İnsanlık tarihi, egemenlerin iktidarlarını sürdürebilmek için kötülükte, baskı ve zulümde sınır tanımadıklarının örnekleriyle doludur. Özellikle faşizmin yaşandığı ülkelerde bunun örnekleri saymakla bitmez. Ama korku imparatorluklarının başını kaldıranı yok ettiği en karanlık günlerde bile mücadele edenler hep olmuştur ve olacaktır! Nazi Almanya’sında Scholl kardeşlerin gösterdiği direniş de bu konudaki unutulmaz örneklerden biridir.
Naziler iktidara yürürken Almanya’nın yeniden büyük olacağı, Alman halkının da bundan payını alacağı propagandasıyla milyonların gözünü boyamayı başarmıştı. Sırtındaki boş çuvalında bir kazı olacaktı yoksul ama gururlu Almanların! Bu propagandaya kanıp, birkaç ayda biteceği söylenen emperyalist savaşa da razı edildi Alman halkının önemli bir bölümü. Ama işler hiç de bekledikleri gibi gitmedi. Nazi iktidarı tüm sol örgütlenmeleri yok etti önce. Sonra muhalefetin her çeşidi Gestapo’nun baskılarıyla susturuldu. Toplama kampları yalnızca Yahudilerle değil, komünist, sosyalist, sosyal demokrat ve rejime karşı en ufak bir ses çıkaranlarla dolduruldu. 1943 yılına kadar tüm devlet kurumları gibi üniversiteler de rejimin emir kulu haline getirildi. Rejime itaat etmeyenlere dönük ihraçlar, gözaltılar ve tutuklamalarla herkesin sesi kesildi. Üniversitelerde tam bir “temizlik” operasyonu yapılmış, buralarda Gestapo’ya çalışan istihbarat ağı kurulmuştu. Gençliğin içinde rejime karşı bir tepkinin oluşmaması için her türlü baskı, sindirme ve yıldırma yöntemleri devreye sokulmuştu. Bu baskı ve zorbalıklar rejim çökerken de devam etti. 1943 Şubatında Almanya’da Hitler faşizmi, kendisiyle beraber ülkeyi de sürüklediği çöküşün çatırtıları her yerden hissedilirken, en ufak bir muhalif sesin çıkmasına tahammül edecek durumda değildi. Tüm toplumun mutlak bir itaat içinde kurbanlık koyun gibi hazırolda durmasını beklemekteydi. Nazi ordusu 1943 yılında Doğu cephesinden püskürtülürken rejim burada yaşananları saklamak için adeta çırpınıyordu: Hayır, Nazi ordusu yenilmiyordu! Hepsi yalandı! Onlar ne diyorsa doğru oydu! Kimse kendilerinin yayınladığı bilgiler dışında bir şeye inanmamalıydı! BBC dinlemek bile ölüm gerekçesiydi.
Peki, bu kadar baskının ve bu korku ikliminin içinde herkes susturulabilmiş miydi? Toplum genel olarak susturulmuştu ama yaşananlardan sonra savaşı eskisi gibi desteklediği anlamına gelmiyordu. Tüm bunlar yaşanırken Münih Üniversitesinde bir grup genç artık susmamak gerektiğini, insanları uyandırmak için uygun zamanın geldiğini düşünmeye başladı. Ülkeyi felâkete götüren Hitler’e karşı örgütlenenler arasına Hıristiyan topluluklar da dâhil oluyordu. Hitler’in korku imparatorluğunun Avrupa’nın üzerine çöktüğü bir dönemde bir avuç üniversite öğrencisi ve akademisyen bir araya gelip direniş örgütü olan Beyaz Gül’ü (Weiße Rose) kurdular. Beyaz Gül, Alman toplumunun da, giderek birçok cephede açılan ve açlık, yokluk, yıkım ve ölümden başka bir şey getirmeyen bu savaşı istemediğine ama yaratılan korku ikliminden dolayı kimsenin sesini çıkaramadığına inanıyordu. Bu korku iklimini kırmak için insanlara cesaret vererek, harekete geçirmeleri gerektiğini düşünüyordu. Böylece hayatlarının baharındaki bu gençler yılgınlığa düşmeyip, rejime karşı mücadele bayrağı açtılar.[*] Sophie ve Hans Scholl da Münih Üniversitesindeki öğrencilerin kurduğu bu örgütün üyeleriydi. Bu karanlık günlerde Scholl kardeşler “ben yanmasam, sen yanmasan, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” dercesine harekete geçtiler.
