Amerikan bombardımanın dumanları Pakistan’ın batı sınırındaki Beyaz Sıradağlarının (Koh-e-Safaid) karlı tepelerinin ardından yükselmeye devam ediyor. Daha Afganistan’daki savaş bitmeden, Pakistan’ın Hindistan doğu sınırı yeni bir savaş histerisinin pençesinde. Askeri birliklerin sınıra yığılması, sınır bölgesindeki karşılıklı taciz ateşi ve sınır köylerinde yaşayanların köylerini terk etmesi, iki ülke arasında yeni bir savaş tehdidi olduğunu gösteriyor. Eğer bu çatışma geniş ölçekli bir savaşa dönüşürse, sömürgelikten kurtuluşlarının 54 yıllık kısa tarihinde Pakistan’la Hindistan arasında dördüncü büyük askeri çarpışma yaşanmış olacak.
Kuruluşlarını takip eden birkaç ay içinde, 1948’de, Hindistan ve Pakistan Keşmir konusunda savaşa tutuştular. İkinci savaş 1965 Eylülünde geldi ve yine Keşmir konusundaydı. Üçüncü savaş 1971 Aralığında Doğu Pakistan’da (şimdiki Bangladeş) patlak verdi, fakat çok geçmeden batı cephesine ve Keşmir’e yayıldı. Bu savaş, Bangladeş’e dönüşen Doğu Pakistan’ın Pakistan’dan ayrılmasına yol açtı. Pakistan utanç verici bir bozguna uğradı ve 90.000 Pakistan askeri Hindistan’a esir düştü.
Bu savaş, Pakistan’da kaybedilen bir devrimin ardından geldi. 1968-69’da, Pakistanlı öğrenciler, işçiler ve köylüler, yığınsal bir devrimci hareket sayesinde iktidarı neredeyse ele geçirmişlerdi. Bir Bolşevik Parti ve Marksist önderliğin bulunmayışı, devrimin raydan çıkmasıyla sonuçlandı. Bu toplumsal kargaşa koşullarında burjuvazi, dikkati toplumsal sorunlardan başka yöne çevirme ve aşırı yoğunlukta patlak veren sınıf mücadelesini ezme gayretiyle, ulusal şovenizmi yükseltmek için savaşa gitti.
Fakat geçmişteki bu savaşlar kısa sürdü ve bugünün silahları ile kıyaslandığında o günküler görece ilkeldi. Yine de bu savaşlar, kitlesel bir yıkıma ve yüz binlerce sivilin ölümüne yol açtı. Buna rağmen Keşmir anlaşmazlığını çözemedi.
Sözde barış döneminde bile sürekli bir gerilim söz konusuydu ve iki komşu arasındaki ilişkiler gergindi. Sınırın her iki yanında da aralıksız çatışmalar yaşandı. Pakistan ve Hindistan istihbarat örgütleri (ISI ve RAW), durumu istikrarsızlaştırmak ve alt kıta halklarını baskı ve gerginlik altında tutmak için, toplumdaki nefreti, şovenizmi ve aşırı milliyetçi ruh halini tahrik ederek her iki ülkede de terör ve sabotaj eylemleri gerçekleştirdiler. Bütün bunlar, iç istikrarı sağlamaktan aciz, çürüyen bir kapitalist elitin egemenliğini devam ettirmek için yapılıyordu ve yapılmaktadır.
Son günlerdeki tansiyon yükselmesi, 11 Eylül olaylarının ardından zaten bekleniyordu. Hindistan’daki gerici BJP rejimi de, tıpkı geçmişteki diğer rejimler gibi, Keşmir’deki hareketi frenlemeyi ve bastırmayı başaramamıştır. Bölgeye 600.000’den fazla asker yığmasına rağmen Keşmir’deki isyanı durduramamıştır.
Dünyadaki rejimlerin çoğu gibi, kriz içindeki Hindistan rejimi de “anti-terörizm” kervanına katıldı. Beş silahlı işgalciyle dokuz güvenlik görevlisinin öldüğü Hindistan parlamentosuna yönelik sözde terörist saldırı, yani 13 Aralıktaki olay, Hint rejiminin gerici şahinleri için bulunmaz bir nimet oldu. Son Bush doktrini, bu gericilerin dört dörtlük işine yaradı.
