Dört yıldızdı onlar!
Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi ve onbeşler
Ardında Yürünecek Şanlı Bir Yol Bırakanlar
İnsanlık ilk çağlarda ilerlemek için, yolunu yönünü tayin etmek için gökyüzüne başvurdu. Güneşin doğduğu ve battığı yere baktı, yıldızları takip etti. Yoluna devam eden insanlık daha sonra pusula gibi araçlar geliştirdi ve bu pek çok keşfi sağlayarak insanlığın gelişiminin önünü açtı. Sınıflar tarihinde de belli dönüm noktaları oldu mücadelenin seyrini değiştiren, buzu kırıp suyun yolunu açan. İşçi sınıfı, Marx ve Engels’in insanlığın kurtuluşu için işaret ettiği, sınıflar mücadelesinin ilk nüvesi olan Paris Komününden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in son nefeslerine kadar enternasyonalist komünist bir çizgide ilerledikleri Alman Devrimi yenilgisine, Lenin ve Bolşevikler önderliğinde karanlıkları yırtarak tarihin ilk muzaffer devrimi olmayı başarmış Ekim Devrimine sayısız öğreti ve deneyimle dolu tarihsel bir külliyata sahip.
Bu külliyata insanlığın ortak yaşamı için ter akıtan, tüm yaşamını komünizm davasına adayan insanlarımızın sayesinde sahip olduk. Adlarını sayamadığımız kadar çok yiğit devrimci burjuvazinin kanlı savaşında sonsuz inançlarıyla gözü pek bir şekilde çarpışarak can verdi. Ocak ayındaysa yas tutmaya utanacak kadar minnet duyduğumuz önderlerimizi kopardılar aramızdan. 15 Ocak 1919’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i, 21 Ocak 1924’te Lenin’i, 28 Ocak 1921’de de Mustafa Suphi ve yoldaşlarını kaybettik. Bu topraklarda yaşamının sonuna kadar mücadele eden Mustafa Suphi’nin ölüm yerinde “Karadeniz” yazar. 14 yoldaşıyla birlikte Karadeniz’in hırçın sularında Kemalizmin kadroları tarafından alçakça boğdurulmuştur Suphi. Fakat onlardan geriye Suphi’nin şu sözü kalmıştır: “Bütün insanlar ölecek, yeter ki geride kötü bir şey bırakmasın.” Kısa yaşamını toplumun kurtuluşuna adayan Suphi’nin dediği gibi bütün insanlar doğar, yaşar ve ölür elbette. Fakat önemli olan geriye ne bıraktığındır. Mustafa Suphi bu toprakların direngen milliyetçi, Kemalist ideolojisinin karşısında ışıl ışıl parlayan enternasyonalizm bayrağını bıraktı. İşçi sınıfının devrimci önderleri Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht devrimci mücadeleye akıttıkları tutkuyla, insana, hayvana, doğaya dair barındırdıkları incelikle, karanlık günlerde diri tuttukları umutla, düşmanın karşısında gösterdikleri dirençle bugünlere, geleceği inşa etmeye ant içmiş devrimci yüreklere yürünmesi gereken bir yol bıraktılar. Üstelik doğruları ve yanlışlarıyla deneyimlerle dolu bir yoldur bu.
İleriye doğru yol almanın en tutarlı davranışı geriye dönüp bakmak ve doğru temellerde adım atabilmektir. Bugün kapitalizmin tarihsel krizi insanlığa dinmeyen acılar yaşatıyor. Dünyanın her yerinde işçi sınıfı aynı çaresizliği hissediyor. Yoksullukla, felâketlerle, savaş ve ölümlerle yüz yüze olan milyonlar bir umut kapısı arıyorlar. Artık katlanılmayacak koşullara isyan eden milyonlar dünyanın pek çok yerinde sokaklara çıkıyor ve o veya bu biçimde bu düzeni istemediklerini haykırıyorlar. Bu düzenden bıkan ama henüz sesini çıkarmaya cesaret edemeyenlerin sayısı ise kuşkusuz daha fazla. Toplumda açığa çıkmayı bekleyen büyük bir değişim arzusu mayalanıyor. Kapitalizmin yoluna olağan devam edemeyeceği ve dünyayı her geçen gün daha karanlık zamanlara götüreceği ise ortada. Burjuva efendiler dün olduğu gibi bugün de sistemlerine sımsıkı sarılmaya, onun ilelebet yaşaması için yeni soluklar aramaya devam ediyorlar.
Burjuvazi tarihsel görevini canhıraş yerine getirmekle meşgulken, kapitalizmin geldiği son noktada insanlığın ve dünyanın geleceğinin enternasyonalist devrimci örgütün yaratılmasına bağlı olduğu gerçeği sınıf devrimcilerinin önünde acil bir görev olarak duruyor. Kaybettiğimiz devrimci önderlerimizi anmanın en iyi yolu onlardan devraldığımız mirasa layıkıyla sahip çıkmaktır. Onların tamamlamaya ömürlerinin yetmediği yolu kendi tarihsel deneyimleri ışığında işçi sınıfının devrimcileri yürüyecektir, biz yürüyeceğiz!
link: İstanbul/Avcılar’dan bir kadın işçi, Ardında Yürünecek Şanlı Bir Yol Bırakanlar , 23 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8175
Devrimci Önderlerimiz Yolumuzu Aydınlatıyor
Her birini Ocak ayında kaybettiğimiz devrimci önderlerimiz Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Lenin, Mustafa Suphi kendi yaşadıkları dönemde olduğu gibi bugünün devrimcilerine de ışık tutuyor ve sınıfsız bir gelecek için bizlere yol gösteriyorlar.
Tarihsel öncülerimiz işçi sınıfının kapitalizme karşı vereceği mücadelede göğüsleyeceği zorlukları bilerek, gerek yaşamları ile gerek fikirleri ile önemli bir miras bırakmıştır. İşçi sınıfının devrimcileri olarak bu yolda ilerleyerek, dünya ölçeğinde örgütlenerek kapitalizmi alaşağı edebiliriz. Bunun için ihtiyacımız olan devrimci bir önderliktir. Şu an dünyamızda yaşanan savaşların, felâketlerin tüm sorumlusu kapitalist sistemdir. Tüm felâketler kapitalizmin bağrında yatan çelişkilerden kaynaklıdır. Bu çelişkiler bir yandan işçi sınıfını derin bir yoksulluk, açlık ve bin bir türlü zorlukla karşı karşıya bırakıyor, bir yandan kapitalizmin mezar kazıcılarını yaratıyor.
Kapitalizm yarattığı çelişkilerle kendi kendine yıkılacak değildir elbet. Örgütlü işçi sınıfının ve devrimci bir örgütün öncülüğü olmadan kapitalizm yıkılamaz. Rosa Luxemburg’un dediği gibi, “ya barbarlık ya sosyalizm” çağının içerisindeyiz. Devrimci önderlerimizin tarihsel deneyimlerinden süzdüklerimizle, onların bıraktığı teorik mirasla, bu yolda mücadele bayrağını daha da ileriye götürmek için elimizden geleni yapacağız. Yaşasın sosyalizm! Enternasyonalle kurtulur insanlık!
link: Gebze’den MT okuru genç bir metal işçisi, Devrimci Önderlerimiz Yolumuzu Aydınlatıyor, 23 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8174
Komünist Enternasyonalin Bayrağını Geleceğe Taşıyacağız!
Sömürü ve esaret egemen olduğundan beridir, nice yürek eşitlik ve özgürlük için çarpmıştır bugüne dek. Aklı ve yüreğiyle gelecek güzel günleri düşleyen, onun için mücadele eden insanlığın yüz akıdır onlar. Bir de kitlelere yön vermiş; bütün varlığını, ruhunu devrimci mücadeleyle yoğurmuş ve bıraktığı mirasla daima hatırlayacağımız devrimci önderlerimiz vardır. Böylesi devrimci önderler adanmışlıklarıyla, fikirleriyle sosyalizm bayrağını daha ileriye taşımak için mücadele edenlere örnek olurlar. Ortalık karardığında yıldız, fırtınalar koptuğunda köklü bir çınardır onlar. Ocak ayında yitirdiğimiz Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Lenin ve Mustafa Suphi bizlere kılavuz olan, yol gösteren devrimci önderlerimizdir.
Büyük Ekim Devriminin önderi Lenin, emperyalist çağın savaşlar ve devrimler çağı olduğunu söylemişti. Gerçekten de, geçtiğimiz yüzyılda yaşananlar egemenlerin kendi menfaatleri için milyonlarca insanı savaş cehenneminin içine atmaktan geri durmayacağını göstermiştir. Devrimci işçi sınıfının önderleri ise işçi sınıfının egemenlerin haksız savaşlarında yerinin olmadığını, asıl savaşın egemenlere karşı verilmesi gerektiğini haykırıyor, gelecek büyük devrimler için mücadeleyi ilmek ilmek örüyordu.
Almanya işçi sınıfının yiğit önderlerinden Karl Liebknecht, Alman hükümetinin emekçi kitleleri içine itmek istediği savaşın asıl niteliğini teşhir ediyor ve “Asıl Düşman İçerde!” başlıklı yazısında işçilere şöyle sesleniyordu: “Alman halkının baş düşmanı Almanya’dadır: Alman emperyalizmi, Alman savaş partisi, Alman gizli diplomasisi. Alman halkı, kendi emperyalistlerine karşı mücadele eden diğer ülkelerin proletaryasıyla birlikte, içerdeki bu düşmanı politik mücadeleyle alt etmelidir.” Enternasyonal sosyalizmin en büyük savaşçılarından olan Rosa Luxemburg, devrimci fikirlerin yaygınlaşması için mücadele ederek ve bulunduğu her alanda enternasyonal bilinci aşılamaya çalışarak geçirdi hayatını ve bu yolda hiç kaçınmadan yaşamını yitirdi. Devrim rüzgârları tüm dünyayı sarsarken Mustafa Suphi ve yoldaşları Anadolu’da Bolşevik bir örgütlenme yaratmak ve komünist enternasyonal bilincin bu topraklarda yeşermesi için mücadele ediyordu. Bolşevik örgütlenmenin lideri Lenin ise “Rus işçi sınıfının hareketi, karakteri ve hedefi itibariyle tüm ülkelerin işçi sınıfının uluslararası hareketinin bir parçasıdır” diyerek proleter bir dünya devrimi hedefini ifade ediyordu.
Bizler de bugünün genç işçi kuşakları olarak onların bize bıraktıkları mirası, komünist enternasyonal geleneği gururla sahipleniyoruz. Böylesi önemli devrimcilerin yaşamlarını ve mücadelelerini öğrenmek, dersler çıkarmak ve bunları geleceğe aktarmak için mücadele ediyoruz. Burjuvazinin cellâtları onları aramızdan alsalar da bizlere bıraktıkları devrimci ruh mücadelemizde yaşıyor ve hep yaşayacak. Liebknecht’in dediği gibi: “Sıkı durun. Kaçmadık. Yenilmedik… Çünkü Spartaküs, proletaryanın devriminin ateş ve aklı demektir; o, proletaryanın devriminin yüreği ve ruhu; irade ve özlemi demektir. Ve Spartaküs, sınıf bilinçli proletaryanın tüm kararlılığı ve mutluluk özlemi demektir. Çünkü Spartaküs, sosyalizm ve dünya devrimi demektir. …bunlar elde edildiği zaman, biz ister yaşayalım, ister yaşamayalım, programımız yaşayacaktır ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır. Her şeye rağmen!”
link: Gebze’den MT okuru gençler, Komünist Enternasyonalin Bayrağını Geleceğe Taşıyacağız! , 21 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8171
Devrimci Önderlerimizin İzinden, Daima Hedefe Doğru!
Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi… Farklı ülkelerden, Rusya, Almanya ve Türkiye’den boy vermiş dört koca çınar. Aynı davanın, sömürüsüz dünya mücadelesinin unutulmaz dört büyük komünist önderi… Kavgamızda daima birer yol gösterici ve öğretmen olan devrimci önderlerimizi her Ocak ayında, ölüm yıldönümlerinde bir kez daha anıyoruz. Bizimkisi bir yas değil, onların her bir anı önemli dersler içeren yaşamlarını zihinlerimize nakşedip, öfkemizi ve inancımızı bilemektir. Rosa, Liebknecht ve Mustafa Suphi’yi katledenler, mücadeleden koparanlar sandılar ki vurmaz artık kalbimiz kederinden. Yanıldılar! Kalbimiz sınıfsız bir dünya özlemiyle yine çarpıyor, kalbimiz yine çarpacak!
Dünyanın savaşlarla çalkalandığı, baskı ve zorbalığın hüküm sürdüğü dönemlerdi. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı dünyanın üzerine cehennem gibi çökmüştü. Halklar açlık ve sefalet içinde kıvranıyordu. Üstelik II. Enternasyonal dünya işçi sınıfına ihanet ederek savaşı destekleme kararı almıştı. Sürgünler, ihanetler, acı ve yıkım. Kulakları sağır eden savaş tamtamları arasından “Asıl düşman içerde, silahları burjuvaziye yönelt!” haykırışını yükselten Rosa ve Liebknecht, II. Enternasyonalin ihanetini teşhir ederek dünya halklarına gerçek bir enternasyonali, Komünist Enternasyonali armağan etme iradesini gösteren ve tarihin ilk muzaffer işçi devrimine önderlik eden Lenin, Anadolu topraklarına Ekim Devriminin rüzgârını taşımak için canını ortaya koyan Mustafa Suphi ve yoldaşları… Onlar karanlığa teslim olmadılar. Aksine artan çelişkilerin ve kaosun büyük isyanlara ve devrimci dönüşümlere gebe olduğunu biliyorlardı ve o günlere hazırlık yapıyorlardı. Bu yüzden her biri unutulmaz birer komünist önder olabildiler.
Bu büyük önderler yaptıklarıyla, söyledikleriyle işçi sınıfının mücadele tarihinde öylesine büyük izler bıraktılar ki, ölümlerinin üzerinden bir asır geçse de devrimci mücadelenin her bir neferinin yüreği onlarınkiyle aynı özlemle atıyor. Kulaklarımızda hâlâ onların sözleri çınlıyor, o sözler hâlâ bilincimizi ve yaşamımızı şekillendiriyor. Bıraktıkları miras yolumuzu aydınlatıyor.
Tarih tekerrür etmez ama kafiyelidir der Amerikalı yazar Mark Twain. Dünyamız yeniden savaşlarla, krizlerle çalkalanıyor. İşçi sınıfı sefalet içinde, burjuvazinin yalan bombardımanı altında bir yaşam sürüyor. Dünya yok oluşa sürükleniyor. Koşullar zorlu ama insanlığın kurtuluşu mücadelesine adanmış sınıf devrimcileri bilir ki, bu onurlu mücadeleyi başarıya ulaştırmak için canını dişine takmaktır aslolan. İğneyle kuyu kazarcasına işçi sınıfı içinde boy verip zamanı devrime ayarlamaktır. Sınıfımızın büyük önderleri bu zorlu koşullarda takip edilmesi gerekilen yolu bizlere gösteriyorlar. Bize düşen onların adımlarını takip ederek, varılacak hedefe kilitlenmektir.
link: İstanbul’dan bir emekçi kadın, Devrimci Önderlerimizin İzinden, Daima Hedefe Doğru!, 19 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8169
Selam Olsun Yolumuzu Aydınlatanlara!
Karanlık zamanlardan geçiyoruz. Dünyanın tamamına hâkim olan kaotik bir sürecin tam içinde bulunuyor insanlık. Üçüncü Dünya Savaşı devam ederken ve her gün şiddetlenip yeni cepheler kurulurken bu ateş çemberinin içinde bulunan insanlar ölüyor, sakat kalıyor, yerinden yurdundan oluyor. Kapitalizmin yarattığı sorunlar büyümüş ve hepsi birer krize dönüşmüş durumda. Yaratılan krizlerin bedelleri ise egemenler tarafından işçi sınıfına ödettiriliyor. Depremler sonucu yıkılan on binlerce ev ve ölen yüz binlerce insan, büyük yıkımlara sebep olan seller, savaşlarda ölen yüz binler, yerlerinden edilen ve göç yollarına sürülen milyonlar… İnsanlık adeta dizleri üstüne çöktürülmüş durumda. Bugün bu olayları görmezden gelmek, kulak tıkamak veya umursamamak mümkün mü? Fakat örgütsüz olan, dolayısıyla geçmişiyle bağları kopuk olan işçiler yaratılan bu kaotik ortamda savrulup duruyor.
Ömürlerinin baharında olan gençlerde de durum farklı değil. Burjuvazi özellikle de gençlere yönelik yaptığı propagandayla, onlara yaşanan olaylar karşısında kör, sağır ve dilsiz olmalarını telkin ediyor. Daha iyi bir gelecek için çok çalışmalarını, kendilerine idol olarak şu ya da bu CEO’yu veya patronu örnek almaları gerektiğini söylüyor. Çelişkiler içine hapsolan gençlerin beyinleri dumura uğratılıyor. Öte yandan okul sıralarından itibaren milliyetçi, devletçi bir ideolojinin zerk edildiği gençlerin zihni, burjuva sınıfın resmi tarihiyle, çarpıtmalarla, yalanlarla dolu bir tarihle dolduruluyor. İşçi sınıfının gençleri sınıf mücadelesine dair tek bir satır okuyamıyor, kendi tarihlerinden bihaber yaşıyorlar. Aksine sınıf mücadelesi tarihi “terör” olarak belletiliyor gençlere. “Sosyalizm”, “komünizm”, “işçi sınıfı” gibi kavramların içi boşaltılıyor ya da öcüleştiriliyor.
Durum böyle olduğu için gençler eğer sosyalist bir örgütle temas etmezse büyüdükleri topraklarda, kendi sınıfının mücadelesine dair tek bir bilgiye ulaşamazlar. Aslında kapitalist efendilerin istediği tam da budur. Amaçları sınıfımızın önderlerini ve onların çizmiş olduğu mücadele yolunu öğrenmemizin ve o yolda yürümemizin önüne geçmektir. Çünkü egemenler, işçi sınıfı ve onun gençliğinin topyekûn bu mücadele hattına atıldığında, örgütlendiğinde neler olacağını çok iyi biliyor. Bu yüzden işçi sınıfı gençliğinin gerçek tarihini unutması için tüm yollara başvuruyorlar.
Özetle, bugün işçi sınıfı ve onun gençliği alabildiğine örgütsüz ve savunmasız. Fakat bizim geçmişimiz bugün yaratılan bu kaotik ortamı tersine çevirmemiz ve bu düzeni sahiplerinin başına yıkmamız için yeterince deneyime, hayatını bu mücadeleyi var etmek için adayan onlarca yürekli insana sahip. Ocak ayı içerisinde hayatını kaybeden Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht bugün bizim yolumuzu aydınlatan devrimci önderlerdir. Burjuvazinin tüm saldırılarına rağmen bizlere yol göstermeye devam ediyorlar, edecekler.
İşçi sınıfının gençliği olarak Lenin, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi devrimci önderlerimizi, Kemalist önderliğin Karadeniz’de boğdurduğu Mustafa Suphi ve yoldaşlarını asla unutmamalıyız. Tarihsel krizin derinleşmesiyle birlikte genetik bir korku taşıyan burjuvazi işçi sınıfını bugün için bir tehdit olarak görmese de devrimci önderleri ve onların çizdiği mücadele hattını marjinalleştirmeye, küçültmeye ve taş devri meseleleri gibi eskimiş olarak göstermeye çalışıyor. Böylece bugünün genç kuşaklarıyla devrimci önderleri ve onların fikirlerini olabildiğince birbirinden uzak tutmaya çalışıyor. Çünkü ödü kopuyor. Fakat korkunun ecele faydası yoktur; burjuvazi her ne kadar sınıfımızın önderlerini unutturmaya, bizlerden uzak tutmaya çalışsa da toprak tohumla buluşmuştur bir kere.
İnsanlık tüm birikimi ile geldiği bugünkü durumda bir yol ayrımında duruyor ve önünde iki yol var: Ya burjuvazi kazanacak ve tüm dünya barbarlığa sürüklenecek ya da dünya işçi sınıfı kapitalizmi yıkacak ve komünist toplumu inşa edecek. Bizler devrimci önderlerimizin bize bıraktığı mücadele mirasını sahiplenmeye ve onu yarına taşımaya çalışan genç işçileriz. Günün karanlığından da burjuvazinin saldırılarından da korkmuyoruz, yılmıyoruz. Yolumuzu aydınlatan önderlerimizden aldığımız güçle yarının güzel günlerine inançla ve umutla yürüyoruz, yürüyeceğiz. Selam olsun yolumuzu aydınlatanlara!
link: İstanbul’dan genç bir işçi, Selam Olsun Yolumuzu Aydınlatanlara!, 17 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8166
Yaktıkları Meşale Bugün Bizim Ellerimizde!
