15 Mayıs 2005 tarihinde İşçi öz-Eğitim Grupları çoğu tekstil sektöründen olup, farklı fabrikalarda çalışan 55 civarında işçiye “Haklarımızı Biliyor muyuz” konulu bir eğitim çalışması sundu. İşçiler bu çalışmaya bir saat önceden gelip, birbirleriyle tanışmaya, kaynaşmaya başladılar. İşçi öz-Eğitim Grubundan işçi arkadaşlar ve onların deneyimleri ışığında sendikal mücadelelerinde belli bir yol katetmiş diğer işçiler, şimdiye kadar ne gibi hakları olduğunu dahi bilmeyen, ama ilk kez haklarını aramaya başlamış işçilerle sohbet etmeye, onların dünyaya nasıl baktığını, yaşadıkları koşulları nasıl değerlendirdiklerini öğrenmeye çalışıyorlardı. Sendikalara ilk kez adımını atanlar, biraz sıkılarak, biraz endişe ederek onlarla tanışmak isteyenlere ellerini uzatıyor, ama kısa bir süre sonra bu çekimserlik ortadan kalkıyor, sıcak sohbetler başlıyordu.
Seminer başladığında, orada toplanmış olan işçilere belki de hayatlarında ilk kez kendilerine doğru yolu gösteren, yararlı bilgiler verilmeye başlanıyordu. Eğitimin birinci oturumunda, bugüne kadar merak etmekten bile korktuğumuz, eğer öğrenir ve istemeye kalkarsak bile başımıza gelmeyenin kalmadığı en temel yasal haklarımızdan bahsediliyordu. İşçi öz-Eğitimi Grubundan eğitimi sunan kişi, slaytlar eşliğinde konuyu işçilere örneklendirerek anlatırken, onların dikkatini daha çok çekmek için sunum sırasında işçilere sorular sorarak, onlara hitaben örnekler vererek 1,5 saat boyunca işçilerin ilgilerinin canlı kalmasını sağladı. Daha sonra 15 dakikalık bir ara verildi ve bu aradan sonra sunuma devam edildi.
Eğitimde anlatılan konular şunlardı; bugüne kadar sahip olduğumuz haklarımızın hepsi, kapitalizm doğduğundan beri işçileri sömüren, kanını emen asalaklar sınıfı olan burjuvaziye karşı, dünyanın farklı ülkelerindeki adını sanını bilmediğimiz sınıf kardeşlerimizin mücadeleleriyle kazanılmıştır. Yani varolan haklarımız sanıldığı gibi patronlar, hükümetler tarafından bize bahşedilmemiştir.
4857 sayılı yeni İş Yasası bizim yararımıza hazırlanmış bir yasa değildir. Patronların daha çok kâr elde etmek için işçileri daha çok sömürmek, kendi yarattıkları krizin yükünden bizlerin sırtına daha çok yük yükleyerek kurtulmak istedikleri, bizi daha beter kölelik koşullarına razı etmeye çalıştıkları bir yasadır.
4857 sayılı yasaya göre haftalık çalışma saati eskisi gibi 45 saattir ve bu süreyi aşan çalışma fazla çalışma, yani fazla mesai olarak değerlendirilecektir. Eski yasaya göre patron, işçiyi günde (işçinin rızası alınsa dahi) 3 saatten fazla mesaiye bırakamazdı, ama yasaya göre tabii! Yoksa patronların kendi koydukları yasaya uymadıklarını, işçilere iki-üç gün üst üste sabahlama yaptırdıklarını işçilerin büyük bir kısmı bilir. Bu fazla mesainin ücreti işçinin bir saatinin 1,5 katıdır. Yeni yasaya göre patron bir işçiyi yılda ancak 270 saat fazla mesaiye bırakabilir.
Patron isterse işlerin seyrek olduğu zamanlar “sana şu an ihtiyacım yok” deyip ücretsiz izin verecek ve işlerin yoğun olduğu zaman çalıştırmadığı, ücretsiz izin verdiği süre kadar çalıştırabilecektir. Yani işler az olduğunda çalışmamak demek aç kalmak demek olacak. Ve bundan sonra artık hafta tatili Pazar günü değil patron için uygun olan herhangi bir gün uygulanacak. Yani artık haftanın bir gününü ailenle geçiremeyeceksin, diğer işçi arkadaşlarınla tatil gününün aynı güne denk düşmeme olasılığı yüzünden sosyal yaşamın sıfırlanacak. Aynı işyerinde ayrı bölümlere ayrı günlerde tatil izni verilebilecek.
Daha sonra anlatılan konular arasında iş sözleşmeleri türleri, yıllık izinlerin ne şekilde kullanılacağı, işvereninin bir işçiyi işten atmaya kalktığında bunu ne şekilde yapmak zorunda olduğu, ihbar tazminatının kaç gün olduğu, kıdem tazminatının neye göre hazırlandığı, işten atıldığında ya da işsiz kalındığında işsizlik sigortasından hangi koşullarda yararlanılabileceği anlatıldı.