Bu saldırının Pakistan’daki rejim tarafından düzenlenip düzenlenmediği muhtemelen asla bilinmeyecek. Açık olan şu ki, Hindistan’da iktidarda bulunan köktendinciler, bu fırsata büyük bir şevkle sarıldılar. Keşmir’in Pakistan tarafından kontrol edilen kısmında ve bizzat Pakistan’da üslenen gruplara karşı, Hindistan’ın “George Bush tarzı” misillemede bulunması gerektiğini iddia ettiler. Gerici Hindu köktendinci Hindistan İçişleri Bakanı L. K. Advani kan istiyordu. Oysa Hindistan’ın, böyle bir saldırıyı gerçekleştirmek için nedenleri ve hatta muhtemelen araçları bulunan asilerle dolu olduğunu (Kuzey Doğudaki milliyetçiler, orta ve doğu Hindistan’daki Maocular, ve Naxalitler gibi) göz ardı ediyordu. Savaş histerisi güçlendirildi. Hindistan’la Pakistan arasındaki tren ve otobüs seferleri kaldırıldı, Hindistan Büyükelçisi Pakistan’a geri çağrıldı, Pakistanlı elçilik görevlileri Delhi’de polis tarafından tartaklandı ve tansiyonu arttırıcı diğer eylemlere girişildi.
Bu operasyondan önce, BJP önderliğindeki koalisyon zor durumdaydı. Muhalefet, önerilen anti-terör yasasını (POTO) ironik bir biçimde çok sert bularak ayağa kalktı. Güç durumdaki hükümet, askerler için yüksek fiyatla satın alınan tabutları da içeren birçok yolsuzluk dosyası yüzünden daha da zor duruma düşmüştü. Muhalefet, bu yılın başlarında silah alımı üzerine çıkan skandal yüzünden istifa ettikten sonra tekrar atanan savunma bakanı George Fernandez’in (“eski bir sosyalist”) kellesini istiyordu. Geçen hafta çıkan curcunada parlamentonun üç günü felç oldu.
Bush örneğini takip eden BJP seçkinleri, hükümetin saygınlığını artırmak için bir felâketin harikalar yaratabileceğini düşündüler. Fakat sorun bu felâketin ne kadar süreceğiydi. Savaş ve kargaşa yolunu seçen hiçbir rejim uzun ömürlü olmamıştır.
Şimdi Hindistan ve Pakistan tehditkâr misilleme ve karşı misillemelerle birbirlerinin boğazlarına sarılıyorlar. Nükleer silahlara sahip bu iki komşu ülke, “dünyanın en tehlikeli bölgesi” olarak tanımlanan bölgede, üzerlerine çöken korkunç savaş tehlikesi nedeniyle uçurumun eşiğinde.
Hindistan politikasının “kurnaz tilki”si olarak bilinen Başbakan Vajpayee, Islamabad’ı “Hindistan’daki bütün politik önderlikleri yok etmek için hazırlanan bir komplo”dan sorumlu tutan L. K. Advani önderliğindeki BJP’li şahinlere katıldı.
Mevcut “kritik” durumun altını çizerek parlamentoyu sürekli erteleyen Vajpayee, “terörist” saldırıyı ulusun onuruna ve “varlığına” yönelik bir saldırı olarak tanımladı ve “her türlü yolun (misilleme) açıldığını” ilân etti.
Hintli egemenler için söz konusu olan şey, “ulusal onur” değil, kendi iktidarlarının temelini koruyarak yağma ve talanı devam ettirebilmek için ihtiyaç duydukları zalim seçim politikalarıdır. Yeni Delhi’deki 26 partili sallantılı bir koalisyona önderlik eden Vajpayee'nin BJP’si, ilkbahardan önce Doğu Pencap ve Utter Pradeş’deki milletvekili seçimlerinde boy gösterecek.
Hindistan’ın en kalabalık eyaleti olan ve BJP önderliğindeki koalisyonun egemen olduğu Utter Pradeş, kilit bir eyalettir ve yapılan tüm kamuoyu araştırmalarında BJP bozguna uğramış görünmektedir. BJP önderlerinin çoğu, partinin Utter Pradeş’deki yenilgisinin ulusal koalisyonda bir çözülmeye yol açabileceğini kabul etmektedir. Rejimin merkezde çökmesi ciddi bir politik krizle ve iktidardakiler için yağma ve rüşvet kaynaklarının kaybedilmesiyle sonuçlanabilir.