Katoliklerin kurduğu bu anti-faşist örgüte katılan Scholl kardeşler, dindar bir Protestan ailede büyümüşlerdi. Ailelerinden aldıkları terbiyede haksızlığa karşı durmak vardı. Vergi danışmanı ve devlet denetçisi olan baba Robert Scholl, bir dönem Forchtenberg kasabasında belediye başkanlığı yapmıştı. Altı kardeşten dördüncüsü olan Sophie 10 yaşındayken aile Ulm’a taşındı. Baba Robert birinci emperyalist savaş sırasında bir pasifistti ve ardından Nazizm karşıtı yorumları nedeniyle iki kez hapse atıldı. Ocak 1933’te Naziler iktidara geldikten sonra Sophie kardeşlerinin çoğuyla birlikte o sıralar yayılan Nazi fikirlerine inanarak, bir süre Nazi gençlik kültünün heyecanlı ve mutlu bir takipçisi oldu. Bu yüzden Alman Kızları Ligine (Bund Deutscher Mädel) katıldı ve onun saflarında hızla yükseldi. Robert Scholl, çocuklarının, milliyetçi şarkılar söyleyip askeri nizam yürüyüşler yaparak birbirini etkilediği Hitler Gençliği örgütünün bir parçası olmalarını istemiyordu. Bu yüzden aile içinde bu konudan kaynaklı hararetli tartışmalar bir türlü bitmiyordu. Hans ve Sophie, yalnızca belirli etkinliklere, kitaplara ve şarkılara izin verildiğinde, ailelerinin onlar üzerindeki etkisiyle de, Hitler Gençliği deneyimlerini sorgulamaya başladılar. Onların yetiştirilme tarzında baskı ve zorbalığın karşısında boyun eğmek, akılsızca itaat etmek yoktu!
Sophie’nin kardeşleri, özellikle daha sonra Beyaz Gül’ün kurucu üyesi olacak en büyük erkek kardeşi Hans Nazi olmayan gençlik gruplarından birinin üyesiydi. Bu dernekler, doğa sevgisini, açık hava aktivitelerini, müzik, sanat ve edebiyatla Alman Romantizmini paylaşıyor ve yayıyordu. Başlangıçta Nazi ideolojisiyle uyumlu olarak görülen bu gruplar zamanla Alman kültürüne zarar verdikleri gerekçesiyle dağıtılmaya başladılar ve 1936 yılına gelindiğinde tamamen yasaklandılar. Ancak böyle bir grupta aktif olmaya devam ederken 1937’de Hans eşcinsel olduğu gerekçesiyle birkaç kardeşiyle birlikte tutuklandı. Daha sonra yaşı küçük olduğu için serbest bırakıldı. Bu durum onun Nazi ideolojisiyle son bağlarını da koparmasına yol açtı. Bu tutuklama Sophie’yi de derinden etkiledi ve onu Nazi rejiminin gönüllü bir destekçisinden rejimi yıkmaya ahdetmiş bir direnişçiye dönüştüren süreci başlattı. Gülmeyi, eğlenmeyi, dans etmeyi, gün ışığını, hayatı doyasıya yaşamayı seviyordu Sophie. Yaşamayı böylesine sevdiği için de bu enerjiyi ondan ve milyonlarca insandan almaya çalışan bu rejime karşı savaşmayı tercih etti.