İlkbahar, yaz, sonbahar, kış, birer mevsimdir içinde ayları barındıran. Bazıları yakar kavurur sıcaktan, bazıları da dondurur soğuktan. Bazı aylar da vardır ki anlamlarla bütünleşmiştir adeta. Yaşananlar, yaşattırılanlar, belleğimizde bir bir sıralanırlar. Ocak ayı da içinde devrim tutkusunu taşıyan tüm devrimciler için sadece yılın bir ayından ibaret değildir. Öfkedir, inançtır, saygı ve özlemdir aynı zamanda. Daima birer yıldız gibi parlayacak olanlarımızı, güneşe gömdüğümüz işçi sınıfının önderlerini hatırlatır. Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi ve yoldaşları…
Devrim mücadelesinde hayatlarını ortaya koymuş bu önderlerimizin inançları ve insanlığın kurtuluşu için verdikleri kavgaya sahip çıkıyoruz. Bugünün sınıf devrimcileri olarak onların mücadelelerinden, yaşamlarından öğrenmeye devam ediyoruz. Sınıfımızın en çetin kavga dönemlerinde kilit roller üstlenmiş ve sosyalizm bayrağını en yükseklere taşımış bu devrimci önderlerimizden bize miras kalan en önemli görev işçi sınıfının enternasyonal mücadelesini büyütmektir. Marksizmin özü olan Enternasyonal, dünya işçi sınıfının kurtuluşu demektir. Bugün dünyamız ekonomik ve siyasal altüstlüklerle, emperyalist savaşlarla, ekolojik krizlerle çalkalanıyor. Aradan geçen bunca yıl bir kez daha Marksizmi ve sosyalist dünya için mücadele eden önderlerimizi haklı çıkardı. Dört bir yanda savaş, dört bir yanda yıkım, açlık ve sefalet… On binlerce masum insanın katledildiği, milyonların savaştan, işsizlikten kurtulmak uğruna daha iyi bir yaşam umutlarıyla göç yollarına koyulduğu, ekolojik yıkımlarla büyük felâketlerin yaşandığı bir dünyada verdiğimiz mücadelenin ne kadar haklı bir dava olduğunu bir kez daha görüyoruz. Filistin cephesiyle emperyalist savaşın alevlerinin daha da harlandığı bu günlerde haksız ve gerici savaşlara karşı işçi sınıfını uluslararası mücadelesi ve dayanışması hayatidir. Bize düşen en büyük görev devrimci önderlerimizin kritik dönemlerde aldıkları tutumları, ısrarla savundukları doğruları hatırlamak ve onlara kararlılıkla sahip çıkmaktır.
Yaşamlarının son anlarına dek mücadelelerinden ödün vermeyen, burjuvazinin ve hainlerin tüm savaş çığırtkanlığına karşı işçi sınıfını, “Asıl düşman içerde, silahları burjuvaziye yönelt!” şiarıyla kapitalizme karşı mücadeleye çağıran Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg... Emperyalist savaşta, “anavatan savunusu” üzerinden sosyalistlerin politik olarak savaşı desteklemesi gerektiğine dair yapılan ajitasyonlara “Hayır! Parti bunu yapmamalı, bunu yapmaya hakkı yok. Burada söz konusu olan şeyin savaş olması nedeniyle değil, fakat gerici bir savaş olması, dünyayı yeniden paylaşmak isteyen köle sahipleri arasındaki bir it dalaşı olması nedeniyle.” ifadeleriyle akla karayı açıkça belirten Lenin… Komünist Enternasyonal’in ruhuna sadık, “İşçilerin kurtuluşu yerel ya da ulusal değil, uluslararası bir sorundur” savunusunu yükselten, Türkiye’de Marksist geleneğin savunucuları Mustafa Suphi ve yoldaşları…. İşte onların bu net ve doğru tutumları bugünün sorunları karşısında tüm çarpıtmalara karşı Marksizmin özünü tertemiz ortaya koyuyor. Bizim geleneğimiz onların mücadelesidir, Marksist tutumlarıdır.
Karanlık ve çetin mücadele dönemlerinde onların yaktığı meşale hem yolumuzu aydınlatmalı hem de yüreğimizdeki ateşi daha da harlayıp alazlandırmalıdır. Bizler yüreklerinde devrim aşkıyla, sosyalizm mücadelesiyle yanıp tutuşanlar olarak ne önderlerimizi unutacak ne yas tutup karalar bağlayacağız! Tıpkı onların yaptığı gibi sınıfsız sömürüsüz bir dünya için son nefesimize kadar mücadele edeceğiz. Sosyalist dünya devrimi yolunda mücadele eden başta önderlerimiz olmak üzere tüm devrimcileri saygı ve özlemle anıyor, bıraktıkları meşaleyi yakmaya devam edeceğimize bir kez daha söz veriyoruz.
link: İstanbul/Avcılar’dan bir grup emekçi kadın, Yaktıkları Meşale Bugün Bizim Ellerimizde!, 14 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8164
İşçi Sınıfı Örgütlüyse Her Şeydir, Örgütsüzse Hiçbir Şey!
Kapitalist sistemin yaşadığı kriz günden güne derinleşmekte ve yıkıcılaşmaktadır. Yaşanan krizle bağlantılı olarak neredeyse bütün taşlar yerinden oynamakta ve bu sistemin topluma açlık, gözyaşı, kriz ve savaşlardan başka bir şey veremeyeceği iyice ayyuka çıkmaktadır.
Özellikle 90’lı yıllar öncesi, burjuvazi ve onun temsilcilerinin ağızlarında sakız ettikleri, her olumsuz şeyin sorumlusunun SSCB olduğu idi. SSCB adeta bir günah keçisi ilan edilmiş ve olumsuz olan ne varsa oraya fatura edilmiş, kitlelerin gözünde adeta bir öcü yaratılmak istenmişti. SSCB’nin çöküşü ve kapitalist sistemin tek başına kalmasıyla birlikte gerçekler tüm çıplaklığıyla ortalığa saçılıverdi. O gerçekler ise, kapitalist sistemin insanlığa hiçbir şey veremeyeceği, üretici güçlerin ve insanlığın gelişimi önünde büyük engel olduğudur.
Rakipsiz kalan kapitalist sistem, kendi işleyiş yasaları gereği tüm dünyada otoriterleşmenin önünü açmış, militarizmi alabildiğine körüklemiş, yeryüzünü bir savaş cehenneminin kucağına bırakıvermiştir. İşte böylesi çalkantılı ve yeniden paylaşım savaşlarının devam ettiği bir süreçte, işçi sınıfının devrimci mücadelesine duyulan ihtiyaç daha bir can yakıcı hale gelmiştir.
Bu durumda tarihsel deneyim devreye giriyor. 1917 Şanlı Ekim Devrimi ve onun devrimci partisi, sınıfsız bir dünya isteyenlere ışık tutuyor. Sınırsız ve sınıfsız bir dünyanın inşası için her türlü zorluğa karşı, mücadeleyi örgütleyen devrimci önderlikler vardır. Ömrünü sosyalizm mücadelesine ve onun öncü komünist örgütünün inşasına adayan işçi sınıfının devrimci önderleri olan Lenin, Rosa, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi, geride paha biçilemez bir miras bırakmışlardır. Bu miras özünde, emperyalist savaşa, ulusal soruna, kadın sorununa, ayrıca sosyalist bir mücadelede Bolşevik bir örgütlülüğün nasıl olacağı konusunda muazzam derslerle doludur.
Bugün dünya işçi sınıfı acı deneyimleri ile görüyor ki, kapitalizmin kokuşmuş düzeni insanlığı tam bir felâkete sürüklüyor, savaşı ve militarizmi körükleyerek insanlığa yaşam hakkı tanımıyor. İşte bu koşullarda egemenler her fırsatta işçi sınıfının devrimci önderliklerine saldırmaktan da geri durmuyorlar. Marksist geleneğinin savunucuları olarak, kapitalizme karşı mücadeleyi nasıl ki boynumuzun borcu biliyorsak, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinde yaşamını yitiren komünist önderlerimizin mirasına sahip çıkmayı da boynumuzun borcu olarak görüyoruz. İşçi sınıfı örgütlüyse her şeydir, örgütsüzse hiçbir şey!
link: İstanbul/Esenyurt’tan bir metal işçisi, İşçi Sınıfı Örgütlüyse Her Şeydir, Örgütsüzse Hiçbir Şey!, 14 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8163
Devrimci Önderlerimizi Enternasyonalist Mücadelemizde Daima Yaşatacağız!
Ocak ayında yitirdiğimiz devrimci önderlerimizden Lenin’in ölümünün 100. yılındayız. İlk muzaffer işçi devriminin önderi olarak tarihe geçen Lenin, hayata gözlerini yumduğu 21 Ocak 1924’e dek, insanlığın esaretten kurtuluşu mücadelesine adadığı devrimci yaşamıyla kavga neferlerine, biz devrimci gençlere ilham ve feyiz kaynağı olmayı sürdürüyor. Teori ve pratiğin örgütlü birliğinin canlı bir örneği olarak Lenin, devrimci Marksizme katkıları ve haklı olarak kendi adıyla anılan örgüt anlayışıyla yolumuza ışık tutmaya devam edecektir.
Bu noktada bizlere bıraktığı en önemli vasiyet, şüphesiz, dünya devrimi hedefinden şaşmayarak enternasyonalist devrimci çizginin takipçisi olabilmektir. Ne mutlu bizlere ki, kapitalist barbarlığa karşı mücadelemizi Marx ve Engels’in teorik ve pratik temellerini döşediği, Lenin önderliğindeki Bolşevik devrimcilerin Ekim Devrimiyle taçlandırdıkları, Rosa, Liebknecht ve Troçki’nin uğruna can verdiği bu köklü geleneğin sancağı altında yürütüyoruz.
Sadece Lenin değil, Ocak ayında yitirdiğimiz diğer devrimci önderlerimiz de devrimci yaşamları ve ölümleriyle mücadelenin ilerlemesi ve nihai hedefine ulaştırılabilmesi için hem yerel hem de evrensel ölçekte devrimci partinin varlığının ne denli hayati olduğunu bizlere göstermişlerdir. Tarihsel kronolojiyle ifade edecek olursak, 1918-19 Alman Devrimine önderlik eden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in Alman sosyal demokrasisinin ihanetiyle alçakça katledilmeleri, devrimci öncünün devrimin imdadına vaktinde yetişememesinin en kahredici örneklerinden biri olarak belleğimize kazınmıştır. Devrimin alevleri içerisinde, Komünist Enternasyonal’in parçası olacak Alman Komünist Partisinin kurulmasına öncülük etmeleri ve bu uğurda gösterdikleri cesaret ve devrimci atılganlık da onların devrimci kişiliklerinin bizlere bıraktığı en kıymetli armağan olmuştur.
Dünya devrimi perspektifine bağlılıklarıyla Mustafa Suphi ve yoldaşlarının giriştikleri mücadele ve trajik ölümleri de yine bizler için her daim akılda tutmamız gereken tarihsel gerçeklere ışık tutmaktadır. Onları Karadeniz’in karanlık sularında boğduran bu devlet, bizlere burjuvaziye asla güvenmememiz gerektiğini bütün gericiliği ve vahşetiyle göstermiştir. Onların katledilişi TKP’nin başlangıçtaki devrimci çizgisinden uzaklaşması sürecinin de miladı olmuş, daha sonra gelen parti liderlikleri Suphi’lerin cellatlarına ilericilik atfedip methiyeler düzmüşler, reformizmin ve oportünizmin yoluna sapmışlardır.
Lenin’in ölüm döşeğinde Stalinist bürokrasiye karşı verdiği son mücadelesi, Rosa’ların katliyle simgeleşen Alman Devriminin yenilgisi, ardından gelişen karşı-devrimci sürecin faşizme ilerleyişi ve Onbeşlerin vahşice katledilmeleriyle birlikte Türkiye sosyalist hareketinin Kemalizmin ve Stalinizmin tahrifatlarıyla devrimci özünden kopartılışı… Bu tarihsel gerçekler Ocak ayında yitirdiğimiz devrimci önderlerimizin, neden geleneğimizin kilometre taşları olduklarını ve mücadele yürüttükleri tarihsel süreçlerde nasıl rollere sahip olduklarını çarpıcı bir biçimde göstermektedir.