Pakistan’a karşı “efelenme” ve “terörizm”, BJP için seçimlerde umut demektir. Hindistan medyası çılgına dönmüştür ve kan diye ulumaktadır. Egemen sınıfın ve devletin bütün kesimlerinde yoğun bir savaş histerisi ve şovenizm dalgası dolaşmaktadır. BJP rejiminin cinnet geçirmesine ve ulumasına rağmen, egemen sınıfın ve devletin daha ciddi kesimleri savaş seçeneğinin sonuçlarından şüphe duymaktadır.
Hatta Hindistan silahlı kuvvetleri “Azad Keşmir”e (Keşmir’in Pakistanlıların elindeki kısmı) düzenlenecek bir saldırıya ilişkin çekincelerini belirtmektedir. Onlar Hindistan hükümetinin eğitim kampları dediği yerlerin çoğunun “talim ve atış alanlarından başka bir şey olmadığına” inanıyorlar. Buraların vurulmasının çok küçük bir etkisi olacağını iddia ediyorlar.
Buralara saldırmak, birkaç hafta içinde korkunç bir nükleer düzeye sıçrama potansiyeli olan bir askeri çatışma riski taşıyor. Hindistan ile Pakistan arasındaki herhangi bir konvansiyonel çatışma bu tür bir potansiyel taşıyor. İki ülkenin şehirleri arasındaki füze uçuş süresi üç ilâ sekiz dakikadır. Hindistan ile Pakistan arasındaki bir nükleer çatışmanın, tüm Güney Asya ve sonunda da tüm dünya için yok edici sonuçları olacaktır. Bir bilimsel araştırmaya göre, Karaçi ya da Mumbai gibi bir şehrin üzerine düşecek ilk kuşak bir nükleer bomba bile 800 bin ilâ iki milyon insanın derhal ölmesine neden olacaktır. Bu kadarı yetmezmiş gibi bütün bölgenin üzerine bir radyoaktif bulut dağılacak ve felâket alt kıta sınırlarındaki diğer ülkelere de yayılacaktır. Hindistan ve Pakistan’ın her birinin 70 ilâ 150 arasında nükleer bombaya sahip oldukları tahmin edilmektedir.
Bununla birlikte, bu gerilimin ve savaş histerisinin temel nedeni, dünya ekonomisindeki son resesyonun etkisiyle şiddetlenen derin sosyo-ekonomik krizdir. Hindistan ve Pakistan’ın egemen sınıfları, kapitalizm ve emperyalist egemenlik altında zaten ezici bir sömürüye maruz kalan işçi sınıfını daha da çok boyunduruk altına almak için, bu şovenizmi, savaşı, savaş tehdidini, terör yasalarını ve diğer belâları kullanmaya çalışıyorlar. Hindistan’daki işçiler geçtiğimiz dönemde çok sert saldırılara maruz kaldılar. Askeri harcamalar artarken, kitlesel işten çıkarmalar, kesintiler ve IMF ve emperyalist kuruluşlar tarafından dikte edilen bir ekonomik önlemler dizisi yaşandı. Hindistan kapitalizminin derinleşen krizi, egemen devleti, işçi sınıfı üzerine saldırılarını daha da yoğunlaştırmaya zorluyor. İronik bir biçimde, geleneksel sol liderler ve entellektüeller, “milliyetçilik” ve “demokrasi” adına egemen elitin namelerini çalıyorlar.
Yoksulluk geçen on yılda ikiye katlanmıştır. Canavarca uygulamalar Hindistan’ın pek çok bölgesinde yaygınlık kazanmıştır. Geçenlerdeki bir habere göre, sadece Andhra Pradeş’te iki bin kız bebek yerel sivil toplum kuruluşları aracılığıyla çeşitli evlat edindirme kurumlarına satılmıştır. Bu talihsiz bebeklerin aileleri bebek başına 500 rupi (yaklaşık 12 dolar) almaktadır ve bu bebekler Amerikan ailelerine 14.000 dolara satılmaktadır.