1 Eylül 1939’da Hitler Polonya’yı işgal etti ve iki gün sonra Fransa ve İngiltere Almanya’ya savaş ilan etti. Sophie’nin büyük kardeşleri de cephede savaşmaya gönderildi. Sophie 1940 baharında liseden mezun oldu ve anaokulu öğretmeni olmak için stajyerliğe başladı. Ama onun asıl niyeti biyoloji ve felsefe okumaktı. Üniversiteye kabul edilmek için Ulusal Çalışma Servisinde Nazi devleti için bir süre çalışması gerekiyordu. Bu yüzden nefret ettiği halde 1941 yılında rejimin hizmetine girmek zorunda kaldı. Hans ise Beyaz Gül’ün diğer erkek üyeleri gibi bir tıp öğrencisiydi. Tüm Alman erkekleri gibi o da savaşa katılmak zorunda kaldı. 1942 yılında belli bir süre Rus cephesinde sağlık görevlisi olarak görevlendirildi. Alman faşizminin savaşta Ruslara yaptığı korkunç muameleleri birinci elden gördü. Yüz binlerce Alman gencinin ölüme gönderildiği bu savaş onu dehşete düşürdü. Rusya’dan Münih’e dönerken bindiği tren bir toplama kampının yakınında durduğunda, kamptaki insanların perişan haliyle savaşın başka bir yüzüne daha tanık oldu. Büyük ihtimalle Yahudilere ilişkin yapılan soykırımdan, bazı toplama kamplarının ölüm kampları olarak kullanıldığından yeterli düzeyde bilgisi yoktu.
Sophie nihayet Mayıs 1942’de üniversite eğitimi için Münih’e taşındığında, aynı üniversitede öğrenci olan kardeşi Hans ve bazı arkadaşları çoktan sisteme karşı aktif mücadeleye başlamışlardı. Haziran 1942’den itibaren, Münih ve çevresinde broşürler basmaya ve dağıtmaya başladılar. Örgütlerindeki diğer üyelerle aynı yılın sonbaharına kadar dört broşür yazarak Alman halkını ve üniversite öğrencilerini harekete geçirmeye çalıştılar. Sophie okula devam ederken bu bildirileri ilk gördüğünde, bildirileri yazanların faşist rejimin korkunç baskılarına rağmen gerçekleri söyleme cesaretini alkışlamıştı. Ağabeyinin de bu işin içinde olduğunu öğrendiğinde gruba katılmayı talep etti. Artık o da pasif kalmak istemiyordu.
Beyaz Gül üyeleri çok zor şartlar altında ve “muhtemel sonucu” göze alarak çalışmalara başladılar. Hitler ya da Naziler hakkında olumsuz konuşan birinin evini, işini kaybettiği, hapse ya da toplama kamplarına gönderildiği bir dönemde onların yaptığı bir nevi kamikaze eylemiydi! Faşist rejime zarar verebilmek için tüm güçleriyle çalışıyorlardı. Direniş faaliyetleri arasında Yahudilerin İsviçre’ye kaçmasına yardım etmek de vardı. Beyaz Gül, Alman halkının gerçekleri görebilmesini, yaşananları eleştirebilmesini, Nazizmin kötülüklerine, onun propagandasına ve topyekûn savaş çabalarına direnmede Hıristiyan etiğini geri kazanmasını savunuyordu. Broşürlerinde İncil’den, Lao-Tzu’dan, Goethe, Schiller ve Novalis gibi Alman yazarlarından alıntılar yapıyorlardı. Irkçılığı ve milliyetçiliği kınıyor, adalet, akıl ve ifade özgürlüğü çağrısında bulunuyorlardı.
