Şili halkı, 15-16 Mayısta, hem ülkenin askeri diktatörlük döneminden kalma anayasasını değiştirecek Kurucu Meclis temsilcilerini seçti hem de yerel yönetimleri belirlemek için oy kullandı. Pandemi gerekçe gösterilerek birkaç kere ertelenmiş olan bu seçimlerde Başkan Sebastian Piñera’nın temsil ettiği merkez sağ büyük bir darbe aldı. Sol ve toplumsal hareketler ise Şili için daha demokratik bir anayasa hazırlayacak Kurucu Mecliste çoğunluğu elde ederek, adeta rejim güçlerini silip süpürdüler. Bu gelişme Augusto Pinochet diktatörlüğünün sona ermesinden bu yana solun en büyük zaferlerinden biri olarak değerlendiriliyor. Genel olarak söylemek gerekirse bağımsızlar ve muhalefet adayları oyların üçte ikisini alarak çoğunluğu oluşturdu. Piñera’nın başını çektiği merkez sağ Vamos por Chile koalisyonu (Haydi Şili) kaybedeceğini biliyordu. Herhangi bir büyük dönüşümü veto edebilmek için oyların üçte birini almaya razıydı ama ancak beşte birini alarak kitlelerden adeta okkalı bir tokat yedi! Kurucu Mecliste bağımsızlar 45, merkez sol 25, sol 28 ve küçük koalisyon 1 sandalye alırken, merkez sağ 39 sandalye alabildi. Yerlilere ayrılan 17 sandalye içinse on değişik topluluktan temsilciler seçildi. Yeni anayasanın taslağını hazırlamak için seçilen 155 üyeli Kurucu Meclisin kadın ve erkek temsilcileri (77 kadın, 78 erkek) nerdeyse eşit sandalye kazandı. Kadın hareketi ve çevre hareketinin yanı sıra yerli halkların temsilcileri de bu seçimde önemli bir başarı elde ettiler.
Kurucu Meclis için ağırlıklı olarak 2019 yılında yaşanan kitlesel isyanlarda öne çıkan hukukçular, öğretmenler, yazarlar ve sanatçıların da aralarında olduğu 1200 kişi aday oldu. Yeni anayasa metni azami 12 ay içinde taslak haline getirilip Şili halkı tarafından oylanacak. Kabul edilen düzenlemeye göre yeni anayasa taslağında yer alacak maddelerin, öncelikle Kurucu Meclisin üçte ikisinin onayını alması gerekiyor. Bu kapsamda yeni anayasada gündeme gelebilecek en tartışmalı konular arasında toprak ve suların özelleştirilmesi ve iş yasaları var.
Yerel seçim sonuçlarında da çok farklı bir durum yaşanmadı. İktidarın adayları burada da önemli yenilgiler yaşadı. Sol ve bağımsız adaylar valilik, belediye başkanlığı ve yerel meclis seçimlerinde en önemli kentleri elde ettiler. Yerel seçimlerde sağ cephenin çıkar ve rant alanlarındaki çarkı büyük oranda kırılmış oldu. İktidar güçleri açısından yıkıcı bir anlam ifade edecek bir değişim gerçekleşmiş oldu.
Yeni Anayasa neden ve nasıl gündeme geldi?
1989 yılında Şilililer faşist Pinochet diktatörlüğünü sona erdirmek için oy kullanmışlardı. Diktatörlük sona erdirilse de emekçilerin ekonomik ve demokratik sorunları özünde herhangi bir değişime uğramadan devam etti. Merkez sağ ve merkez sol olmak üzere iki ana koalisyonun adeta görev bölüşümü yaptığı oligarşik bir sistem üretildi. Hâkim koalisyon (ana gövdesini Sosyalist Parti ve Hıristiyan Demokratlar oluşturuyordu), aslen Concertacion olarak adlandırılan ve yirmi yıl boyunca iktidarda olan merkez soldu. Merkez sağ ile neredeyse iktidarı paylaştılar ve siyasi sistemin oligarkları haline geldiler. Politika alanında tek karar sahibi olup, Şilili işçi ve emekçileri bu alanda yok sayarak, dışlayarak, onları genel olarak siyasete ilgisiz hale getirdiler.