Bebek katliamları, kara büyü, dinsel bağnazlık, kadınların yakılması, kastçılık ve diğer çirkin önyargılar ve tarih öncesi uygulamalar toplumda yeniden türemiştir. Hindistan’da RSS, Jansang ve diğer Hindu gerici gruplar tarafından işletilen Hindu köktendinci okullar [Aşram’lar], Pakistan’daki İslami Medreselerden daha fazladır.
Bu durum, toplumu ilerletmeyi başaramayan bir sistemin durgunluğunu ve derin organik krizini yansıtıyor. Ekonomik büyüme azalmıştır. Fabrikaların birbiri ardına kapanmasıyla, Hindistan burjuvazisinin yerel endüstrisi hızla harabeye dönüyor. Tarım sektörünün durumu daha da kötü. “Toprak reformları” o kadar acınası bir durumdadır ki, bu reformlar aracılığıyla toprak dağıtılan köylüler, bu toprakları kiracılara kiralamakta ve bu araziler üzerinde son derece zor koşullar altında ırgatlık yapmaktadırlar.
Dinsel, komünal, etnik, ulusal ve bölgesel çatışmalar devleti temellerinden sarsıyor. Savaşla ya da savaşsız, BJP önderliğindeki gerici koalisyon er geç dağılmaya mahkûmdur. Bu da, burjuva partilerin çoğunun ekonomide ve toplumda yaklaşmakta olan kriz karşısında bocaladığı Hindistan politik boşluğunda, bir Pandora kutusu açacaktır.
Pakistan’ın durumu acınacak haldedir. Pakistan, 20 yıl boyunca Afganistan’daki Talibanı ve diğer köktendinci grupları desteklemiş ve şimdi korkunç bir başarısızlığa uğramıştır. Bu durum Afganistan’la olan batı sınırını savunmasız hale getirmiştir. Kuzey İttifakının bakanları, geçmişteki çatışmalar yüzünden Pakistan’la barış yapmayı reddediyorlar. Onlar, Kuzey İttifakının savaşağalarını yenilgiye uğratmak için Talibanın silahlandırılmasında ISI’nin oynadığı rolü unutmak ve bağışlamak istemiyorlar. Fakat bundan ötesi var. Emperyalistler tarafından elbirliğiyle oluşturulan bu yapay rejim çöker çökmez Afganistan’da etnik çatışmalar patlayacak ve bu çatışmalar Pakistan’a yayılacaktır. Bütün bunlar, zaten kırılgan olan Pakistan devleti için büyük bir tahribat yaratabilecek olan milliyetçi ve sekter çatışmaları alevlendirebilir.
Peştun milliyetçiliğinin hortlaması, bu şiddet ve krize yakalanmış toplumda kanlı bir yıkım yaratabilir. Rejimin köktendincileri baskı altına almadaki kararsızlığı da, onun sınırlarını ve yeteneklerini ortaya koyuyor. Pakistan İçişleri Bakanı Moin Haider’ın kardeşine düzenlenen suikast, köktendinci terörün hiç de uzakta olmadığını gösteriyor.
Keşmir’deki ve Hindistan doğu sınırındaki savaş tehditi, Pakistan askeri elitini ve egemen sınıflarını şaşkına çevirmiştir. 1987’deki Brass Tacks askeri çatışmasından bu yana Hindistan birliklerinin barış dönemindeki en büyük hareketliliğine ilişkin raporlar İslamabad’a ulaşır ulaşmaz, generaller tepki vermek zorunda kaldılar. İlk tepkileri Amerikalılarla temas kurmak oldu.
Üst düzey bir askeri yetkiliye göre “Devlet Başkanı Müşerref, ABD savunma bakanı Powell’ı arayarak Hindistan tarafından girişilecek herhangi bir askeri harekâtın savaş eylemi olarak kabul edileceğini bildirdi”. Son derece zayıf diplomatik, politik ve askeri pozisyonu dikkate alındığında, Müşerref’in Powell’a bu yarım ağız tehditte bulunabilmek için epeyce cesaret toplamış olması gerek. Fakat hemen ardından, Powell tarafından daha kabul görebilir bir hale gelebilmek için tutumunu aniden değiştirerek yumşatmıştır. Askeri yetkili 19 Aralıkta geçen konuşmayı şu şekilde aktarıyor: “Amerikalılara, FBI Hindistan parlamentosundaki terörist eylemde Pakistanlıların bulunduğunu bağımsız olarak onaylarsa Pakistan’ın bu Pakistanlı grup ya da kişilere karşı harekete geçeceğini söyledik. Krizi çözmeye çalışırken ABD devlet departmanı da bizim için çok endişeliydi. ABD müdahale etmemiş olsaydı durum çok daha ciddi bir hal alabilirdi.”
