Kocaeli’nin Gebze ilçesine bağlı Arapçeşme, fabrika işçilerinin yoğun olarak yaşadığı bir emekçi mahallesi. Mahallenin muhtarı Remzi Kandaz, 27 Kasımda, facebook hesabından, “Mahallemizin Gençlerine Duyurulur” başlığıyla kız çocukları başta olmak üzere gençlere yönelik tehditlerini şöyle sıraladı:
1) Kız çocuklarının akşam ezanından sonra parklarda velisi olmaksızın dolaşmasını görmek istemiyorum.
2) 18 yaş altı çocukların ağzında sigara görmek istemiyorum.
3) Gençlerin bir arada toplanıp, ahaliyi rahatsız edebilecek, gürültü verici ve uygun olmayan argo kelimeler kullanarak ses kalabalığı yapmaları tarafımca uygun görülmemektedir.
Not: Bu saydıklarıma karşı aksi davrananları eşek sudan gelene kadar döverim, bilmiş olun.
Beni bilirsiniz. Sevmesini de iyi bilirim, dövmesini de. Benden söylemesi!
Bu sözlerden kibir, buyurganlık, tahammülsüzlük ve cinsiyet ayrımcılığı fışkırıyor. “Ben istemiyorum”, “tarafımca uygun görülmemektedir” kalıplarıyla konuşanlar bu ülkede Arapçeşme muhtarıyla sınırlı değildir. “Ben istemiyorsam olmayacak, olursa bunun bedeli ödenecek” diye esip gürleyenler, “eşek sudan gelinceye kadar döverim” diyenler de. İktidar sahipleri ve onların etrafına kümelenenlerin dili de, anlayışı da, zihin yapısı da budur. İktidar alanlarını ellerine geçirenler ve bunu sınırsızca kullanmaya girişenler muhtarken gençleri dövüyor, başbakan ya da cumhurbaşkanıyken seçimleri boşa çıkarıyor, gazetecileri hapse attırıyor, polis devleti uygulamalarını rutinleştiriyor, bir halkın üzerine havan toplarıyla yürüyor, Ortadoğu’nun hâkimi olmaya çalışıyor, Rus uçaklarını düşürüyor… Herkes gücüne göre!
AKP, iktidara geldiği ilk yıllarda Türkiye’nin özgül tarihsel koşulları nedeniyle kendini devletin asıl sahibi olarak gören sivil-asker statükocu güçlere karşı demokrasi havarisi rolünü oynadı. Ancak devletin dümenini eline almaya başlamasıyla suratında iğreti duran demokrasi makyajını hızla sildi. Muhafazakâr, kanaatkâr, itaatkâr bir toplum yaratma arzusunu her türlü yol ve yöntemle hayata geçirmeye başladı. Toplumu zapturapt altına alabilmek için işe aileden, kadınlardan, gençlerden başladı. İktidarın tüm nimetlerinden yararlanıp deveyi hamuduyla götürürken, “en yetkili ağızları” topluma edep, ahlâk dersleri vermeye başladı. Kadınları eylem alanlarına, hamile olanları sokaklara yakıştırmayanlar, kadınların kahkahalarında edepsizlik bulanlar, kadını bol çocukla evinin dört duvarı arasında tutmak isteyenler, kadına “kolaylık” olarak esnek ve güvencesiz çalışmayı gösterenler, karma eğitimde kız çocuklarının namusunun elden gideceği vaveylasını koparanlar elbette muhtarlarını da kendilerine benzetecekler!