Çalışma yapabilecekleri bodrum katlarına, baskı makinelerine, daktilolara, bol bol kâğıda ve basılan bildirilerin köylere, kasabalara, şehirlere ve üniversitelere dağıtılması için bir ağa ihtiyaçları vardı. Faaliyetleri boyunca önce bir daktiloda yazılan, ardından teksir makinesiyle çoğaltılan altı broşür yayınladılar ve dağıttılar. İlk başta onları yalnızca posta yoluyla profesörlere, kitapçılara, yazarlara, arkadaşlarına ve tanımadıkları insanlara gönderdiler. Adresleri telefon rehberlerinden buluyor ve her zarfı el yazısıyla yazıyorlardı. Sonunda binlercesini dağıtarak Almanya’nın her yerindeki birçok haneye ulaştırmaya çalıştılar. Dükkânlarda yeterli malzemenin olmadığı, alışverişlerde kısıtlamanın olduğu bu dönemde şüphe uyandırmadan, büyük miktarda kâğıt, zarf ve pul elde etmek çok tehlikeliydi. Ancak öğrenciler, kuzeyden güneye kadar birçok şehir ve kasabada kurdukları geniş bir destekçi ağı sayesinde bu malzemeleri elde etmeyi başardılar. Bu ağ sayesinde broşürlerini birçok bölgeye dağıtarak, Gestapo’yu Beyaz Gül’ün ülkenin her yerinde var olduğuna inandırmaya çalıştılar. Geceleri duvarlara “Kahrolsun Hitler!”, “Özgürlük” yazıları yazıyor, cephede yaşanan gerçekleri, rejimin yalanlarını, zulüm ve zorbalıklarını, Hitler’in faşist rejimine karşı sabotaj yapılması gerektiğini en çıplak haliyle bildirilere basıyorlardı. Sophie ve gruptakiler, bu broşürleri yalnızca Münih’teki adreslere postalamakla kalmadı, birçok Alman şehrinde ve Viyana’daki destekçilere ve öğrenci direniş hücrelerine teslim etmek için broşür dolu valizlerle tehlikeli tren yolculuklarına çıktı.
Beyaz Gül’ün broşürleri giderek daha keskin bir hale geliyordu. 1942’nin ortalarında basıp dağıttıkları üçüncü bildirilerinde insanları, ister üniversitelerde, ister laboratuvarlarda veya kurumlarda, bulundukları her yerde, katılmak zorunda oldukları her mitingde, törende, organizasyonda “savaş makinesinin düzgün işleyişini engellemeye”, sabote etmeye davet ettiler. Ocak 1943’te grup kendini güçlenmiş ve umutlu hissetti. Eylemleri işe yarıyor gibiydi, yetkililerin dikkatini çektiği kadar gençler arasında da tartışmalara yol açmıştı. Grupları iyi örgütlenmişti ve diğer illegal direniş gruplarıyla daha fazla bağlantı kurmak üzereydiler. Ocak 1943’te Almanya’daki siyasi durumu gözlemleyen Sophie ve Beyaz Gül üyeleri, ülkede bir değişikliğin yakın olduğuna inanıyorlardı. Alman ordusunun Stalingrad’daki feci yenilgisi Doğu cephesinde bir dönüm noktasıydı ve savaşa gitmek yerine okula gitmeyi tercih eden gençlerin alenen “sülükler” olarak yaftalanmasının ardından Münih Üniversitesinde muhalefet sesleri yükselmişti. Bu durum onları daha cesur bir şekilde mücadeleye teşvik etti. El ilanlarını mektupla göndermek yerine artık doğrudan vermeye başlamışlardı.
1943’ün başlarında Müttefiklerin bombalamaları artarken ve Alman orduları Stalingrad’daki en acımasız çatışmanın ortasındayken, Beyaz Gül altıncı broşüründe bu savaşa değiniyor, 330 bin askerin Rus cephesine ölüme gönderildiğini yazıyordu. Alman gençlerine, özellikle de üniversitedeki öğrenci arkadaşlarına yönelik olan bu broşürde, faşizmin yaptığı zulümleri gören en ahmak Almanın bile gözünün açıldığı, Alman gençliğinin üzerine düşen tarihsel sorumluluğa sahip çıkıp harekete geçmesi gerektiği yazıyordu. Scholl kardeşler bu bildiriyi üniversitede dağıtırken, daha çok öğrencinin eline nasıl geçebileceğini düşünerek buna uygun bir yol bulmuşlardı. Beyaz Gül’ü anlatan birçok filmdeki o ikonik sahnede de yansıtıldığı gibi Sophie bildiri yığınını balkondan aşağı atmıştı. Fakat eylemleri bir Nazi jurnalcisi olan üniversite hademesi tarafından rapor edilerek hızlıca Hitler’in gizli polisi Gestapo’ya bildirilmişti. Gestapo onları tutuklamaya geldiğinde, yedinci broşürün taslağı da Hans’ın cebindeydi. İki kardeş yakalandıklarında önce bildirilerle bir ilgilerinin olmadığına Gestapo’yu ikna etmek üzereyken, evlerinde ortaya çıkan delillerden sonra ifade değiştirip hiçbir yoldaşlarının adını vermeyerek, bu işi tek başlarına tertiplediklerini ispatlamaya çalışacaklardı. Kişilikleriyle, fikirlerini savunmalarıyla, duruşlarıyla düşmanı içinde bulunduğu aşağılık ruh haliyle baş başa bırakacaklardı.