Üst düzey askeri yetkili, Pakistan’ın en yüksek rütbeli subayları arasında gerilimli bir durumun hüküm sürdüğü bu geceyi şu şekilde anlatmaya devam ediyordu. “Aynı anda hem doğu hem de batı sınırlarımızda ciddi bir güvenlik sorunuyla ilk kez karşılaşıyorduk. Bu bir kâbustu.” Müşerref dört günlük resmi Çin ziyaretine ancak bu telefon konferansından sonra çıkabildi.
Fakat ABD garantisine rağmen, sınıra yığılan Hint birlikleri çekilmedi. Amerikalılar, Pakistanlı yardakçılarına karşı geçmişte birçok kez ihanet etmeyi bilmişlerdir. Eğer gerekli görürlerse bunu yine yapabilirler. Pakistan egemen sınıfı o kadar zavallı bir durumdadır ki, Amerikalılara güvenmekten başka çaresi yoktur.
Pakistan askeri yığınağını arttırmıştır ve sınırda karşılıklı taciz atışları son sürat devam etmektedir. Yinebu savaşta da, hatta savaş daha başlamadan, ilk zaiyat gerçekler olmuştur. Kimin ilk saldırıya geçtiği, ilk ateşi kimin açtığı ve kimin “savunma” yaptığına ilişkin suçlamalar ve karşı-suçlamalarda bulunulmaktadır. Fakat bu çatışmanın sonucu ne olursa olsun, Pakistan toplumu çatışmanın kurbanı olmaya mahkûmdur. Sosyo-ekonomik koşullar zaten kötü durumdadır.
Pakistan ekonomisi çok kötü haldedir. Yoksulluk son on yılda iki katına çıkmıştır. Büyüme oranı bu yıl %5’lerden %2,4’e düşmüştür. Afganistan’a karşı yürütülen savaşın hem ekonomik hem de politik olarak asıl kurbanı Pakistan’dır. Amerika Pakistan’a zararları karşılığı 673 milyon dolar verdi, fakat savaş yüzünden Pakistan 1,4 milyar dolarlık ihracat kaybına uğradı. Şu anda Pakistan’ın toplam dış borcu, bütçe gelirlerinin yaklaşık 6 katı, ithalatının ise 2,44 katıdır. Toplam kamu borcu ise GSMH’nin 1,05 katıdır. Bütün bu makro göstergeler, Pakistan’ın borç durumunun yoksul ülkelerin borç sorunuyla kıyaslanamayacak kadar kötü durumda olduğuna işaret etmektedir. Suç, şiddet, rüşvet, cehalet, hastalık ve sefalet almış başını yürümüştür. Müşerref’in diktatörlüğü, yalnızca savaşta değil ekonomide de emperyalizme tamamen boyun eğmektedir. IMF ve Dünya Bankasının programları büyük bir gayret ve hızla uygulanmıştır. Bu durum, işsizlikte çok daha kitlesel bir artış ve Pakistanlı emekçi kitleler için çok daha büyük bir sefalet anlamına gelmektedir.
Pakistan’ın Afganistan’ın “yeniden inşaasına” katılarak ekonomiyi canlandırma umutları, ütopik bir hayalden başka bir şey değildir. Amerikalılar Afganistan’ı bir kez daha yarı yolda bırakmaya hazırlanıyorlar. Televizyon ekipleri ve ABD birlikleri evlerine döndüğünde, kargaşa, yangın ve kan Pakistan’a bir kez daha ve bu kez çok daha vahşi bir biçimde musallat olacaktır.
Hindistanlılar, Müşerref’in yaşamını giderek daha çekilmez hale getiriyorlar. Eğer Müşerref, Laşkar-a-Tayyaba ve Jaish-a-Muhammed’e (rejim tarafından yasaklanan ve Hindistan’ın 13 Aralık saldırısından sorumlu tutttuğu iki köktendinci örgüt) karşı cezalandırıcı bir harekette bulunursa, Hindistan’ın baskısına teslim olmakla suçlanacaktır. Bu da ülke içindeki konumunu zayıflatacaktır. Eğer bu köktendinci gruplara karşı yumuşak davranırsa, bu kez de Washington’daki büyük patron gücenecektir.