Elbette onları anmak arkalarından ağıt yakıp yas tutmak olmadığı gibi, onları putlaştırıp cansız ikonlara çevirmek de değildir. Bize düşen, kavgalarından, adanmışlıklarından, devrimci fikir ve tutumlarından feyiz almak, hatalarından dersler çıkarıp bize miras bıraktıkları geleneği ileriye taşımak için ter akıtmaktır. Ancak inatla, sabırla, azimle çalışmaya devam ederek onlara olan borcumuzu bir nebze olsun yerine getirebilir ve başta burjuvazi olmak üzere onların katillerinden hesap sorabiliriz.
link: Ankara’dan genç bir işçi, Devrimci Önderlerimizi Enternasyonalist Mücadelemizde Daima Yaşatacağız!, 11 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8161
Yaşasın Devrimci Mücadelenin Sönmeyen Ateşi!
Emperyalist savaşın, “doğal” afetlerin, yoksulluğun, işsizliğin yarattığı yıkımların dünya işçi sınıfını kasıp kavurduğu bir yılı daha geride bıraktık. Çelişkilerin her alanda kendini çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyduğu bu dönemde, her yıl Ocak ayında andığımız devrimci önderlerimizin fikirlerini sahiplenip anlamak, anlatmak çok daha önemli hale geldi. Lenin, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht. Sınıf mücadelesinin bu büyük devrimcileri mücadeleleriyle, fikirleriyle bugün de sınıf devrimcilerine yol göstermeye devam ediyorlar.
Emperyalist savaşlar karşısında nasıl bir tutum alacağımızı, bizleri aç, işsiz, yoksul bırakan kapitalizmle nasıl mücadele edeceğimizi ve en önemlisi kapitalizmi yıkıp nasıl yeni bir dünya kuracağımızı bizlere gösteren bu devrimci önderlerimizdir. Onların devrimci mücadeleye adadıkları hayatları, mücadelelerinden süzdükleri deneyimleri bizlere emperyalist savaşlarla, faşizmle, sermayenin işçi sınıfını ezen politikalarıyla nasıl mücadele etmemiz gerektiğini gösteriyor. Bu nedenle onları sadece tarihin bir döneminin parlak kahramanları olarak görmemek gerekiyor. Onlar aynı zamanda sınıf devrimcilerinin, dövüşürken zihinlerinde, yüreklerinde taşıdıkları onlara güç veren yoldaşlarıdır.
Bugünün dünyasında çelişkiler yoğunlaştıkça sınıf mücadelesi de keskinleşiyor, daha da keskinleşecek. Dünyanın pek çok bölgesinde savaşa, işsizliğe, yoksulluğa karşı işçi sınıfı ayağa kalkıyor. İşte bu mücadelelerin daha örgütlü, kapitalizmi yıkma hedefine kilitlenmiş bir biçimde daha güçlü ilerlemesi için mücadele tarihimizin deneyimlerine titizlikle sahip çıkmamız gerekmektedir. Bu devrimci önderlerimizi anmanın bu deneyimlere sahip çıktığımızı göstermek gibi bir anlamı da var.
Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht gibi önderlerimiz ve yine Ocak ayında yitirdiğimiz Mustafa Suphi ve yoldaşları gibi daha nice devrimci yoldaşımız, yaşadıkları dönemin sorumluluğunu alarak, devrimci mücadeleyi ilmek ilmek örerek bizlere mücadele bayrağını teslim ettiler. Şimdi biz işçi sınıfı devrimcileri olarak tarihsel iyimserliğimizle yaşadığımız dönemin sorumluluklarını kavrayarak onların yolundan dirençle, umutla ilerliyoruz. Onların kendilerinden sonra gelenlere teslim ettiği mücadele bayrağını daha yukarı taşıma sorumluluğunu yüreklerimizde hissederek.
Yaşasın Devrimci Mücadelenin Sönmeyen Ateşi!
Yaşasın Sosyalizm!
link: Mersin’den bir MT okuru, Yaşasın Devrimci Mücadelenin Sönmeyen Ateşi!, 7 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8157
Mazi Kökünden Silinsin, Kızıl Bir Güneş Doğsun Diye!
Dünya kapitalizminin buhran ve çürüme içinde bulunduğu, insanlığı işçi sınıfının yolundan sosyalist bir dünya ya da yok oluş ayrımına taşıdığı bir tarihsel evredeyiz. Tam da bu nedenle dünya işçi sınıfının marşı Enternasyonal “kavgamız ölüm dirim” kavgası der. Her birini Ocak ayında kaybettiğimiz, dünya devriminin daima parlayacak yıldızları Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve Vladimir İlyiç Lenin bu ölüm dirim kavgasına atılmışlardı. Bu kavgayı sürdürenlere kutup yıldızı gibi yol göstermeye devam eden devrimci önderlerimizi ve yine bir Ocak ayında katledilen Mustafa Suphileri anıyor, miraslarına sahip çıkma sözümüzü bir kez daha yineliyoruz.
Mustafa Suphi, kapitalizmin gecikmeli olarak geldiği bu topraklarda, kurtuluşun sosyalizmde olduğunu gördü ve bunun için mücadele etti. Onu ve yoldaşlarını 28 Ocak 1921’de kalleşçe katledenler, Karadeniz’in soğuk ve karanlık sularına gömenler, işçi sınıfının mücadelesini de boğup gömebileceklerini zannettiler. Ama kazandıkları zamana, aradan geçen uzun yıllara rağmen Türkiye işçi sınıfı doğrulup ayağa kalkmayı bildi. Darbelere, uzun gerileme dönemlerine rağmen eninde sonunda dünya işçi sınıfıyla beraber yeniden ayağa kalkmayı da bilecek. Toplumsal dönüşümlerin bir insan ömrüne göre uzun yıllara yayılan ağır aksak temposu gerçeği değiştiremez. Nâzım Hikmet’in dediği gibi, göğsümüzde 15 kara saplı bıçak gibi yarası var kayıplarımızın. Ama yine Nâzım’ın dediği gibi yangınlara fazla bakan gözler, kayıplarının arkasından yaşarmaz ve komünist insan “gideni ve gelmekte olanı” anladığı için, gelenin doğumunu hızlandırmak için ter akıttığından her daim bahtiyardır.
15 Ocak 1919’da yoldaşı Rosa Luxemburg ile birlikte katledilen Karl Liebknecht, öldürüldüğü gün “Her Şeye Rağmen” başlıklı bir makale yazmıştı. Birinci Dünya Savaşının alevleri yükselirken, işçi sınıfını en gür sesiyle, en cesur biçimde mücadeleye çağıran Liebknecht, bu makalede işçi sınıfının düşmanlarının suratına “zafer olan yenilgiler vardır, bugün yenilenler yarın zafer kazanacaklardır” diye haykırıyordu, yine en gür sesiyle. Sömürü, katliam, yalan, baskı ve şiddetle ayakta durabilen bir düzenin kazandığı zafer ancak düşmanını güçlenip yeniden ayağa dikilmeye ve kendisini alaşağı etmeye zorlayan bir zafer olabilir. Nitekim Rosa Luxemburg’un şu sözleri yoldaşı Karl’ın söylediklerinin ve açık gerçeğin tekrarıdır. “«Berlin’de düzen hüküm sürüyor!» Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin «düzeniniz». Devrim daha yarın olmadan, «zincir şakırtıları içinde yine doğrulacaktır!» Ve sizleri dehşet içinde bırakıp, gür sesi ile şunu haykıracaktır: «Vardım, Varım, Varolacağım!»”
21 Ocak 1924’te yitirdiğimiz, 1917 Ekim Devriminin önderi Lenin “savaşlar devrimlerin anasıdır” diyerek yeni bir dünya kurma umudunun ve imkânlarının tam da kapitalizmin yarattığı karanlığın, bataklığın ortasında güçleneceğini, geleceğin böyle şekilleneceğini vurgulamıştır. Tam da bu nedenle kapitalizmin yarattığı karanlığın koyulaştığı bu zamanlar, umutları soldurmanın değil diriltmenin, güçlendirmenin zamanıdır. Lenin’in devrimler ve karşı-devrimler çağı dediği çağ budur. Mazi ta kökünden silinsin, bu kan denizinin ufkundan kızıl bir güneş doğsun diye mücadele edenler olarak, bu çağın insanı olmaktan, bu mücadelenin parçası olmaktan, aradaki zaman ve mekân farkına rağmen Lenin’e yoldaş olmaktan onur duyuyoruz.
Elif Çağlı, “Devrimci Mücadeleye Adanan Yaşamlar” makalesinde Lenin’in tüm zorluklara ve kahırlı zamanlara rağmen yaşamını devrimci mücadeleye tam bir bağlılık ve sevinçle adadığını anlatır: “Lenin, devrimci mücadeleyi yaşam sevinci ve geniş bir bilgilenme tutkusuyla birleştirmeyi başaran örnek bir komünisttir. Lenin’in örneklediği ve öğütlediği üzere, bir Bolşevik asla çok çalışmaktan korkmamalı ve çalışkanlığını planlılık ve süreklilik temelinde sürdürüp geliştirmelidir.” Lenin’in ve Çağlı’nın öğütlerine kulak verenler, ezilenlerin özgürlük ve eşitlik düşlerini gerçek kılmak için geçmişten aldıkları güçle yılmadan çalışıyorlar, bugünlerden yarınlara köprüler kuruyorlar. Sol memelerinin altındaki cevahiri hiçbir zaman karartmıyorlar.
link: İstanbul’dan bir MT okuru, Mazi Kökünden Silinsin, Kızıl Bir Güneş Doğsun Diye!, 7 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8156
Büyük Önder Lenin!
Bolşevik Partinin öncülüğünde tarihte ilk muzaffer işçi iktidarı gerçekleştirilmiştir. Tarihsel ve güncel deneyim döne döne gösteriyor ki sağlam temelleri olan bir devrimci örgütlülüğün varlığı çok önemlidir. Bugün dünya işçi sınıfının önderlerini hatırlamamızın, geçmiş mücadele deneyimlerine dönüp bakmamızın nedeni işte bu örgütlülüğü yaratabilmek içindir. Dünyadaki mücadele nehri, geçmişten bugüne ve geleceğe doğru her şeye rağmen akmaya devam ediyor. Bizler de bu nehrin kollarından biriyiz. Ve tüm zorluklara rağmen geleceğin sınıfsız toplumunu yaratmak için mücadele bayrağını yükseltmeye devam edeceğiz. Yapmamız gereken tarihin derslerini iyi anlamak, gençler olarak kendimizi dönüştürmek ve devrimin neferi olmaktır.
