Uzun çalışma saatleri, fazla mesailer, iş ritminin hızlandırılması, alınmayan güvenlik önlemleri, patronların bitmek tükenmek bilmeyen kâr hırsı ve taşeronlaşma... Kuralsızlığın kural haline geldiği tersanelerde, her geçen gün bir yenisi ekleniyor iş cinayetlerine. Artık iş kazalarının haberlerini aldığımızda inanmak istemiyoruz. Arkadaşımıza, “bu anlattığın iki gün önce gerçekleşen kaza değil mi, karıştırıyor olmayasın” diyoruz. Biz her ne kadar inanmak istemesek de yaşanan vahşet ortadadır.
Tuzla tersanelerinde ölümlü iş kazaları her yıl artıyor. Ölümle sonuçlanmayan iş kazaları ise artık ciddiye bile alınmıyor, kanıksanmış durumda. 2001’de 1, 2002’de 5, 2003’te 3, 2004’te 5, 2005’te 8, 2006’da 10, 2007’de 12 ve henüz 2008’in ikinci ayında olmamıza rağmen 6 tersane işçisi, mesai sırasında hayatını kaybetti.
İş kazalarının artık sıradan hale geldiği ve seri cinayetlere dönüştüğü Tuzla tersaneler cehenneminde 2007’nin Ağustos ayında 13 günde 5 işçi ardarda yaşamını yitirmişti. Yeni yılın ilk kazası 14 Ocakta gerçekleşmişti. Sedef Tersanesinde, elektrik taşeronu Elkon adlı şirkette çalışan 19 yaşındaki Onur Bayoğlu gemi ambarına düşerek ölmüştü. Gebze’de bekâr evinde kalan Bayoğlu Giresun’dan çalışmak için gelmiş, tersanede işe başlamıştı. Ardından 4 Şubatta Metin Turan, 12 Şubatta Cevat Toy ve Osman Göç, 16 Şubatta Mikail Kavak, 17 Şubatta ise Hasan Köse yaşamını yitirdi. Osman Göç 12 Şubatta Gemtiş tersanesinde kaynak dumanından zehirlenerek öldü. Mesai saatinden sonra evine giden Göç fenalaşarak hastaneye götürülmüş, doktorlar “bir şeyin yok!” diyerek evine göndermişlerdi. Ancak gece tekrar fenalaşarak hastaneye kaldırılan Göç duman zehirlenmesine bağlı olarak kalp durması sonucu hayatını kaybetti. 24 yaşında olan Hasan Köse ise 17 Şubatta oksijen tüpünün patlaması sonucu çıkan yangında vücudunun %80’i yanarak patronların kâr hırsına kurban gitti.
Bizleri dehşete düşüren bu vahşi iş cinayetleri birbiri ardı sıra yaşanırken, bu cinayetlerin suçu işçilerin üzerine yıkılmaya çalışılıyor. GİSBİR Başkanı Murat Bayrak, utanmazca, “Ağır riskli işyerlerinde senede 5-6 ölümlü kaza olur, kazalar işin doğası gereğidir. Kimi suçlayacağız ki? Her ne sebeple olursa olsun iş kazalarını önlemek mümkün değil” diyor. GİSBİR Konsey Başkanı Kenan Torlak ise, “Biz tüm tedbirleri alıyoruz ama işçiler cahil, uygulamıyor” diyerek patronlar sınıfının işçilere ne gözle baktıklarını bir kez daha gözler ününe seriyor.
İşçilere bir baret ya da gözlük vermek, yarım saat işyerinde nelerin yasak olduğunu anlatmak, iş güvenliğinin alındığını göstermez. Ağırlıkların ton ile değil grostonla değerlendirildiği gemi inşa sektöründe, işçilerin üzerine düşen saç parçaları 3-5 tonluk devasa parçalardır. “Koştura koştura” büyüyen bu “başarılı” sektörde, bu parçalar, olması gerektiği gibi vinçlerle değil forkliftlerle daracık tersane mekânında aceleyle bir yerden bir yere taşınırsa, forkliftten işçinin üstüne düşüp işçiyi kâğıt gibi ezebilir. Böyle ölen işçilerin sayısı hiç de az değildir. İşçilerin yüksekte çalışacağı iskeleler, geminin dış yüzeyi bozulmasın, ikinci kere taşlama gerektirmesin, iş çabuk yetişsin diye kaynak ile uygun bir şekilde sabitlenmezse, düşen işçi baretli, gözlüklü de olsa ölme ihtimali yüksektir. İş sipariş sözü verilen tarihte yetişsin, tersane sahibi gecikme tazminatı ödemesin diye, bir yardımcı eşliğinde yapılması gereken işler tek kaynakçı, tek montajcı ile yapılırsa, işçi ambara veya denize düşse, düştüğünden haberdar olunması saatler, bazen bir gün bile sürebilir. İş çabuk bitsin diye, oksijen hortumları ve elektrik kabloları birbirinden düzgünce ayrılmazsa, işçinin kaynak yapacağı gemi dehlizleri fanlarla gazlardan arındırılmazsa, işçilerin patlamalar sonucu ölmeleri kaçınılmazdır.