Rejimin köktendincileri zayıflatmak için izlediği yöntemlerden biri, Hindistan karşıtı bir retorik kullanmaktı. Şimdi birbirine düşman bu her iki gerici güç de birbirini istismar etmekte ve bu retorik savaşında Müşerref hayli darbe almaktadır.
Her ne kadar Hindistan’la savaş ihtimali ordudaki yüksek rütbeli subayları korkutsa da, karşılık vermekten başka bir seçenekleri yok. Eğer Müşerref Hindistan’ın baskısı altında daha fazla taviz verirse, ordu içinden gelecek bir darbeyle karşı karşıya kalabilir. Ani siyaset değişiklikleri de dahil olmak üzere Afgan macerasının Pakistan ordusunun üst kademesinde yarattığı hasar ağır olmuştur. Bu elit fena halde sarsılmıştır ve çatlaklar aşikârdır.
Bir yandan savaş histerisini kamçılarken bir yandan savaştan kaçamazsınız, egemenlerin sorunu işte budur. Sınırın her iki yanındaki rejimlerin karşı karşıya kaldığı senaryo budur. Her iki rejim de zayıf ve sallantılıdır. İkisi de savaş boruları çalmakta ve sonra da savaştan çekinmektedir. Böyle bir durum uzun süre devam edemez. Onları kendi söylemleri uçurumdan aşağıya itecektir. Savaş sonsuz bir yıkım demektedir, üstelik sadece Hindistan alt kıtasıyla sınırlı olmayan bir yıkım. Bunun etkileri alt kıtanın ötesine taşacaktır. Bir nükleer tahribat tamamen bertaraf edilemez. Kapitalizmin krizinin bu talihsiz toplumları getirdiği yer bir çıkmazdır.
Makineli tüfek ve top atışları devam ederken, askeri birliklerin hareketi yoğunlaşırken, savaş uçakları harekete geçerken, masum insanlar sınırdaki köy ve kasabalardan göç ederken, karartmalar uygulanırken, korku ve belirsizlik tüm bölge halklarını etkisi altına alıyor. Eğer bu çılgınlık üstün gelir ve bir savaş patlak verirse, o durumda bu geçmiştekilerden çok daha vahşi ve kanlı bir savaş olacaktır. Geçmişteki Hindistan-Pakistan savaşları bu çıkacak savaşın yanında bir çay partisi gibi kalacaktır.
Füzeler ve diğer kitle imha silahları bütün şehirleri yok edecektir (hatta bu savaş, sözde konvansiyonel silahlarla sınırlı kalsa dahi). Hintliler Keşmir’i işgal ederlerse, Keşmir halkının geniş bir çoğunluğunun büyük direnciyle karşılaşacaklardır. Pakistan’ın varlığı tehlike altına girecektir ve onun parçalanması kaçınılmaz olarak Hindistan’ın da kanlı bir biçimde parçalanmasına yol açacaktır.
Eğer savaşa girecek olursa, bu Hindistan için kolay bir galibiyet olmaz. Pakistan, ne Afganistan’dır ne de Filistin. Askeri güçler dengesi eşit olmasa da, görece önemli miktarda cephaneliğe sahip olan Pakistan’ın direncini yenmek oldukça güç olacaktır: yarım milyon askeri personel, 350 fonksiyonel savaş uçağı ve oldukça geniş bir zırhlı kolordu. Pakistan’ın nükleer silahlara sahip olması, Hindistan’ın askeri bir çözümü denemesini zorlaştırmaktadır.
Amerikalıların olanca güçleriyle Hindistan’ı bir savaştan alıkoymaya çalışmalarının nedeni de budur. Hindistan Savunma Bakanı George Fernandez, konuşmalarında, Pakistan’da “terörizm”e karşı bir saldırı başlatmak üzere yeşil ışık yakmadıkları için Amerikalılardan ve İngilizlerden yakınmaktadır. Bakan Batıyı çifte standartlı olmakla suçlamaktadır.