Kapitalizm çürüdükçe insanlığı ve yaşamı da çürütmeye devam ediyor. Tarihsel olarak tıkanan ve artık potansiyellerini büyük ölçüde tüketen, bir anlamda yolun sonuna gelmiş bir sistemdir kapitalizm. İçinde bulunduğumuz dönem isyanların, “artık yeter!” haykırışlarının daha da yükseleceği bir dönemdir. Ve bu çığlıkların kapitalizme karşı devrimci mücadeleye evrilmesi için işçi sınıfının örgütlü olması ve önderliğiyle birlikte hareket etmesi gerekiyor. Lenin’i tekrar tekrar hatırlarken onun öncü partiyi oluşturma çabasını ve azmini de hatırlamış oluruz. Lenin’i hatırlamak, aynı zamanda kendimizi sürekli dönüştürmek ve kapitalizme karşı mücadelede kararlılığımızı pekiştirmek için de gereklidir. Lenin’i hatırlamak, dünya devrim mücadelesini ve enternasyonalizmi hatırlamak, bu doğrultudaki görevlerimizi ve mücadelemizi hatırlamaktır!
link: Bir grup genç işçi, Büyük Önder Lenin!, 21 Ocak 2023, https://marksist.net/node/7836
Vardım, Varım, Var Olacağım!
“O bir kartaldı ve kartal olarak kalacak...” Bu sözleri Bolşevik lider Lenin Rosa Luxemburg için dile getirmiştir. Evet, Rosa bugünden bakıldığında hâlâ bir kartal! Sınıf mücadelesinde bütün devrimcilere örnek teşkil edebilecek bir devrimci lider ve enternasyonalizm bayrağının altındaki en cesur savaşçılardandır.
Ocak ayı birçok devrimci önderin yaşamdan koptuğu ya da koparıldığı bir aydır. Bu vesileyle tarihte rolü büyük olan insanları anmak biz mücadeleye adım atan, gönül veren gençler için değerlidir. Yas tutmuyoruz çünkü dövüşüyoruz ve dövüşürken böylesi önemli tarihsel süreçlerde önemli rol oynayan insanları hatırlıyoruz. Mücadele deneyimlerini yolumuza ışık olarak görüp mücadeleye devam ediyoruz.
Rosa Luxemburg da yolumuza ışık tutan devrimci önderlerden biridir. Rosa, 1870’de, o dönemde Çarlık Rusya’sının bir parçası olan Polonya’da dünyaya gelmiştir. Yahudi bir ailenin kızıdır. Küçük yaşlarda başlayan ve bacağında oluşan rahatsızlık hiçbir zaman onun mücadelesi için bir engel teşkil etmemiştir, hatta tam tersi bu rahatsızlığı başarısını kamçılamıştır. Ve onu çetin bir mücadele vermesi için hazırlamıştır.
Rosa 1880’de on yaşında ortaokula başlamıştır. Yahudi kökenli diğer adaylar gibi, giriş sınavında Yahudi olmayanlardan daha iyi puan almak zorundadır. Yahudiler için kota konmuştur. Okula girmeye hak kazanır ama istediği bu şekilde kabul edilmek değildir. Okula kota sistemi ile kaydolmakla, ilk kez etnik ayrımcılıkla karşılaşmıştır. Duyarlı bir çocuk olan Rosa kendini aşağılanmış hisseder ve buna karşı içinde büyük bir öfke büyür. Rosa daha küçük yaşlardayken Yahudilere yapılan bir pogroma da tanıklık etmiştir. Okul yıllarında “güçlü” biri olarak tanınmaya başlamıştır. Resmi dilin Rusça olduğu bu okulda öğrencilerin kendi aralarında Lehçe konuşmaları yasaktır. Daha o dönemlerde cesaretiyle ön plana çıkan Rosa Lehçe bir şiir yazar ve bu şiir okulda elden ele dolanırken tartışmalara sebep olur:
“…zira yoksulluğa ve bilgisizliğe mahkûm olanlar Gülmeyi ve neşeyi bilmezler. Bütün dertleri, bütün acı ve gözyaşlarını tokların vicdanına yüklemek istiyorum, Ve yaptıkları her şeyin intikamını almak.”
1887 yılında liseyi başarıyla bitirdiğinde “politik güvenilirliği olmadığı” gerekçesiyle hak ettiği altın madalya verilmez. O yaşlarda yasaklı yayınlar okumaya başlar, yaşadığı ülkedeki dayanılmaz şartlara karşı eleştirel düşüncelere yönelir. Ülkesindeki üniversitelere kadınlar alınmadığından eğitim için Zürih’e gider. Rosa, çocukluğundan itibaren bitkilere ve hayvanlara karşı büyük bir ilgi duyduğu için fen bilimlerine kayıt yaptırır, zooloji dersleri almaya başlar. Ama kısa süre sonra bundan vazgeçip felsefe, hukuk ve iktisat alanında eğitim görmeye karar vererek bu alana yönelir.
Zürih’te tanıştığı ve hem yoldaşı hem hayat arkadaşı olacak olan Leo Jogiches ile birlikte Polonya Krallığı Sosyal Demokrasi Partisini kuran Rosa, bu partinin yayın organı olan İşçi Davası gazetesinde takma isimle yazmaya başlar ve yaşamında ilk kez bir yayın organının sorumluluğunu üstlenir. İçinde bulunduğu koşullar onu işçi sınıfının enternasyonal mücadelesine daha da yaklaştırmıştır. Ve o dönemki Yahudi düşmanlığına, kadınların geri plana atılması durumuna kapılıp ulusal mücadele ya da kadın mücadelesi değil sınıf temelinde bir mücadeleyi seçmiştir. Dönemin siyasal coğrafyası nedeniyle hem Polonya, hem Almanya hem de Rusya işçi sınıfı hareketi içinde yer almıştır. Çünkü yalnızca enternasyonal bir mücadeleyle bu sorunlar çözüme kavuşabilirdi.
Üniversite eğitimini doktor unvanıyla tamamladıktan sonra Berlin’e yerleşir ve orada Alman Sosyal Demokrat Parti yönetimiyle bağlantı kurar. Silezya’da Polonyalı işçiler arasında çalışmalarına başlar. O dönemde illegal Sosyal Demokrat Partiye üye olmak, köylü ayaklanmalarını kışkırtmak, partinin gizli matbaasını yönetmek suçundan tutuklanır.
Rosa hiçbir zaman alışıldık, sessiz ve itaatkâr olmamıştır. Asidir, yeteneklidir, kime meydan okuduğunun farkındadır. Tek başına kalsa da hapisle cezalandırılsa da yılmamıştır. O, gücünü işçi sınıfının sömürülmesine duyduğu öfkeden almıştır.
Rosa’nın emperyalist savaşa karşı tutumu da onun gerçek ve kararlı bir enternasyonalist komünist olduğunu göstermiştir. 1918 Kasımında patlak veren Alman devrimine yönelik devrimci programları da hem onu hem de yoldaşı Karl Liebknecht’i burjuvazinin hedefi haline getirmiştir.[*] Süreç ve koşullar Alman devrimini yenilgiye uğratırken, Rosa ve Karl alçakça öldürülmüştür. Onlar tarihin çalışkan evlatlarıydılar, yükselttikleri mücadele bayrağı hâlâ gelecek kuşaklara taşınmaktadır. Onlar sınıf mücadelesi tarihinde bizlere çok önemli mücadele deneyimleri bırakarak gittiler. Haksız savaşlara, emeğin ve alın terinin sömürülmesine karşı yaşamlarının sonuna kadar mücadele ettiler. Bugün içinde bulunduğumuz düzen savaş tamtamlarıyla, sömürünün artmasıyla bize şu mesajı açık ve net gösteriyor. Rosa’nın da dediği gibi “Ya sosyalizm, ya barbarlık!” Düzenin yarattığı sorunlar ancak işçi sınıfının mücadelesiyle sosyalist bir dünya kurulduğunda çözüme kavuşabilir. Bunun için bizlere düşen, tecrübelerini miras bırakan devrimci önderleri örnek alıp yolumuzu aydınlatarak ilerlemektir!
Yaşasın İşçi Sınıfının Enternasyonal Mücadele Birliği!
[*] Bkz. Elif Çağlı, Kızıl Kanatlı Rosa, marksist.com
link: Mersin’den bir kadın işçi, Vardım, Varım, Var Olacağım!, 14 Ocak 2023, https://marksist.net/node/7829
Asıl Düşman İçerde!
Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi ve Lenin… Ocak ayı bize yaşamlarını örnek alacağımız bu dört devrimci önderimizi hatırlatır. Artlarında bıraktıkları deneyimleri iyi kavrayarak ve mücadeleye nasıl yüreklice sarıldıklarını hissederek onların şanlı miraslarına sahip çıkarız.
Bu büyük önderlerden Karl Liebknecht’in yaşamı da diğerleri gibi mücadele ile yoğrulmuş bir yaşamdır. Karl Liebknecht, Alman Sosyal Demokrat Partisinin (SPD) kurucularından, Marx ve Engels’le her zaman iletişim içinde olan Wilhelm Liebknecht’in oğluydu. Hukuk ve politik ekonomi alanında eğitim alırken babasının da içinde olduğu SPD’de çalışmaya başlayan Karl Liebknecht özellikle militarizme karşı gençlik içerisinde yürüttüğü mücadeleyle tanınmaya başlamıştı. 1904’te SPD kongresinde, gençlik içinde anti-militarist propaganda yapılması konusunda bir karar çıkması için mücadele etmiş, partinin bu konuda tavır alması gerektiğini anlatmaya ömrü boyunca da devam etmiştir.
Karl Liebknecht, 1907 ile 1910 arasında Sosyalist Gençlik Enternasyonalinin yönetiminde bulundu. O dönemde Almanya’da devrimci hareketin gençlik içindeki siyasal örgütlenmesinin eksikleri olduğunu düşündüğü yazılar kaleme aldı. Gençlerin devrimci mücadelenin en önemli ayağı olduğunu düşünüp bu alandaki örgütlenmeyi güçlendirmeye çalıştı. Sosyalist Gençlik Enternasyonalinde çeşitli çalışmalar yürüttü ve gençler için kendilerini ifade edecek alanlar yaratmak istedi. Özgürlük ve bağımsızlık düşüncelerinin önemi ve bu düşüncelerin örgütlenme içinde pratiğe yansıması üzerine çalışmalar yaptı. Bu çalışmaların önemini her an ve her yerde vurguladı.
Dönemin devrimci mücadele yürüten önderleri, savaşın toplumun üzerinde bıraktığı etkiyi ve emperyalistlerin bu durumu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmalarını çok kereler vurgulamışlardır. Karl Liebknecht Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşından önce, Militarizm ve Anti-militarizm adlı çalışmasını kaleme aldı. 1907’de bu çalışmasından dolayı tutuklandı. Militarizmin ne illet bir şey olduğunu dile getirip anti-militarist çerçevede örgütlenmenin sağlanması gerektiğini sıklıkla vurguladı. Savaşın yoksul, emekçi halkın yararına olmayacağını, aslında sadece burjuvaların çıkarları için yapıldığını etkili biçimde anlattı. Militarizm karşıtı mücadelenin ön saflarında yer aldı. Bir sene sonra hapisteyken Prusya meclisine, 1912’de ise Alman meclisi Reichstag’a seçildi. Mücadelesini burada sürdürdü.
Karl Liebknecht Sosyal Demokrat Partinin içinde zamanla Rosa Luksemburg ile beraber sol kanadın önderlerinden biri haline geldi. Tıpkı Rosa Luksemburg gibi Liebknecht de Alman burjuvazisinin savaş çığırtkanlığına karşı ve İkinci Enternasyonal’in de bu yöndeki kararlarına karşı enternasyonalizm bayrağını yükseltmek için çaba gösterdi. Emperyalist savaşlara ve militarizme karşı emekçi gençliği örgütlemek için mücadele etti.