Bu süre zarfında ekonomide yaşanan büyüme gerekçe gösterilerek, Şili, serbest piyasa ekonomisi olarak her şeyin iyi gittiği ve yaşamak için ideal bir yer olarak lanse edilmişti. Neoliberalizmin pilot bölgesi Şili, refah ve demokrasiye örnek gösterilen poster çocuğuydu adeta! O bir Güney Amerika mucizesiydi! “Yıllarca askeri faşist diktatörlüğün hüküm sürdüğü Şili, neoliberal politikaların test edildiği bir laboratuvar ülke olmuştur. 80’lerden itibaren tüm dünyada uygulanmaya başlanan neoliberal saldırı politikaları, 1973’te bir darbe ile yönetime el koyan Pinochet diktatörlüğü altında ilk kez bu ülkede hayata geçirilmiştir. Faşist cunta toplumsal muhalefetin yükselmesi sonucunda 1989’da yapılan seçimlerle yerini parlamenter rejime bıraktıysa da, kapitalist saldırı politikaları tam gaz devam etti. Bunun doğal sonucu olarak sermaye büyürken, işçilerin ekmeği küçüldü, eşitsizlik arttı. Bugün Şili halkının %36’sı aşırı yoksulluğa mahkûm edilmiş durumda. Şilili 10 dolar milyarderinin toplam serveti ise ülkenin GSYH’sinin %16’sına tekabül ediyor.”[1]
80’lerin sonlarından 2000’li yıllara kadar Şili’nin yıllık ortalama %5 büyüme oranı, kimi yıllarda 8, 9, 10’lara çıkıyordu. Yılda 16-17 bin dolara ulaşan kişi başı GSYH ile Latin Amerika’da sivriliyordu. Şili sermayesinin ne kadar büyüdüğünü gösteren bu manzara sanki herkese refah getirmiş gibi pazarlanıyordu. İşin aslı Şili’de muazzam düzeyde eşitsizlik, yaygın bir sosyal güvencesizlik, derin bir yoksulluk yaşanıyordu. İşçi sınıfının %30-40 civarı kayıt dışı işlerde çalışıyor ve büyük bir kısmı düşük ücretler alıyor, yaşam koşullarındaki ciddi sorunların yanı sıra sağlık ve eğitim alanında sorunlar yaşanıyordu. En önemli sorunlardan biri de yaşlıların yaşam koşullarıydı. Emeklilik sistemi özelleştirilmiş durumdaydı. Emekli yaşlıların %70’i geçinemedikleri için asgari ücretin yarısından daha az bir ücretle çalışarak zar zor hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Kısacası Şili’de parlatılmış olan neoliberal politikalar üstte muazzam bir zenginliği biriktirirken, altta ise maddi güvencesizlik ile parçalanmış, yarınından umudunu kaybetmiş bir toplum yaratmıştı.
Tüm bu sorunlar karşısında onyıllar boyunca biriken toplumsal öfke 2019 Ekiminde metro biletlerine yapılan 30 kuruşluk zamma tepki olarak turnikelerden atlamaya başlayan liselilerin başlattığı eylemlerle bir patlama şeklinde açığa çıktı. Bir metro zammını protestoyla başlayan eylemler, kemer sıkma politikalarına, neoliberalizme ve temelde anti-demokratik siyasi sisteme son verilmesini talep eden büyük bir halk isyanına dönüştü. Siyasi iktidar kitlelerin öfkesini bastıramıyor, gençleri ve işçileri sokaklardan uzaklaştıramıyor, ayaklanmayı engellemenin bir yolunu bulamıyordu. Kasım 2019’da, Sebastian Piñera yönetimindeki merkez sağ hükümet, Şilili işçilerin, emekçilerin, gençlerin yarattığı depremle sallanıyordu. Ülkenin yukarıdan aşağıya, birçok şehir ve kasabası adeta yangın yerine dönmüştü. İktidar gitti gidiyordu! “Kimler yoktu ki isyan sahnesinde? İşçi sınıfının gençliği kısa süre içinde Şili’deki isyanın aktörlerinden biri haline gelmişti. İlk örneklerinin burada uygulanması sebebiyle «neo-liberalizmin laboratuarı» olarak adlandırılan Şili’de gençler, «Neo-Liberalizm Burada Doğdu Burada Ölecek!» dövizleri taşırken, içine sürüklendikleri çıkışsızlığın ve geleceksizliğin asıl sorumlusunun kapitalizm olduğunu haykırmaktan da geri durmadı. Duvarları «Depresyon Çağı Değil, Kapitalizm!» yazıları süslemişti. Madenciler, dünyanın bir numaralı