Bu bölümde slaytlar ve sunum bittikten sonra işçiler, arka arkaya doğru dizilmiş oturma düzeninden, birbirlerinin yüzlerini görebilecekleri şekilde yuvarlak bir yerleşim düzenine geçerek söz hakkı alıp konuşmaya başladılar. önce, tekstilde sendikalaşma deneyimi yaşayıp, işyerlerinde bir yıllık bir süreç içinde işyeri örgütlülüğü sağlamaya çalışmış işçiler konuşmaya, deneyimlerini aktarmaya başladılar. Sendikalaşmaya başladıklarında ne tür engellerle karşılaştıklarını, süreçleri boyunca yaşadıkları sıkıntıları, ama bunların hepsinin üstesinden geldiklerini, bunun da örgütlü olmalarından kaynaklandığını anlattılar. Diğer işyerlerinden gelen işçiler yaşadıkları sıkıntıları anlatmaya çalıştılar, ama bu sıkıntılardan kurtulmalarının yolunun mutlaka örgütlü hareket etmekten geçtiğini, gördükleri olumlu deneyimlerin onlara yol gösterdiğini, fakat bunu kendi işyerlerinde başaracaklarına inanmadıklarını dile getirdiler. çünkü kendi işyerlerinde kimsenin kimseye güvenmediğini, herkesin bir şekilde sorunlardan rahatsız olduğunu, ama iş bu sorunların çözümü için örgütlenmeye geldiğinde bunun imkânsız bir çaba olacağını söylediler.
Sendikalaşma yolunda çetin bir mücadele vererek, işyeri örgütlülüğünü sağlamış olan işçiler ise aynı sorunları, aynı kaygıları kendilerinin de ilk başta yaşadıklarını, hatta bu düşünceler yüzünden ilk sendikalaşmaya başladıklarında böyle bir örgütlülük yaratamayacaklarına inandıkları için daha baştan işten atılmayı göze alarak buna devam ettiklerini söylediler. İşçilerden biri bu deneyimleri sırasında birçok önyargılarının kırıldığını, kadın işçilerin geride duracaklarını sanırken bu süreçte öne çıkanların kadınlar olduklarını, hiç güvenilmez deyip en son üye yaptıkları kişinin nasıl gizlilik kurallarına dikkat ettiğini gördüklerini anlatarak diğer işçilere, kararlı olurlarsa her türlü engelin nasıl kolaylıkla yıkıldığını anlattılar.
Yine aynı işyerinden bir diğer işçi, sendikalaşmaya başlamadan önce bir işçi olduğunun, diğer işçilerle ortak bir kaderi olduğunun farkında olmadığını, ama bu süreçte örgütlenmelerine yardım eden İşçi öz-Eğitim Gruplarından aldıkları eğitimler sayesinde hem ne olduğunu hem de nasıl bir sistemde yaşadığının farkına vardığını anlatarak, aslında doğru fikirler ve bu fikirlere sahip olanların yol göstericiliği olmadan bu mücadelenin kazanılamayacağını anlattı.
İşçi öz-Eğitim Grubunun bu eğitim çalışmasına ilk kez gelen işçilerden biri o gece sabaha kadar çalışmış ve işyerinden çıkıp hiç uyumadan buraya, bu çalışmaya katılmaya gelmişti. Bu, işçilerin bir kere öğrenmek için çabalamaya başladıklarında, gerçekten kararlı olduklarında hiçbir engel tanımadıklarını, patronlar için gösterdikleri iş disiplinini kendileri için kullanmaya başladıklarında sınıf mücadelesinde büyük adımlar atılacağını gösteriyordu.
Bu çalışmada biz işçilerin, haklarımızı bilmediğimizi, öğrenmekten korktuğumuzu, cahil, bilgisiz, bilinçsiz, örgütsüz ve dağınık olduğumuz için daha önceden kazanılmış olan haklarımızı da kaybettiğimizi öğrendik. Bizler haklarımızı öğrenirken de cebimizde yasa kitabıyla dolaşan, haklarını bireysel olarak elde etmeye çalışan işçiler olmamalı, yasal haklarımızın tüm işçi kardeşlerimiz için bir kazanım olmasının yollarını aramalıyız. Bu da örgütlü olmaktan başka bir şey değildir. Yoksa boşa kürek sallarız, bir işyerinde elde ettiğimiz haklar başka işyerlerinde kazanım haline gelmezse elimizdekini korumayı başaramayız. Patronların gücü örgütlülüklerinde, biz işçilerin gücü de örgütlülüğümüzde. Bu bir avuç asalaklar sınıfını defetmek için mücadele etmekten ve bunun için örgütlenmekten başka seçeneğimiz yok. Yoksa bizi açlık, sefalet ve savaşlar bekliyor.
link: MT okuru bir işçi, “Haklarımızı Biliyor muyuz”, 16 Mayıs 2007, https://marksist.net/node/469
Yaz Okulları
Bir kaç noktanın altını çizmek istiyorum