Rejim karşıtlarına karşı acımasızlığıyla ünlenen Roland Freisler’in başkanı olduğu “Halk Mahkemesi”, alelacele yaptığı yarım günlük bir duruşmanın ardından Scholl kardeşler ve mücadele arkadaşları olan Cristoph Probst’a idam cezası vermişti. Hayatının baharındaki bu gençler, yaşadığımız topraklarda artık bize çok tanıdık gelen şu suçlamalarla itham ediliyorlardı: Bildiri dağıtarak halkı Nazi rejimini devirmeye çağırıp bozgunculuk propagandası yapmak, rejimin yasalarını çiğnemek, Führer’e hakaret etmek, imparatorluk düşmanlarına destek vererek orduyu zayıflatmak ve savaş halindeki ülkede demoralizasyon yaratmak! Scholl kardeşlerin infaz süreçleri de hızlı bir şekilde gerçekleştirildi. Öyle ki 18 Şubatta yakalanan iki kardeş ve arkadaşları, sadece 4 gün sonra, 22 Şubat 1943’te giyotine gönderildiler. Oysa o dönem Nazi rejimi, ölüm cezasına çarptırılanların infazını ancak 99 gün sonra gerçekleştiriyordu. “Saf Alman ırkından” olmalarına rağmen faşizme karşı yürüttükleri mücadeleyle kalmayıp, yakalandıktan sonra da korkuyla ezilmeyip direnmeleri rejimin bekçilerini çok fena öfkelendirmişti!
Beyaz Gül’le ilgili yapılan araştırmalarda, onları anlatan filmlerde öne çıkanlar gençlerin mahkemedeki sağlam duruşları, faşist mahkemeyi psikolojik olarak alt etmeleridir. Mahkemede idam cezaları açıklanırken Sophie yargıçlara şöyle bağırır: “Terörünüz yakında sona erecek, bugün siz bizi asıyorsunuz, yarın sıra sizde olacak.” Cezaları mahkeme tarafından kesinleştikten sonra Freisler ona yaptığı eylemlerle topluma karşı bir suç işleyip işlemediği konusunda son bir defa ne düşündüğünü sorar. Sophie idam cezasına rağmen iradesinin kırılmadığını şu cevabıyla yargıcın suratına çarpacaktır: “Eskiden olduğu gibi şimdi de milletim için yapabileceğimin en iyisini yaptığım kanaatindeyim. Bu nedenle, davranışımdan pişmanlık duymuyorum ve davranışımdan kaynaklanan sonuçlara katlanacağım.” Scholl kardeşler Hitler’in küçük kopyaları olan bu insanları son ana kadar öfkelendirmeye devam ettiler. Sophie öldürülmeden bir gün önce iddianamesinin arkasına yazdığı “Freiheit” (özgürlük) kelimesiyle faşistlere boyun eğmediğini not düşmüştü. İki kardeşin kararlılığı infaz anında da devam edecek, giyotine “yaşasın özgürlük!” diye haykırarak gideceklerdi. İdam edildiklerinde Sophie 22, ağabeyi Hans 25 yaşındaydı.