bakır üreticisi ülkenin neredeyse tüm madenlerini durdurarak «Yoksullar İçin Ekmek Yoksa Zenginler İçin de Barış Yok!» sloganını yükseltti. Kadınlar ise devlet başkanı, ordu, polis ve yargının yani bir bütün olarak burjuva devletin kadına yönelik şiddetini dünyaya da yayılan Las Tesis adı verilen bir koreografi eşliğinde protesto etti. Şilili emekçiler, faşist diktatörlükten bu yana gerçekleştirdikleri en kitlesel mitinglerini tarihe kazıdılar. İsyan ateşiyle alevlenen ve 1 milyon 200 bin kişinin katıldığı miting boyunca emekçi kitlelerin «devrim» haykırışları yükseldi.”[2]
Küllerinden yeniden doğan Şili halkı Piñera iktidarına adeta kök söktürüyordu. Ayağa kalkmış olan Şili işçi sınıfı, genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, yerel halklarıyla birikmiş olan tüm sorunlara karşı mücadeleye girişmişti. İşçi sınıfı devrimci ruhuna adeta yeniden kavuşmuştu. Piñera iktidarının sıkıyönetimine, eylemleri bastırmak için ordunun uyguladığı şiddete, gösterilerde onlarca kişinin ordu tarafından katledilmesine, yüzlerce insanın yaralanması ve binlercesinin gözaltına alınmasına rağmen hareket giderek büyümüştü. Hareketi bastıramayan iktidarın taviz vermekten başka çaresi yoktu! Ekim ayında başlayan isyan dalgasından yalnızca bir ay sonra zamların bir kısmını geri almış, reform sözü vermiş, 8 bakanını da görevden almış olan iktidar, “yeni bir anayasa hazırlansın mı?” sorusunu halkoyuna sundu. Çünkü 2019 yılında haftalarca süren kitlesel isyanlarda sokağa dökülen halkın öfkesinin hedeflerinden biri de halen yürürlükte olan faşist Pinoche anayasasıydı. Nerdeyse 50 yıldır faşist bir anayasa ile yönetilen Şilili işçi ve emekçilerin, silah zoruyla dayatılmış bir anayasadan kurtulmak için bile devrimci bir kalkışma gerçekleştirmesi gerekmişti. Ancak Piñera’nın böyle bir soru temelinde referandum düzenlemesinin, kitle hareketini pörsütmek için düzenlenmiş bir oyalamaca olduğu da açıktı.
Nihayetinde bir yıl sonra, Ekim 2020’de yapılan referandumda katılım oranı %51 olurken, sandığa gidenlerin %80’i Kurucu Meclisin oluşturulmasına ve Pinoche anayasasının yerine demokratik bir anayasa yapılmasına “evet” dedi. Sonrasında koronavirüs fırsat bilinerek ertelenen Kurucu Meclis seçimleri Mayıs 2021’e kadar sarkmış oldu. 2019’dan bu yana yaşananlar bildik bir hikâye! Kitlelerin muazzam hareketi reform tavizleriyle pörsütüldü, koronavirüs bahanesiyle kitlelerin eylem ve tepkileri yasaklandı, mücadele ateşi soğutuldu. Nitekim bu nedenle Mayıs seçimlerine katılım %42’de kaldı.
Şili halkı uzun zamandır burjuva siyasete olan güvensizliğini sandık katılımlarına ilgisizliği ile yansıtsa da referandum sonuçlarında ve Mayıs seçimlerinde hem değişim özlemlerini hem sandığa gömdüğü geleneksel sağ siyasetten bıkkınlığını göstermiş oldu. İktidarı devrilme noktasına getirebilecek çok güçlü kitle isyanı yaratabilen işçi sınıfı devrimci öncü güçlerden yoksun olduğu için başladığı işi sonuna kadar götüremiyor. Egemen sınıf, iktidardaki temsilcilerin ve uzlaşmacı reformist partilerin desteğiyle hızla dizginleri yeniden ellerine alıyor. Bolşevik tipte devrimci bir örgütlenme bir kez daha yokluğunu derin bir şekilde hissettiriyor.
[1] Suphi Koray, Şili’de Halk Bugün Ayaklanıyor! (12 Kasım 2019), marksist.com
[2] Yılmaz Seyhan, Sokaklarında Bir Şarkı Çınlıyor Santiago’nun, Yeniden! (10 Mart 2020), marksist.com
link: Aylin Dinç, Şili’de Kurucu Meclis ve Yeni Anayasa, 27 Haziran 2021, https://marksist.net/node/7387
Kore’den Ağlarım, Afganistan’dan Duyulur mu Acep?
Müsilaj: Denizi Öldürmek!