Alınması gereken bütün bu tedbirler, İş Kanununa göre ve her aklıselim insanın tahmin edebileceği gibi, işyerinde üretim yaptırtan, bu işten kâr eden patronların yükümlülüğündedir. Ancak bu yükümlülükten, Tuzla’daki tersane patronları, “esnek çalıştırma ve rekabet edebilirlik sistemi”nin ürünü olan taşeron sistemi ile sıyrılıyorlar. Örneğin orta boylu bir tersanenin sipariş aldığı ve altı ay içerisinde yetiştirmek zorunda olduğu 10 bin tonluk bir kimyasal tankerin inşasında, aynı anda, aynı tersane alanında 30 ilâ 50 adet farklı irili ufaklı taşeron firma çalışıyor. Yani asıl iş olan gemi yapımı, bölünerek onlarca alt işverene ihale ediliyor. İş Yasasının 2. maddesine açıkça aykırı olan bu uygulama, gittikçe artan iş kazalarına da davetiye çıkarmaktadır. Tersane sahipleri kadrolu olarak en fazla 100 işçi göstermektedirler. Halbuki siparişini aldıkları geminin inşasında 1000’e yakın işçi çalışmaktadır. Çoğu durumda hiç olmayan işyeri hekimleri, işyeri güvenlik elemanlarıysa 100 işçi üzerinden istihdam edilmektedir. İşçilerin ezici çoğunluğunun çalışma şartları, sağlık ve güvenlik ihtiyaçları, onlarca taşeron firmanın keyfine bırakılmaktadır. Yani taşeronluk sistemi, denetimsizliği, sigortasız çalışmayı, düşük ücreti, kötü malzeme kullanımını beraberinde getiriyor. Tersanelerde ambulans ve sağlık ekipleri bulundurulmuyor. Bu da beraberinde ölümleri getiriyor.
Dünya genelinde yeni gemi yapımı son üç yılda yüzde 89 büyümüştür. Bu büyüme tersane işçilerinin emeği sayesinde gerçekleşiyor. Ancak tersane işçileri bu başarıya, artan iş güvencesi, hayat standardının yükselmesi ve ücretler şeklinde değil, artan ölümler şeklinde ortak oluyorlar.
Binlerce insanın çalıştığı tersanelerde iş kazalarının nedenleri ortadadır. Ancak tüm bunlara rağmen iş koşullarında hiçbir değişiklik yapılmamaktadır. Çalışma Bakanlığının denetimlerinde birkaç işyerine para cezası kesilmiş, göstermelik olarak iki üç tersanenin bazı bölümlerinde üretimin durdurulması kararı verilmiş, ama verildiği söylenen bu cezaya rağmen hiçbir yerde üretim durdurulmamıştır. Ölümlerin artmasıyla birlikte, Çalışma Bakanlığı, denetim kadrosunu büyüterek tersanelerdeki denetimi artıracağını belirtiyor. Sanki iş müfettişlerinin sayısı arttırılınca sorunlar çözülecekmiş gibi, Çalışma Bakanı Faruk Çelik, denetimlerin arttırılması için 250 iş müfettişi alınmasını talep ediyor Bakanlar Kurulunda. Oysa iş kazalarının en büyük nedeni olan taşeron sisteminin kaldırılmasından ve patronların kuralsız çalıştırmalarından, yasa dışılığından bahsedilmiyor bile.
Tersanelerde çalışma koşullarının içler acısı durumu, iş cinayetlerinin bu kadar yoğunlaşmasından da gayet iyi anlaşılabiliyor. Bu koşulları değiştirmek için yaşanan sorunların üzerine kararlılıkla gitmek zorunludur. İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin alınması, ağır ve tehlikeli işkolu yönetmeliğinin uygulanması, sigortaların taşeron değil ana firma tarafından ve alınan ücret üzerinden ödenmesi, çalışma saatlerinin düşürülmesi, zorunlu fazla mesailerin kaldırılması ve taşeronlaşmanın yasaklanması bu açıdan elzemdir. Aksi halde ölümler durmayacaktır! Tüm bunların gerçekleşmesi ise işçilerin örgütlü mücadelesinden geçmektedir. Bunları patronlardan ya da onların temsilcisi olan burjuva hükümetlerden beklemek hayalden başka bir şey değildir. İşçi sınıfının örgütlü duruşu yoksa, bugün sorunların üzerine gidecekmiş izlenimini yaratan hükümet, birkaç hafta sonra medya baskısının da ortadan kalkmasıyla, işçileri yine kendi kaderleriyle baş başa bırakacaktır.
Her sabah, eşinden, çocuğundan, annesinden veya babasından akşam eve dönmeyecekmiş gibi veda ederek ayrılan tersane işçileri, eğer eve geri dönmemeyi göze alarak çalışmaya gidebiliyorlarsa, insanca yaşamak için patronlara karşı güçlerini birleştirme, birbirlerine güvenme cesaretini de gösterebilirler. Kurtuluş bizlerin ellerinde: ya her gün ölüm korkusuyla sıranın bize gelmesini bekleyip ölüp gideceğiz ve arkamızdakilere, çocuklarımıza daha kötü koşulları bırakacağız ya da işçiler olarak birbirimize güvenip, gücümüzü birleştirip bu koşulları birlikte değiştireceğiz. Bunun yolu sendikalarımızda, derneklerimizde örgütlenip mücadeleye katılmaktan geçiyor.
link: Aydınlı’dan bir MT okuru, İş Cinayetlerine Karşı Örgütlü Mücadeleye!, 7 Mart 2008, https://marksist.net/node/1718
DİSK 13. Genel Kurulunda Değişenler, Değişmeyenler