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşının başladığı dönemlerde büyük emperyalist ülkelerin burjuvaları halkı seferber etmiş ve savaşa sürmüştü. Bu dönemde çeşitli işçi örgütlerinde savaş konusunda gösterilmesi gereken tutum tartışılıyor ve bu tartışmalar bir turnusol kâğıdı gibi gerçek ayrımları net biçimde ortaya çıkarıyordu. Karl Liebknecht 2 Aralık 1914’teki oylamada savaşa karşı oy kullanan tek parlamenter oldu. Daha sonra Liebknecht, Rosa Luxemburg, Leo Jogiches, Paul Levi, Franz Mehring ve Clara Zetkin gibi isimlerle birlikte Spartaküs Birliğini (Spartakusbund) kurdu.
Karl Liebknecht, Alman Devrimi sırasında, 15 Ocak 1919’da, yoldaşı Rosa Luxemburg’la birlikte Berlin’de, alçak SPD hükümetinin cellatları tarafından öldürüldü. Liebknecht, bütün bir yaşamı boyunca Almanya’da sosyalist devrim için verilen mücadelede aktif olarak yer almıştı. Emperyalist savaşların temel nedeninin kapitalist sistem ve burjuvazinin kâr hırsı olduğunu biliyordu. İşçi sınıfının militarizme karşı mücadele etmesi gerektiğini ve işçi sınıfının gerçek ihtiyaçlarının kapitalistlerin kârlarından önce geldiğini dile getirerek sosyalist bir toplum için mücadele etmenin görev olduğunu bıkmadan, usanmadan anlatıyordu. Liebknecht, işçi sınıfının gençlerini militarizme karşı ve toplumsal değişim için harekete geçirmek üzere olağanüstü bir çabayla çalıştı. Gençleri barış ve sosyalizm mücadelesine katılmaya çağıran konuşmalar yaptı ve yazılar yazdı. Ayrıca savaşa ve hükümetin politikalarına karşı protestolar ve gösteriler düzenledi.
Karl Liebknecht’in ve Rosa Luksemburg’un “Asıl düşman içerde, silahları burjuvaziye yönelt!” yaklaşımı bugün de bizler için çok değerli bir mirastır. Rosa Luxemburg gibi Karl Liebknecht de SPD’nin çürümüşlüğünü gözler önüne serdi ve işçi sınıfının devrimci mücadelesi için canını feda etmekten çekinmedi.
Onların bizlere bıraktığı en değerli miras enternasyonalizm anlayışı ve kararlı mücadelesidir. Bizler bilmeliyiz ki işçi sınıfının kurtuluşu ulusal olamaz! Kapitalizm ancak dünya ölçeğinde verilecek bir mücadeleyle yıkılabilir. Bunun için de devrimci önderlerimizin canları pahasına bize öğrettiği şeyi, asıl düşmanın içerde olduğunu ve silahlarımızı ona doğrultmamız gerektiğini hiç ama hiç unutmamalıyız.
link: Mersin’den genç işçiler, Asıl Düşman İçerde!, 14 Ocak 2023, https://marksist.net/node/7828
Ya Yolumuzu Aydınlatacak Işığımız Olmasaydı
Dünya işçi sınıfı zor bir dönemden geçiyor. Olağandışı bir dönem yaşanıyor hem dünyada hem bu topraklarda. Düne kadar demokrasinin beşiği sayılan ülkelerde, otoriter ve totaliter rejimlere eğilim gittikçe artıyor. Dünyanın dört bir yanında baskıların, yasakların ve işçi sınıfına karşı saldırıların amansız bir şekilde devam ettiği, milliyetçiliğin ve militarizmin yükselişe geçtiği kaotik bir dönem yaşanıyor. Toplumun tüm kesimleri payına düşeni alıyor bu insanlık dışı sistemden. Bir taraftan toplumsal ilişkileri çürütüyor, diğer taraftan dünyanın sonunu getiriyor var olan düzen. Kapitalizm çıkışı olmayan bir krizde, adeta yoğun bakımda makineye bağlı bir hasta durumunda. Hayatta kalmak için yaptıkları dünyayı ve insanlığı felâkete sürüklüyor. Böyle dönemlerde insan bir ışık, bir umut, dayanabileceği, sarılabileceği, sığınabileceği bir yer arıyor; bugünden korkmamak, geleceğe güvenle bakmak ve savrulmamak için.
Yaşanan sorunlara ya da çürümeye ne kadar dayanabilir tek başına bir insan? Bir arada olmak önemli olduğu kadar yeterli olabilir mi böyle gerici dönemlerde? Mücadeleye atılanların yolunu aydınlatacak, onlara ışık tutup rehberlik edecek liderler, doğru bir ideoloji, morallerini, enerjilerini diri tutacak, geçmişten güç devşirecek insanlar olmadan mümkün mü? Geçmişi bilmeden bugüne ve geleceğe umutla bakmak olanaklı olabilir miydi? Dövüşenler nereden beslenecek, nasıl körükleyecekler öfke ve kinlerini? Bu düzeni tüm aygıtları ile nasıl ortadan kaldıracaklar? Bu soruların cevabı işçi sınıfının tarihi hafızasında saklı. Bugün bunların toplumun çoğunluğu tarafından unutulmuş olması burjuvazinin yürüttüğü kara propaganda, yalanlar dolanlar ve zamanın ruhu ile alakalı. Ama rüzgâr hep karşıdan esmeyecek, elbette değişecek rüzgârın yönü. İşte o zaman işçi sınıfının tarihi hafızası bir anda canlanacak. Bu yüzden işçi sınıfının yürüttüğü kavgada yitirdiği önderleri düşünüldüğünde Ocak ayının ayrı bir önemi bulunuyor. İşçi sınıfının tarihsel kavgasında tarafı net bir şekilde belli olan, yaşamı sona erene veya burjuvazi tarafından katledildiği son ana kadar bundan ödün vermemiş, yolumuza ışık tutan devrimcilerimizi saygıyla andık. Ve bir kez daha bize nasıl tarihsel bir hazine, kıymetli bir miras bıraktıklarını içselleştirdik. Her dönem işçi sınıfının tarihinde yer alan önemli günleri ve önderleri anmak, hatırlamak önemlidir ama içinden geçtiğimiz dönemde bu çok daha anlamlı. Dövüşenler ölenlerin tutmaz yasını! Ne çok şey anlatıyor bize ve bir kez daha mücadelemize sıkı sıkı sarılmamızı öğütlüyor. Başta Lenin olmak üzere, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi ve on beş yoldaşının yürüttükleri mücadele yolumuza ışık tutuyor.
Enternasyonal komünist gelenekten gelen, geçmişten günümüze yaşamış tüm devrimciler, bizleri mücadele ile tanıştıran ve yol gösteren büyüklerimiz… Ne kadar zengin bir geçmişimiz ve bugünümüz var. Bu kültürle yetişen ve donanan, politik olarak duruşundan taviz vermeyen, her zaman dünya devrimini savunan, en gerici koşullarda Marksizme sarılan insanlarla bir arada olmakla ne kadar gururlansak azdır. Lenin hayatı boyunca sürekli bir sınav vermiş ve en önemli sınavdan işçi sınıfını iktidara taşıyarak geçmişti. Bugün de aynı sınavları başarıyla verenler adeta bir aktarma kayışı görevi görüyor. Bize sınıf hafızamızı aktarmaları, gelenekten geleceğe şiarı ile yolumuza ışık tutmaları, bu kavgayı sahiplenmek için sürekli bizleri zinde tutmaları bizler için büyük şans. Kaybettiğimiz ve yaşayan önderlerimizi daha iyi anlamak, kavramak ve yeniden o ateşi yakmak, rüzgârın arkamızdan eseceği günlere hazırlanmak başlıca görevimiz olmalıdır. Dünyayı yaşanmaz hale getiren, insanlığı yok oluşa sürükleyen bu düzenin haramilerinden hesap sormak, insani olmayan bu sistemi ortadan kaldırmak için onurumuzla mücadele ederek mirasımıza sahip çıkmış olacağız. Selam olsun bu yolda dövüşerek ölenlere ve dövüşmeye devam edenlere!
link: Esenyurt’tan bir MT okuru, Ya Yolumuzu Aydınlatacak Işığımız Olmasaydı, 30 Ocak 2021, https://marksist.net/node/7266
Yeni Bir Dünya Kurmanın Özlemiyle Sonuna Kadar Kavga!
Ceza talep ediyorum,
Bugün tok olanlara, sefa sürenlere,
Milyonların ekmeğini hangi acılarla kazandığını
Bilmeyenlere, hissetmeyenlere
Neşeli bir yüz
Neşeli bir gülüş görürsem
Acı çekiyorum
Zira yoksulluğa ve bilgisizliğe
Mahkûm olanlar
Gülmeyi ve neşeyi bilmezler.
Bütün dertleri,
Bütün gizli ve acı gözyaşlarını
Tokların vicdanına yüklemek istiyorum
Ve yaptıkları her şeyin intikamını almak
(Rosa Luxemburg’un henüz lisede okurken Lehçe kaleme aldığı bir şiir)
Rosa Luxemburg’un söylediği gibi, ben de bütün acı gözyaşlarının, haksızlıkların, umutsuz ve mutsuz her bakışın ve egemenlerin yaptıkları her şeyin hesabını sormak istiyorum. Hakları gasp edilen, saatlerce çalıştırılan biz emekçiler nasıl gülebilir, neşeli olabiliriz? Oysa işçinin emeğiyle kurulan, güzelleşen bu dünyada neşeyi hak eden bizleriz. Zannetmesinler ki hep böyle gidecek. Bizler, bu düzenin sefasını sürenlere, emeğin kaynağının kim olduğunu hatırlatmayı da biliriz. İşçi sınıfının bugüne ışık tutan tarihi bizlere yol gösteriyor. O ışıkla mücadele etmeyi sürdürüyoruz. Ve elbet bir gün işçi sınıfı bugüne kadar kendisine yaşatılanların hesabını soracaktır.
Bugün karanlık zamanlardan geçsek de elbet bir gün güneş doğacak. Sefa sürenler elbet hesap verecek. Onlar her ne kadar pervasız olsalar da içimizdeki mücadele azmi onları yenecek. Bir gün filizlenecek menekşelerimiz. İnancımız ve mücadelemizle, işçi sınıfı yok edecek bu köhne düzeni.
