Geçtiğimiz ay, yönetmenliğini Haitili Raoul Peck’in yaptığı Marx ve Engels’in gençlik dönemlerine bir kapı aralayan Genç Karl Marx filmi sınırlı sayıda sinema salonunda gösterime girmişti. Bu film, 1844-1848 yılları arasında gelişen işçi hareketinin, bilimsel sosyalizmin doğuşunun ve işçi sınıfının önderleri Karl Marx ve Friedrich Engels’in siyasi dönüşümlerinin bir kesitini gözler önüne seriyor.
Film, Prusya İmparatorluğu toprakları içinde, bir ormanda odun toplarken kolluk güçleri tarafından katledilen yoksulların dramıyla başlıyor. Aç, sefil insanlar ormanda yerlere dökülen kuru dalları toplamaya çalışırken hunharca katlediliyorlar. Sahnenin arka fonunda ise bir ses Komünist Manifesto’nun ilk cümlelerini aktarıyor: “Şu ana kadar var olan toplumların tarihi aslında sınıf savaşımlarının tarihidir. … Burjuvazi ve proletarya.” Etkilendiği koşulların bir parçası olan bu sahneyle Prusya’da Marx, İngiltere’de ise fabrikasında parmağı kopan bir işçi karşısında kayıtsız davranan patron babasına ve tüm burjuva topluma öfke dolu olan Engels çıkıyor karşımıza. Tüm Avrupa işçi sınıfının, palazlanan burjuvazinin pençeleri arasında inim inim inlediği yıllar. Karnını doyurabilmek için kahredici bir işte çalışmayı şans olarak gören işçiler... Fabrikalarda birkaç yılda ihtiyarlayan, sağlıklarını kaybeden çocuklar, genç kızlar... Her yerde sefalet, açlık, salgın hastalıklar...
Filmde genç ama olgun, iktidarlara kafa tutan, işçi sınıfının militan unsurlarına mücadeleyi kavratmak için çırpınan, iki tutkulu insanı görüyoruz. Yaşadığı yüzyılın sorunlarını derinlemesine kavramak için kafa patlatan, burjuva sınıfın olanaklarını ellerinin tersiyle reddeden iki genç. 1844’te Marx 26, Engels 24 yaşındadır. Her iki gencin yolları kesişince, birbirlerinin içinde yanan sönmez ateşi görürler, birbirlerinden hiç kopmazlar, dostlukları ve yoldaşlıkları ömür boyu sürer.
Marx, doktorasını tamamlayıp Rheinische Zeitung’da yazmaya başladığında Prusya devletinin baskısına karşı kendini işçi sınıfının davasına adar. Gazete, Prusya devletinin baskısıyla kapandığında, Marx işsiz kalıp Paris’e yerleşmek zorunda kalır. Burada Proudhon ve Weitling’le tanışır. Engels, babasının fabrikasında çalışırken işçilerin yaşam koşullarındaki sefalete yakından şahit olur. Bu vesile ile “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” adlı kitabı yayınlanır.
Marx ve Engels tanıştıktan sonra aralarında mesafe olsa da birlikte çalışmaya başlarlar. Engels’le tanıştığında “Şimdiye kadar filozoflar yalnızca yorumladılar. Tüm dünyayı yorumladılar. Ama onu değiştirmek zorundayız” diyen Marx, Engels’le dünyayı değiştirmek için, dünyayı değiştirecek güç olan işçi sınıfının mücadelesi içinde yer alır. Yalnızca yorumlamakla yetinenlere karşı mücadele ederler. Bu anlamdaki ilk ortak çalışmaları, “Kutsal Aile” veya diğer adıyla “Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi” kitabıdır. Avrupa’nın farklı ülkelerinde aynı amaçlar için yaşamaya başlamış olan bu iki büyük beynin her anlamdaki dayanışmasına şahit oluyoruz filmde. Zaman zaman ev kirasını bile ödemekte zorlanan Marx’ın ailesinin geçimine destek olmak için Engels yıllarca babasının fabrikasında çalışmaya katlanır.
Film boyunca Marx ve Engels’in eşleri de karakterleriyle, savaşçılıklarıyla öne çıkıyor. “Eski dünyanın yakında çatladığını görmeyi umuyorum” diyen Marx’ın eşi Jenny von Westphalen, mensubu olduğu soylu sınıfa sırt çevirmiş ve işçi sınıfının yanında yer almıştır. Soylu geçmişiyle bağlarını koparıp, düzen güçleri tarafından tehlikeli olarak kabul edilen, uğruna sürgünler, zorbalıklar ve yoksulluk yaşayacağı fikirlerle eski dünyaya savaş açmış bir kadındır Jenny. “Özgür olmak istiyorum ve savaşmak” diyen Engels’in hayat arkadaşı Mary Burns de İrlandalılara özgü karakteriyle savaşçı bir işçi kadındır. Filmde anlatıldığı gibi Engels’in işçilerle bağını kuran, Marx ve Engels’in Adiller Birliği içine girmelerini sağlayan önemli bir kişidir Mary.
Film, Marx ve Engels’in 1848’de, “tüm insanlar kardeştir” sloganını sahiplenen Adiller Birliği toplantısına katıldıklarında olanları da özetliyor. Engels konuşmasına, tüm insanların kardeşliği fikrine karşı çıkarak başlıyor. İşçileri sömüren burjuvalarla işçilerin kardeş olamayacağını, ancak ve ancak işçilerin kardeş olabileceğini dile getiriyor. Komünist Manifesto’da belirginleştirdikleri düşüncelerinin ana hatlarını ortaya koyarak toplantıya damgalarını vurup oy çokluğu ile Adiller Birliğini, Komünistler Birliğine dönüştürüyorlar. Film bu bölümde iki genç insanın bundan sonra işçi hareketi üzerindeki gücünün devam edeceğinin sinyalleri ile sona eriyor. Bitiş jeneriğinde ise 20. yüzyılda kapitalist dünyanın insanlığa getirdiği yıkımları gösteren haber başlıkları ve politikacıların ikiyüzlülüğünü yansıtan görüntüler yer alıyor.
Filmi izlerken insan düşünmeden edemiyor: Sermaye sınıfı yaşadığımız dünyayı kâr tutkusuyla kan gölüne çevirmeye devam ediyor. İş ve yaşam koşulları 19. yüzyılı aratmayacak hale getirilmiş durumda. Düzen güçleri her türlü hak arayışını baskıyla engelliyor. Tüm bunlara son verebilmek, insanca yaşanacak bir dünya kurabilmek için Marksizmin ışığı ile sınıf mücadelesini büyütmekten başka çare yok!
link: Tuzla’dan MT okuru bir kadın işçi, Genç Karl Marx Filmi, 28 Haziran 2017, https://marksist.net/node/5720
Duvarla Sarmalanmış “Özgür Dünya!”
Adalet Yürüyüşü ve İktidarın Tahammülsüzlüğü