Zaten koltuğuna geçer geçmez Cumhurbaşkanının muhtarları iki biner kişilik gruplar halinde ihtişamlı sarayına toplamasının ve uzun uzun nutuklar atmasının sonuçlarının olmaması düşünülemez. Muhtarlar artık mahallelerin değil Saray’ın muhtarları kılınmak isteniyor. Neredeyse ajanlaştırılıyor, bekçileştiriliyor, polisleştiriliyor. Arapçeşme’nin yoksul emekçilerinin, işçilerinin sorunları saymakla bitmezken muhtar Remzi Kandaz, gençlerin parklarda bir araya toplanmasına kafayı takıyor, gençleri terbiye etmeye çalışıyor. Kız çocukları için sokakların tehlikeli olduğu fikrini ve onları korumaya çalıştığı yalanını öne sürüyor. Saray muhtarına “geç bunları” demek gerekiyor. Gençler için, kız çocukları için esas tehlike parklarda geçirilen akşamlar değil kapitalist düzenin ta kendisidir. Kapitalizm ise evde, okulda, hapishanede, yurtta, işyerinde yani her yerdedir…
Bu ülkede her beş evde bir tecavüz vakası yaşanıyor. Yakınları tarafından tecavüze uğrayan pek çok kadın ve kız çocuğu ayıplanacağı ve cezalandırılacağı düşüncesiyle hayatı boyunca kimseye açamadığı acısıyla yaşıyor. Kapitalist toplumun kokuşmuşluğunda kırılan kol yen içinden çıkmıyor. Kadın, yaşadıklarını ailesiyle paylaşabildiğinde de sorun çözülmüş olmuyor. Durumu birine anlatacak olsa tecavüz edenin değil, kadının hayatı kararıyor. Kadınlar tecavüzcüleriyle yan yana yaşamaya zorlanıyor, nefessiz bırakılıyor. Ama Arapçeşme muhtarına göre ailelerinin yanı, evler, kız çocukları için sokaklardan, parklardan daha güvenli! Akşam ezanından sonra evine gitmeyen kız çocuklarının “eşek sudan gelinceye kadar” dövülmesi gerektiğini düşünenler, kendi evlerini kız çocukları için bir cehenneme çevirenlerle aynı zihniyettedir.
Bu zihniyet, subay, okul müdürü, kaymakamlık personeli gibi “seçkin” devlet memurlarının, muhtar ve korucuların aylarca, defalarca tecavüz ettiği 13 yaşındaki kız çocuğunu korumak için neden kılını kıpırdatmadı? Neden Mardinli 13 yaşında bir çocuğu devlet otoritesinin simgesi olan onca kişinin karşısında tek suçlu ilan etti? N.Ç., birçok kişi tarafından aylarca tecavüze uğradığında parkta arkadaşlarıyla değildi. “Devletin” elindeydi. N.Ç.’nin yaşadıklarını rızası dışında yaşamadığını iddia edenler devletin mahkemeleriydi!
Pozantı’da, Şakran’da istismar edilen, dövülen, tecavüze uğrayan çocuklar korunması gereken çocuklar değil miydi? “Devletin şefkatli ellerinin çocuklar için adalet sağlayacağını” iddia edenler değil miydi o çocukları azılı düşmanlar olarak gören ve bunca zulüm yapan? Pozantı Cezaevi’ndeki çocuklardan biri “bundan utanması gereken ben değilim, devlettir” dediğinde muktedirlerden bunun utancını duyan tek bir kişi çıktı mı? Ne gezer! Arapçeşme muhtarının sözlerinde cisimleşen zihniyet, çocuklara reva görülen bu insanlık dışı muameleyi değil o çocukların sokaklarda, parklarda olmasını utanç verici buluyor.
Arapçeşme bir işçi mahallesi. Çocuk işçiler sabahları erkenden yola düşüyorlar, gün boyu ölesiye çalışıyorlar. İş kazalarına kurban gidiyorlar. Evlerine üç kuruş katkı yapmak isterken ömürlerini tüketiyor, çocukluğun, gençliğin ne olduğunu unutuyorlar. Ama Arapçeşme muhtarı, Saray’a biat etmeyi seçmiş muhtarlar, bu işten sorumlu olanlar, bu durumdan da zerre kadar üzüntü ve sorumluluk duymuyorlar. Sözde çocukları ve mahallenin huzurunu korumaya çalışan, her kesime hizmet ettiğini savunan Saray muhtarları aslında sadece kendilerine küçük iktidar adacıkları ve sözde ayrıcalıklar tanıyan bu sömürü düzenine hizmet ediyorlar.
İçinde polisin de olduğu organizasyonlarla gençleri uyuşturucu batağına çekenler de “hem sevmesini hem de dövmesini” bilen Saray muhtarlarının gözünden kaçıyor. Arapçeşme’nin pek çoğu işçi çocuğu olan gençleri okul kapılarında bile uyuşturucu ile tanıştırılıyor. Tıpkı diğer işçi mahallelerinde olduğu gibi Arapçeşme’de de esrar, bonzai benzeri uyuşturucularla sınıfından ve hayattan koparılmış pek çok genç yaşıyor. Parklarda arkadaşlık eden, öpüşüp koklaşan gençlere tahammül edemeyen, onları hizaya çekmeye çalışan “makbul” muhtarlar, devletin ve polisinin gençlerin hayatını karartarak uyuşturucu rantı yemesi karşısında tek bir anlamlı laf bile etmiyorlar.