Yeni bir dünya özlemiyle yüreklerinizdeki ateşe selam olsun. Bu mücadelede Ekim Devriminin önderi Lenin, Alman işçi sınıfının önderleri Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi ve on beş yoldaşı bizlere ışık tutuyor. Dört yıldızı ölüm yıldönümlerinde saygıyla anıyoruz. İşçi sınıfının mücadelesinde bizlere bıraktığınız deneyimler sayesinde güç ve cesaret kaynağımız sizlersiniz.
link: Kıraç’tan bir kadın işçi, Yeni Bir Dünya Kurmanın Özlemiyle Sonuna Kadar Kavga!, 13 Şubat 2021, https://marksist.net/node/7259
Lenin
Tarihin önünde dimdik duruyordu Keskin çekik gözleri Kızıl kızıl parıldıyor dostça selamlıyordu bakan yüzleri Sahne onundu artık Sabırla örmüştü öfkesini Zamanı gelmişti artık Zorbaların saltanatına karşı dövüşecekti, dövüştü! Tarihsel sürecin yaşayan şahidi Vaktinde çıktı sahneye Korkusu yoktu! Korkak olanla işi yoktu. Çelik, bükülmez, direngen Ustasından almıştı suyunu!
link: Ankara’dan bir işçi, Lenin, 28 Ocak 2019, https://marksist.net/node/6583
Nasıl Unutalım Sizleri!
Bazı aylar vardır, kimi anlamlarla bütünleşmiştir adeta. Yaşananlar, yaşattırılanlar, belleğimizde bir bir sıralanırlar. Haziran günleri, Şubat Devrimi, Ekim Devrimi… Peki ya Ocak ayı bizler için ne ifade eder? Yılın ilk ayını mı yoksa kış mevsimini mi sadece? Daima birer yıldız gibi parlayacak olanlarımız, güneşe gömdüğümüz işçi sınıfının önderlerini hatırlatır. Ocak ayı onlar ile özdeşleşmiştir. Başta Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi ve yoldaşları ve daha nicelerinin acısını ve öfkesini tekrar tekrar duyduğumuz ay.
28 Kânunusani ise Türkiye işçi sınıfının devrimci mücadelesinde unutmayacağımız ve her zaman öfkemizi diri tutacak olan bir gündür. Sınıfımızın tarihinde kanlı bir sayfa olarak yer edinen 1921 Ocağında Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı burjuvazi tarafından katledildiler. Karadeniz sularında, Trabzon açıklarında boğdurularak bizlerden kopartıldıkları o kanlı tarih. İşçi sınıfının ozanlarından Nâzım Hikmet şiirinde “28 Kânunusaniyi unutma!” diyerek bize tarihin sınıfların mücadelesi olduğunu hatırlatıyor. O günü ve yaşatılanlardan ne anlamamız gerektiğini şu dizelerle aktarıyor:
Kanunisani 28 Karadeniz Burjuvazi Biz On beş kasap çengelinde sallanan On beş kesik baş Yoldaş Bunların sen İsimlerini aklında tutma Fakat 28 Kanunisaniyi unutma!
Burjuvazi o gün sizleri aramızdan ayırdı. Unutturmaya çalıştı ve hâlâ çalışıyor. Fakat nasıl unutalım ki sizleri, hayatınızı sömürüsüz bir dünya kurmak yolunda feda etmişken? Mücadelenin neferleri olarak kavgamızda sizler hep yaşayacak, yüreğimizin en derinliklerinde olacaksınız.
link: Pendik’ten bir işçi, Nasıl Unutalım Sizleri!, 27 Şubat 2018, https://marksist.net/node/6232
Çürüyen Kapitalizm ve Parlayacak Yıldızlar
Tarihsel bir kriz içinde debelenen kapitalizm, kendisiyle birlikte tüm toplumu çürütmekte ve insani değerleri hiçleştirmektedir. Öyle ki bu çürüme giderek toplumun geleceği olan çocuklarda dahi en aşırı şekillerde tezahür etmektedir. Örneğin bir çocuk büyüyünce idamı geri getireceğini söyleyebiliyor. Çocukluğumuzda muhtemelen hepimiz “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” sorusuyla karşılaşmışızdır. Bu soruya verilen cevaplar genellikle “doktor olup insanların hayatını kurtarmak istiyorum, mühendis ya da öğretmen olmak istiyorum…” şeklindeydi. Bugün ise çocuklardan aldığımız cevaplar iktidarın kindar bir nesil yetiştirme politikalarının nasıl bir etkisi olduğunu acı bir şekilde gösteriyor. Bu soruya karşılık küçük bir kız çocuğunun dilinden şu sözler dökülüyor: “Darbecileri idam ile yargılamak istiyorum. Bunun için de Cumhurbaşkanı olup idamı getirmek istiyorum.” Olağan koşullarda bir çocuğun gelecek tahayyülünün insanların ölmediği, arkadaşlarıyla kardeşçe yaşadığı bir dünya olması gerekir. Bunun tam tersi örnekler mevcut durumun ciddiyetini göstermesi açısından önemlidir.
Evet, kapitalizm çürürken toplumu çürütmekle kalmıyor, insanlığın geleceğini, yeni bir toplum yaratma umudunu da çürütmeye azami derecede gayret ediyor. Hiç durmadan toplumu yapay bir şekilde kutuplaştırmaya çalışan, birbirlerine karşı düşmanlaştırmaya gayret gösteren iktidar, böylece mevcut durumunu sağlamlaştırmaya, iktidarını baki kılmaya çalışıyor. Her ne kadar iktidar toplumu kindarlaştıran politikalarıyla, zorbalığıyla saldırıyor olsa da gardımızı düşürmüş değiliz. Bu sadece bir savunma pozisyonu değil, aynı zamanda iyi olan her şeye karşı yapılan saldırılara bir karşı saldırımızdır. Işığıdır Marksizmin yolumuzu aydınlatan ve yılmaz devrimcilerin ayak izleridir yürüdüğümüz yol.
Ocak ayında kaybettiğimiz devrimci Marksist önderlerimiz, Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı birer yıldız gibi yolumuzu aydınlatıyor ve mücadelenin onurlu bir yaşam demek olduğunu tekrar tekrar bilince çıkartmamızı sağlıyor. Burjuvazi onları bedenen aramızdan almış olabilir fakat onların mücadelesine olan inançları ve insanlığın kurtuluşu için verdikleri kavga devam ediyor. Liebknecht, son yazısında dile getirdiği sözlerinde tam da bunu ifade etmiş: “Biz ister yaşayalım, ister yaşamayalım, programımız yaşayacaktır ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır. Her şeye rağmen!” Hava ne kadar kararırsa kararsın yolumuzu aydınlatan yıldızlara selam olsun…
link: Tuzla’dan bir öğrenci, Çürüyen Kapitalizm ve Parlayacak Yıldızlar, 1 Şubat 2017, https://marksist.net/node/5479
Ocak’ın Kardelenlerine
Karla kaplı kış bahçelerinde Her Ocak ayında, fırtınanın tam ortasında Dört kardelen karların arasından göğe uzanır Boyunları toprağa bakar Toprak ananın bağrında yatan nice tomurcuklara seslenirler Seslenişlerinde bir heyecan, Seslenişlerinde güneşin hasreti... Aynı gövdede iki kardelenden biri haykırıyor: “Vardım, varım, varolacağım!” Aynı gövdedeki diğer kardelen “Her şeye rağmen” diyor, “Bugün yenilenler yarın zafer kazanacaklardır”. Bir tanesi var ki bu kardelenlerden Çiçekleri geniş mi geniş kubbemsi Ve beyazlığı karlardan bile göz kamaştırıcı Toprağa eğilmiş başı, yapraklarıyla yarınları anlatıyor “Çok az olmamız felâket değil, milyonlar bizimle olacak." Ve bir diğeri henüz gelişmemiş diğerleri gibi Gövdesi ince, narin Yaprakları cansız Daha gencecik bir fidan daha körpe Haykırıyor hırçın fırtınaların arasından Karadeniz’i hatırlatıyor her şafak söktüğünde... Mevsim zemheri Toprak ananın üstü karla kaplı Tomurcuklar baharı düşlüyor Güneşin sıcaklığını düşlüyor Güneş ısıtırsa toprağı çıkacaklar yerin üstüne Rengârenk çiçek açacaklar Öyle ki bütün çiçekler yedi renge boyayacak toprağı... Yakındır güneşin doğması Yakındır sıcaklığının artması Bahar gelecektir Aylardan Ocak Günlerden 15, Günlerden 21, Günlerden 28, Dört kardelen toprağın altındaki tomurcuklara müjdeliyor baharı Zifiri karanlığı aydınlatırcasına...
link: Ankara’dan genç bir işçi, Ocak’ın Kardelenlerine, 25 Ocak 2017, https://marksist.net/node/5469
Gecede Tutuşan Yıldızdı Onlar
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreği ve içinden geçtiğimiz bu yıllarda, kapitalizmin tarihsel krizi ve yeni bir emperyalist savaş içinde olan dünyamızda insanlık yıkımlara ve kıyımlara uğruyor. Teknoloji ve üretim gelişiyor ve büyüyor. Fakat emperyalizm çağında olan kapitalist sistemin derinleşen krizi, gelişen büyüyen teknolojiye ve üretime rağmen insanoğlunu açlık, yoksulluk ve savaşlarla kıyımlardan geçiriyor.
İnsanlık ne yazık ki ilk kez bir dünya savaşıyla karşı karşıya değil. Kapitalist sistem emperyalizm aşamasının başlangıcı olan yirminci yüzyıl başlarında, yani bundan 100 yıl önce, birinci paylaşım savaşını başlatmıştı. Bu açıdan her iki asır da benzerlik gösteriyor. Fakat şu an için bazı ayrımları da özellikle belirtmekte fayda var.
Yirminci yüzyılın başları, savaşın yanı sıra işçi sınıfı hareketinin de güçlü olduğu, devrimlerin gerçekleştiği bir dönemdi. Şüphesiz büyük yıkımlar, savaş koşulları kitlelerin isyanlarına, devrimci durumlara zemin hazırlar. Milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine, büyük acıların yaşanmasına sebep olan emperyalist savaş, ebette ki bir sonuç doğuracaktı. Fakat sonucun nasıl şekilleneceğini belirleyen, zaferin ya da yenilginin belirleyicisi, nihai olarak öznel faktördür. Lenin’in de dediği gibi “kritik an geldiğinde tarihe yön verecek olan önderliktir”.
Sınıfımızın tarihinde devrimci liderlerin rolü, devrimlerin gelişiminde ya da gerileyişinde belirleyici olmuştur. Özellikle o dönemde yaşamış olan ve büyük roller üstlenen Lenin’in, Rosa ve Karl Liebknecht’in, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının dört yıl içinde (1919-1924) peşpeşe ölmeleri gidişat üzerinde doğrudan etkili olmuştur. Lenin de, Rosalar da, Suphi ve yoldaşları da Marksizmin ışığında, dünya devrimini savunan ve bu uğurda canlarını ortaya koyan devrimci önderlerdir. Onlar bizim örnek alarak mücadelemizde yaşattığımız devrimci önderlerimizdir.