Emperyalizmin baskıları ve diğer birtakım nedenlerle bu kapışma önlenebilir. Fakat iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren bu faktörler, hâlâ ortada kalacaktır. Sözde barış, çok kısa zamanda tuzla buz olacaktır. Bu da, alt kıtanın egemen sınıflarının ne savaşa güçlerinin yetebildiği ne de barışı koruyabildikleri anlamına geliyor. Kanlı savaşlar ve yakalanması zor bir barış arasındaki bu kısırdöngü, bu toplumları kanla yıkayana ve barbarlık ve yıkım içine sürekleyene kadar devam edecek. Bu durum kapitalizmin krizinin ve emperyalist sömürünün doğrudan sonucudur.
Hindistan alt kıtası Ağustos 1947’de bölündü. İşçilerin, denizcilerin, askerlerin ve köylü kitlelerin hareketindeki yoğunluk yalnızca İngiliz Racasını tehdit etmekle kalmıyordu, daha da ileri giderek sermayenin egemenliğini de yıkabilirdi. Bu arada, Hindu ve Müslüman burjuva politik önderlerle anlaşan İngiliz emperyalizmi, bu korkunç bölünme suçunu işledi. CPI (Hindistan Komünist Partisi) önderliğinin aptalca hataları, onun ulusal kurtuluş hareketinin kolaylıkla Hindistan alt kıtasındaki bir sosyalist devrime dönüştürülebilmesine önderlik etme tarihsel fırsatını kaçırmasına yol açtı.
Aradan elli dört yıl geçmesine rağmen hiçbir sorun çözülmemiştir. Bu sömürü sistemi altında hiçbir sorun çözülemez. Emperyalizmin boyunduruğu altında yarım yüzyıldan uzun süren sözde bağımsızlıktan sonra, alt kıtada yaşayan milyonlarca insanın yaşam standartları düşmüştür. Sefalet, hastalık ve cehalet artmıştır. Hindistan ve Pakistan burjuvazisinin tarihsel başarısızlığı kanıtlanmıştır. Bunlar ne tek bir sorunu çözebildiler ne de Ulusal Demokratik Devrimin tek bir görevini yerine getirebildiler. Tarih sahnesine geç çıkışları, onları bu yetenekten mahrum kıldı.
Bu durum uzun süre devam edemez. Hindistan ve Pakistanlı işçiler ve ezinlenler, kitle hareketi içinde tekrar ayağa kalkmışlardır. 1965 savaşının hemen ardından Pakistanlı kitleler ayağa kalkarak sosyalist bir perspektifle devasa bir devrimci hareket yarattılar. Bu kitleler Eyüp Han’ın zalim askeri diktatörlüğünü yıktılar ve devrimci bir önderlik olsaydı daha da ileri gidebilirlerdi. 1971 savaşının ardından, Hindistan proletaryasının, Bengal “fatih”inin saldırgan burjuva rejimini ve 1971 savaşının kahramanı olan Indira Gandhi’yi alaşağı eden muhteşem bir hareketi söz konusuydu.
Kitleler tekrar ayağa kalkacaktır. Sınıf mücadelesi yolunu tutacak ve sınıf savaşını sonunu kadar sürdüreceklerdir. Bütün savaşların, sefaletin, yoksulluğun, hastalıkların, acıların ve kıtlıkların sebebi olan kapitalizmi alaşağı etmek, ancak bir Sosyalist Devrim sayesinde başarılabilir. Bu kısa tarihsel süreçte, alt kıtanın işçi kitleleri, bu tarihsel görevi yerine getirecek cesaret ve yeteneğe sahip olduklarını pek çok kez kanıtlamışlardır. Pakistan ya da Hindistan’daki bir sosyalist devrim kaçınılmaz olarak bu yapay sınırları aşacak ve bir alt kıta Sosyalist Federasyonu yaratacaktır. Bölünmeden kaçınmanın, halkların birleşmesinin ve bütün insanlığın nihai kurtuluşu için bir Dünya Sosyalist Federasyonuna doğru ilerlenmesinin tek yolu budur.
Lal Han
Asian Marxist Review Editörü
Lahore, Pakistan
[Bu yazının İngilizce orijinali www.marxist.com adresinde yer almaktadır.]
link: Lal Han, Hindistan ve Pakistan: Bir Kez Daha Savaşın Gölgesinde, 26 Aralık 2001, https://marksist.net/node/1307
Pakistan'da İşçilerin Durumu
HİNDİSTAN: Bir Ulusun Doğum Sancıları