak için çok küçüktüm, düşünebiliyordum fakat örgütlü değildim o zamanlar.
Okulda öyle rezillikler yaşardık ki! İlkokul öğretmenimiz arkadaşlarımızdan hafta sonu oyun oynadıkları bilyelerini toplar, aradan zaman geçer, çocuklara unutturduğunu zanneder, topladığı bilyeleri tekrar satardı. Ben bu yapılanın haksız olduğunu görüyordum fakat “kutsal öğretmen”in neden böyle yaptığına anlam veremezdim, korkudan sesimi çıkaramazdım. Çünkü bizi haklı haksız sıra dayağına çekerlerdi. Notumuzu düşük verirlerdi.
Şimdi aklıma gelince o günler, sadece babamı suçlamıyorum, tüm babaları suçlu görüyorum. Paraları olmadığı için değil, yoksul oldukları için değil, örgütsüz oldukları için. Eğer analarımız, babalarımız örgütlü olsalardı bize bunlar yapılamazdı diyorum. 1980 darbesi aklıma gelince, yapılanların sadece öğrenci bilyelerine el koymakla kalmadığını da biliyorum. Törenlerde sıra dayağı ve dayak yiyen arkadaşımızın o küçücük suratının kana boyanması, okul müdürünün camdan bahçeye fırlayıp okulun bahçesinden meyve aldığı gerekçesiyle minicik arkadaşımıza tekme tokat girişmesi gözlerimin önünden hiçbir zaman gitmedi, gitmeyecek. Yatakhanelerde özürlü koğuşlarında yatan arkadaşlarımızın üzerine kapının sabaha kadar kilitlenmesi ve tuvalete gidemedikleri için dışkılarını koğuşun koridoruna yapmak zorunda olan kardeşlerimizin sabaha kadar o pis kokularda yatmalarını hatırladıkça nefretim kat kat büyüyor.
Ama bir olay var ki aklımdan hiç çıkmıyor. Okul müdürünün onayı ile kızlar yatakhanesinin önüne bir kahvehane açılmıştı. O kahvehane aynı zamanda öğrencilere tel örgünün altından gizlice satış yapan bir kantine dönüşmüştü. Bir gün, kahvehanedeki kantine borcunu tel örgüden vermek isteyen küçük bir kız öğrenci, kahvehane sahibinin tuzağına düştü. Kahvehane sahibi, “bozuk param yok, içeri gel de vereyim” deyip kandırdığı arkadaşımıza tecavüz etti. Bu olayın haberini alan okul müdürünün tepkisi ne oldu dersiniz? Foyasının ortaya çıkacağı korkusuyla, arkadaşımıza disiplin cezası verip onu okuldan attı.
Tüm bunları ancak şimdi bir yerlere oturtabiliyorum. Bizler yoksul işçi çocuklarıydık. 12 Eylül darbesi sonrasında bizler ailemizden uzaklarda asimile edilmeye çalışıldık. Büyüklerimizin bize anlatacağı darbenin pisliklerini aklımızın bir köşesine yazıp büyüklerimize yapılanların hesabını sormaya çalışmayalım diye uğraştı generaller ve patronlar. Eğer bizler bilinçli çocuklar olarak eğitim alsaydık, ailemizden bize önemli bir mücadele halkası bağlanırdı ve bizler daha çok kenetlenirdik birbirimize. Ben şimdi işçiyim ve şerefimle çalışıyorum. Babamı da iyi anlıyorum, babamın kuşağını da iyi anlıyorum. Bu yüzden kendimi daha bilinçli ve daha örgütlü bir öncü işçi olmaya adadım. Benim beklediğim günler insanlığın beklediği günlerdir.
Ben beynime duru bir su gibi akıp bulanık düşüncelerimi berraklaştıran Marksist Tutum’a çok şey borçluyum. Marksist büyüklerimiz bizim yolumuzu aydınlattı Marksizmle. Biz şimdi onlara olan borcumuzu işçi ve işçi çocuklarını bilinçlendirerek ve örgütlü mücadeleyi kuvvetli ilmeklerle örerek ödemeliyiz.
link: Kocaeli’den bir kadın işçi, Patronlar Kapitalist Sistemin Ağlarını Bizim Üzerimizden Örer?, 29 Mart 2011, https://marksist.net/node/2613
Güneşi Göremeyen Bir Film!
Alaattin Karadağ’ın Katilleri Bulunsun!