Teori ve pratiği ile işçi sınıfının tarihsel önderlerinden biri olan Lenin, Bolşevik Partinin ve Komünist Enternasyonalin kurucusudur. Bugün dahi hâlâ tartışılan konulara dair devrimci teorileri güncelliğini koruyarak bizlere yol göstermeye devam ediyor. Devrimci tutkusuyla kurduğu Bolşevik Parti sayesinde sınıfımızın büyük zaferi gerçekleşti. Diğer taraftan bütün dünyanın gözünün üstünde olduğu Alman devrimi için canları pahasına mücadele eden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht... Özellikle 2. Enternasyonalin önderliğini üstlenen fakat burjuvaziyle işbirliği yapan Alman Sosyal Demokrat Partisi ile savaş halindeydiler. Kitlelere bu yozlaşmışlığı göstermeye çalışırken yazdıkları yazıları bugün de önemini sürdürüyor. Almanya’da devrimci sınıf mücadelesinin sembolleri haline gelen Rosa ve Liebknecht’in katledilmesi üzerine Alman devrimi başsız kaldı ve yenildi. Bunun sonucu aslında dünya devriminin yenilgisi oldu. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katli ise Sovyet Rusya’nın yanı başındaki topraklarda, savaşlardan dolayı yorgun ve umut arayan Anadolu halkını doğrudan etkiledi. Mustafa Suphi ve yoldaşları devrim dalgasını Anadolu’ya taşımak istemişlerdi. Fakat kirli hesaplar güden Kemalist burjuvazi, Suphi ve yoldaşlarını Karadeniz’in karanlık sularında boğdurtarak katletti. Böylece devrim dalgasının Anadolu’da kabarmasının önüne geçilmiş oldu.
Sınıfımızın en çetin kavga dönemlerinde kilit roller üstlenmiş ve sosyalizm bayrağını en yükseklere taşımış devrimci önderlerimize sahip çıkmanın ve onların yapmaya çalıştığı şeyi, uluslararası anlamda devrimci partinin inşasını yani Enternasyonali kurmanın önemini unutmamalıyız. Marksizmin özü olan Enternasyonal, dünya işçi sınıfının kurtuluşudur. İşte şu an içinde olduğumuz dönem ve koşulları hesaba katarak, devrimci önderlerimizin hayatlarını adadıkları dünya proleter devrimi için var gücümüzle mücadele etmek zorundayız. Emperyalist savaşa son verip, sosyalizm bayrağını yükseltecek olan bizleriz. Bunun içindir ki Lenin’in, Rosa’nın, Liebknecht’in ve Onbeşlerin mücadelesi bizim geleneğimiz olmalıdır. Soğuk ve sancılı mücadele dönemlerinde onların yaktığı meşale hem yolumuzu aydınlatmalı hem de kavgamızda yüreğimizdeki ateşi daha da alazlandırmalıdır.
Ölmediler onlar, ölmezler ki
Bu yadsınmaz gerçeği bilmedi satılmışlar
Onlar bir atardamardı halkların yüreğinde
Gecelerde yıldız yıldız tutuşan
Unutma söz etmek yok gözyaşlarından
Yaylar şimdi daha güçle gerildi
Yarın adına göğüs göğüs kuşandık gecede
Gecede en yenilmez güç bizde gönendi
Ölüler koştular ordu ordu dağlardan
Ölüler ansızın içimizde dirildi.
(Perulu şair Luis Nieto)
link: Marksist Tutumcu bir öğrenci, Gecede Tutuşan Yıldızdı Onlar, 29 Ocak 2016, https://marksist.net/node/4876
Kalbim Yine Çarpıyor, Kalbim Yine Çarpacak!
22 Ocakta İşçi Öz-Eğitim Grupları “DÖVÜŞENLER ÖLENLERİN TUTMAZ YASINI” başlığı altında bir etkinlik düzenledi. Sınıf mücadelesinin önderlerinin anıldığı etkinliğe yaklaşık 60 kişi katıldı. Hayatlarını işçi sınıfının mücadelesi uğruna adayan Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebnecht ve Mustafa Suphi’nin yaşamları ve o dönemleri anlatan bir sunum yapıldı. İşçi Öz-Eğitim şiir grubu da Nazım Hikmet’ten şiirler okudu.
Dünden bugüne sınıf mücadelesini aydınlatan dört alev alev yanan meşale! Ocak ayı, yaşamlarını işçi sınıfının devrim davasına adayan ve bu uğurda son nefeslerine kadar mücadele eden bu dört yiğit önderin yaşama gözlerini kapadığı aydır. Ancak bu ayın ne karalar bağlayarak yas tutacağımız ne de umudumuzu yitirebileceğimiz bir ay olmadığı, aksine öfkemizi bileyerek biz genç kuşaklara devredilen bayrağı dalgalandırmamız gerektiği anlatıldı. Devrim savaşçılarının hayatını örnek alarak ve içselleştirerek, izledikleri yolu izleyerek yaşatmanın ve sınıf mücadelesini zafere kadar taşımanın biz gençlerin görevi olduğu ve onların mirasına ancak bu şekilde sahip çıkacağımız bir kere daha beynimize ve yüreğimize kazındı.
Sunumda dört büyük önderin yaşamı, yaşadıkları dönemler ve ölümlerinin ardından yaşanan süreçler anlatıldı. Lenin’in kapitalizmin en yüksek aşamasına yani emperyalizm çağına geçildiğini söylediği 20. yüzyıl, savaşların, devrimlerin ve karşı-devrimlerin yaşandığı bir süreç oldu. İnsanlık tarihi açısından keskin dönüşlerin yaşandığı bu yüzyıl, yengileriyle ve yanılgılarıyla nice derslerle dolu bir yüzyıldır. Bu yüzyılda Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebnecht ve Mustafa Suphi, sınıf mücadelesinin ön saflarında Marksizmden asla ödün vermeyişleriyle belirleyici rol oynamışlardır.
İşçi sınıfının kurtuluşu yerel ya da ulusal değil uluslararası bir sorundur. Kapitalizm ancak dünya ölçeğinde yıkıldığı ölçüde nihai kazanımdan bahsedilebilir. Bunu sağlayabilecek tek güç de dünya ölçeğinde örgütlenmiş bir parti yani enternasyonaldir. Bu temelde hepsi dünya proleter devriminin başarısı için ve devrimci bir enternasyonal için mücadele ettiler. Etkinlikte, devrimci önderlerin Marksizmin temel görüşü olan enternasyonalizm ilkesinden asla ödün vermedikleri, enternasyonale olan inançları ve enternasyonal içinde varolan ihanetçilere karşı nasıl mücadele ettikleri yaşamlarından örnekler verilerek anlatıldı. Lenin 2. Enternasyonalin hainliğine karşı yeni bir enternasyonal kurmak için uğraş verdi. Ve 3. Enternasyonal, onun yaşadığı dönemde, dünya proleter mücadelesinin çıkarlarını başa aldı. Komünist Enternasyonalin tüzüğündeki şu satırlarda nasıl bir enternasyonal olmalıdır soruları cevaplarını buldu: “Komünist Enternasyonalin hedefi, silah dahil mümkün tüm araçlarla uluslararası burjuvaziyi yıkmak ve devletin tümden ortadan kaldırılışına geçiş aşaması olarak bir uluslararası Sovyet Cumhuriyeti kurmak için mücadele etmektir. Komünist Enternasyonale göre insanlığı kapitalizmin vahşetinden ancak proletaryanın diktatörlüğü kurtarabilir ve Sovyet iktidarı da bu proletarya diktatörlüğünün tarihsel olarak verilmiş biçimidir. (…) İşçilerin kurtuluşu yerel ya da ulusal değil, uluslararası bir sorundur. (…) Yeni Uluslararası İşçiler Birliği, tek bir amacı güden farklı ülkelerin proleterlerinin ortak eylemini örgütlemek için kurulmuştur: kapitalizmi yıkmak, sınıfları tümden ortadan kaldıracak ve komünist toplumun ilk evresi olan sosyalizmi kuracak proletarya diktatörlüğünü, bir uluslararası Sovyet Cumhuriyetini inşa etmek.”
Bizlere bırakılan bu tarihsel gelenek yıllardır çarpıtıldı ve bulandırıldı. İşçi sınıfının enternasyonal mücadelesi Stalinist bürokrasinin çıkarlarına egemen kılındı. Etkinlikte, bugün de aynı yanılsamaların devam ettiği, gerici ve milliyetçi ideolojilerin işçi sınıfının bilincini nasıl bulandırdığı anlatıldı.
Bolşevik Partiyi kurarak Marksizmi ete kemiğe büründüren Lenin Ekim Devriminin önderidir. Sınıf mücadelesini devrimle taçlandıran Lenin’in devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz ilkesini izlemesi ve Marksizmin ilkelerinden ödün vermeyerek işçi sınıfının iktidarını nasıl ilmik ilmik ördüğü anlatıldı. Bolşevik Parti devrime giden yolda kitlelere önderlik edecek devrimci bir partinin devrimde nasıl kilit bir öneme sahip olduğunu göstermiştir. Lenin 2. Enternasyonal’in karşısında yer alarak 3. Enternasyonalin kuruluşu için mücadele etmiştir.
Etkinlikte anlatılan bir başka konu da, Alman Sosyal Demokrat Partisinin çürümüşlüğünü ortaya koyan ve onunla mücadele eden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in devrimci Marksizmin mirasına sahip çıkıp “emperyalist savaşa karşı asıl düşman içerde, silahları burjuvaziye yönelt” diyerek kitleleri nasıl doğru yola kanalize etmek için mücadele ettikleriydi. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht 2. Enternasyonalin ihanetçilerine karşı savaş açtı, ancak ne acıdır ki sınıf mücadelesinin önderliğini yapan ve Marx’ın peşinden gidiyor gibi görünenlerin ihaneti Rosa ve Karl’ın katledilmelerine ve Alman devriminin yenilmesine neden oldu.
Mustafa Suphi ve on dört yoldaşı Kemalizmin entrikaları sonucunda Karadeniz’de boğduruldu. Mustafa Suphi, Türkiye Komünist Partisinin kurulması ve devrimci Marksizmin yaşadığımız topraklarda yayılması için kavga verdi. TKP’nin kuruluş kongresindeki tüzük ve program Ekim Devriminin ve Komünist Enternasyonalin devrimci ruhunu yansıtıyordu. Etkinlikte Mustafa Suphi’nin TKP’si ve bugün onun mirasçısıyız diyenler arasındaki farklar da vurgulandı. Enternasyonalizm mücadelesinin Stalinizm tarafından nasıl yozlaştırıldığı anlatıldı.
Bugün bizlere düşen görev bu devrimci önderlerin hayatlarını öğrenmek, hataları ve sevaplarıyla dersler çıkararak bu mirasa sahip çıkmak ve emanet ettikleri bayrağı taşımaktır. Kapitalist sistem bütün dünyada işçi ve emekçilere yönelik saldırılarını sürdürüyor ve varolduğu günden bu yana yaşamımızı zehir ediyor. Sömürü, açlık, yoksulluk ve savaşlar devam ediyor. Tüm bunlara karşı onurlu bir insan olabilmek ve yaşadım diyebilmek için mücadele etmemiz gerekiyor. Tıpkı bunun nasıl olacağını bize gösteren Marksist devrimci önderlerimiz gibi.
Ölenler dövüşerek öldüler, güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var güneşe akın, güneşi zaptedeceğiz!
Güneşin zaptı yakın!
link: Kartal’dan MT okuru bir işçi, Kalbim Yine Çarpıyor, Kalbim Yine Çarpacak!, 22 Şubat 2006, https://marksist.net/node/930