Remzi Kandaz, seçimlerden evvel facebook hesabında açık açık AKP propagandası yapmış. Türkiye için en iyi seçeneğin mevcut hükümet olduğunu belirtmiş. Saray’a çağrıldığında Erdoğan ile pozlar vermiş. Elbette kendi mahallesinde yaşayanların bir kısmı dâhil olmak üzere Kandaz’ı haklı bulan emekçiler olacaktır. Emekçiler arasında da AKP’nin yaratmak istediği toplumun ve “Yeni Türkiye”nin kendileri için tek hayırlı seçenek olduğu yanılsamasına kapılanlar çoktur. Ancak şu bir gerçek ki Erdoğan’ın, AKP hükümetinin ve onların etrafında kümelenmiş çanak yalayıcılarının çıkarına uygun toplum biçimi yoksul işçilerin, emekçilerin çıkarına değildir.
AKP ve Erdoğan, önlerine “büyük hedefler” koyuyorlar. Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına taşıyacaklarını öne sürüyorlar. Bunun için sermaye sahiplerinin dizginsizce kâr etmesini, dizginsizce zenginleşmesini sağlamaya çalışıyorlar. Giderek büyüyen ve zenginleşen Türkiye’de zengini daha da zengin yoksulu daha da yoksul yapacak politikalara hız veriyorlar. Sermayenin işçi sınıfının iliğini kemiğini sömürmesine icazet veriyor, hatta teşvik ediyorlar. Zenginlik ve iktidar uğruna zaten yangın yerine dönmüş bir savaş coğrafyası olan Ortadoğu’yu daha da karıştırıyor, halkların acısını katmerleştiriyorlar. Yoksul emekçileri, işçi sınıfını emperyalist savaşın alevlerine atmaktan çekinmiyorlar. Bu saldırılar az buz saldırılar değildir ve giderek toplumda büyük bir huzursuzluğu mayalamaktadır. AKP, kendi eliyle yarattığı kaos üzerinden saldığı korku sayesinde büyük bir oy oranıyla iktidara yeniden gelmiş olsa da, aynı huzursuzluğun kendisine ve sömürü düzenine karşı çok büyük bir toplumsal tepki yaratma potansiyelini de içinde barındırdığını iyi bilmektedir.
İşte tam da bu nedenle AKP ve Erdoğan, toplumu zapturapt altında tutmaya, her alanda kontrol etmeye çalışıyor. Emekçilerin, işçilerin sadece itaat ettiği, haklarını elde etmek için mücadele etmediği, korkup sindiği, algı operasyonlarıyla kolaylıkla yönetildiği bir toplum yaratmak için elinden geleni ardına koymuyor. Özgürlük alanlarını kısıtlıyor, toplum üzerindeki baskıyı arttırıyor. Gençlerin sokaklarda, parklarda olmasını, orada bir arada durmasını, orada özgür ve güvende olmasını istemiyor. Korkan, evine kapanan, yalnızlaşan ve bu nedenle gerçek dünyayla bağları zayıflayan gençler istiyor. Erdoğan, sık sık sarayına topladığı muhtarları aileler ve gençler üzerinde bir sopa gibi kullanmak istiyor.
İşçi sınıfının gençlerinin önünde iki seçenek durmaktadır: AKP’nin ve onun iktidar hırsıyla gözü dönmüş şefi Erdoğan’ın makbul saydığı, itaatkâr ve sinik gençler olmak ya da özgürleşmek. İkinci yolu tutmak isteyen işçi sınıfının gençlerinin görevi sınıfının mücadele saflarına katılmaktır. Biat kültürüne karşı sınıfın örgütlü mücadele ve dayanışma kültürünü benimsemek ve kapitalizme karşı mücadele ederek kurtuluşun yolunu açmaktır. Erdoğangillerin ve tüm sömürücülerin saltanat sürdüğü değil gençlerin özgür olduğu ve özgür düşündüğü bir dünya ancak bu yolla mümkün olur.
link: Gebze’den bir MT okuru, Mahallenin Değil Sarayın Muhtarları, 3 Aralık 2015, https://marksist.net/node/4623
3. Dünya Savaşı Tespitleri ve Elif Çağlı
Fumiaki Hoşino’ya Özgürlük!