Scholl kardeşlerin döneminde mücadele edenlerin bir kısmı benzer kaderi paylaştılar. Ya idam edildiler ya da toplama kamplarına gönderildiler. Mücadeleye katılmamış olanlara ne oldu peki? Faşizmin iktidara geldiği ilk yıllarda büyük bir coşkuyla sarıldıkları o ülkü onlara mutluluk getirdi mi? Gidişatın kötüye gittiğini hissettiklerinde bile hayatta kalmak için susarak rejime destek verenler bunun bedelini misliyle ödediler! Kimisi faşist rejimin savaş cephelerinde emekçi kardeşlerini boğazladı ya da onlardan biri tarafından boğazlandı. Kimisi, hava bombardımanlarıyla, içinde çoktandır açlığa mahkûm oldukları evlerin altında kalarak can verdi. Tarihin bir ironisi olarak Yargıç Freisler de, her ne kadar faşizm sonrası sanık sandalyesine oturtulamasa da 1945 yılında gerçekleşen bir hava bombardımanında can verip, yarattıkları yıkımın altında kalmaktan kurtulamadı! Savaşın sonunda Almanya teslim olduğunda, Hitler rejiminin tüm günahlarını Alman halkına ödettirmek isteyen Müttefik güçler Alman halkına esir muamelesi yapmıştı. Savaşın sonunda Alman halkı Nazi rejiminden kurtulmuştu ama o rejime itaat etmesinin cezasından kurtulamamıştı!
Savaş sonrası Almanya’sında Beyaz Gül saygı görmeye başladı. Scholl kardeşler bugün hâlâ Almanya’da halk kahramanı olarak anılıyorlar. Yüzlerce okul, sokak, cadde Scholl kardeşlerin ve Beyaz Gül üyelerinin adını almıştır. Onların hikâyesi memleketleri Ulm’un tarihinde özellikle büyük önem taşıyor. Münih Üniversitesinde yere atılı beyaz güller anıtı kadar Ulm’deki Scholl kardeşler anıtı da saygı duruşuna devam ediyor hâlâ. 2003 yılında Sophie Scholl, Konrad Adenauer, Martin Luther ve Karl Marx’tan sonra en sevilen dördüncü Alman seçildi.
Beyaz Gül’ün ve Almanya’daki direniş örgütlerinin faaliyetleri, faşist savaş makinesinin durdurulmasında önemli bir rol oynayamamıştır elbette. Fakat az sayıda olsalar da faşizm karşısında boyun eğmeyen bu insanlar, insanlık onurunu ayakta tutarak mücadele edenlere ilham kaynağı olmuşlardır. İdamından seksen yıl sonra, Sophie Scholl baskı ve yasaklamalara karşı mücadele edenlere, yalnızca sol, sosyalist hareketlerin içindeki kişilere değil farklı kesimlere de ilham vermeye devam ediyor. Mülteci gemisiyle İtalyan hükümetinin İtalyan karasularından uzak durma emirlerine karşı gelen göçmen kurtarma gemisi Sea-Watch’ın eski kaptanı Carola Rackete de bir twitiyle Sophie Scholl’e saygılarını sunmuştu: "#SophieScholl bugün hayatta olsaydı eminim o da yerel #Antifa organizasyonlarının bir parçası olurdu.”
Scholl kardeşler katledildiler ama katillerinin daha fazla insanı mahvetmesine karşı verdikleri mücadeleyle, dünyanın birçok yerinde insanlara ilham veren bir başkaldırı öyküsü yazarak onurlu bir isim bıraktılar. Tarihte öyle anlar vardır ki insanlık onurunu ayaklar altına alanlara inat daha yüksek sesle haykırmak ve harekete geçmek gerekir: “Kahrolsun faşizm!”, “kahrolsun baskı ve zorbalık!”
[*] Gülhan Dildar, Faşizm ve Gençlik, 21 Nisan 2018, marksist.net/node/6305
link: Aylin Dinç, Sophie Scholl: Faşizme Karşı Mücadelede Cesur Bir Yürek, 27 Şubat 2023, https://marksist.net/node/7926
Emekçiler Göz Göre Göre Ölüme Terk Edildi!
Depremin “Gör Artık” Dedikleri