Ekim Devrimi İlk Kızıl Şerittir…
1917 Ekim Devriminin mimarı ve önderi Lenin’dir. Devrimin öncüsü örgütlü işçi sınıfıdır. Devrimi yapansa tüm ezilenlerdir. Ekim Devrimine sınıf temelinde ve sınıf bilinciyle bakıldığında Bolşeviklerin nasıl bir devrimci işçi sınıfı örgütü olduğu doğru kavranabilir. 7 Kasım 1917 tarihi Ekim Devriminin sömürenleri yendiği ve alaşağı ettiği gündür. Bugünden geriye baktığımızda Lenin ve Bolşevik kadroların birer köstebek gibi çalıştıklarını anlıyoruz. Özellikle 1905’te ve sonrasında, 1917 Şubatında ve 7 Kasıma kadar geçen sürede. O yıllar arasında, bir kartopunun devasa büyüklükte bir çığa dönüşmesi gibi büyümüşler. Bolşevik kadroların nasıl ağır sınavlardan geçerek piştiklerini sadece tahmin edebiliriz. Bugünün işçi sınıfı devrimcileri olarak, gerçekten çelik kadar sert ve keskin bir iradeye sahip olduklarını anlayabiliriz.
1917 Ekim Devrimi, emperyalist güçler dünyayı aralarında paylaşma savaşını tam gaz sürdürürken patlak vermişti. Bolşevikler 1914-17 arasında savaş cephelerinde hem Rus askerlerine hem de diğer uluslardan askerlere “bizler sizlerle düşman değil, kardeşiz. Bu savaş bizlerin savaşı değil. Asıl düşman sömürücü efendilerdir” diye sesleniyorlardı. Başlarda gerek Rus askerleri gerekse diğer uluslardan askerler Bolşevik askerlerin sözlerinin doğru olduğuna, savaşın biteceğine inanmıyordu. O günlerde bombardımanların altındaki askerlerin aileleri de buna inanmıyordu. Ama bugünden tarihe baktığımızda 1917 Ekim Devrimi sömürücülerin tutuştukları birinci emperyalist paylaşım savaşının bıçakla kesilmiş gibi bitmesini sağlamıştı. Devrimin hemen akabinde emperyalistlerin temsilcileri savaşı bitirdiklerini ilan edivermişlerdi. Elbette asıl büyük korkuları Rusya’da başlayan işçi devriminin kızıl bir şerit gibi Avrupa ve diğer kıtaları sarmasıydı.
1917 Ekim Devriminin üzerinden bir asırdan fazla bir zaman geçmiş. Üstelik devrim yani proletarya iktidarı Stalinist karşı-devrimle çalınmasına rağmen büyüğünden küçüğüne dünyanın tüm sömürücü egemenleri hâlâ Ekim Devriminin o kızıl şeridinden ölesiye korkuyorlar. Korkmakta da çok haklılar. Burjuvazi kendi sınıf bilincine sahip olduğu gibi, sömürülenlerin yani işçi sınıfının tarihini ve tarihteki kalkışmalarını da çok iyi bilmektedir. Asıl korkuları dünya işçi sınıfının Bolşevik tarzda örgütlenmesidir. Bugün dünyanın pek çok yerinde ve Türkiye’de işçilerin sürdürdükleri grevler, direnişler ve bilumum hak arama mücadeleleri de yarının büyük mücadelelerinin küçük kartoplarıdırlar. Bundandır burjuvazinin ve sermayenin bekçisi devletlerin grevci ve direnişçi işçilere saldırıları.
Devrimci işçi sınıfının büyük ustaları Marx ve Engels’in ortaya koydukları “bütün dünyanın işçileri birleşin” şiarı ilk günkü gibi capcanlıdır. Onların açtıkları yoldan yürüyen Lenin’in “bütün iktidar sovyetlere” şiarının yeniden yükseldiği günler de gelecektir. Bolşeviklerin ön açtıkları ilk muzaffer işçi devrimi de ilham veren, yürünecek yolu gösteren sönmeyen kızıl bir meşaledir. Bugünün sınıfının devrimcileri olarak Bolşevikler gibi mücadelemize dört elle sarılmalıyız. İşçi sınıfının arasındaki öncü işçileri sınıf temelinde devrimci mücadeleye kazanmak ilk görevimizdir. Ekim Devriminin kızıl şeridini geleceğe taşımak için mücadelemiz sürüyor.
link: İzmir’den bir MT okuru, Ekim Devrimi İlk Kızıl Şerittir…, 16 Kasım 2024, https://marksist.net/node/8382
Ekim Devriminin Işığıyla, Üstesinden Geleceğiz!
Ekim Devrimi 107 yaşında! Her daim canlı, kavgamızda, yanı başımızda! Yolumuza dünden bugüne ışık tutan şanlı meşalemiz! Onun ışığıyla yürümek, eşsiz mirasına sahip çıkmak ne büyük onur! Ekim Devrimi denilince tarihin tozlu sayfalarında kalmış bir büyük olayı anmak gelmiyor aklımıza. Aksine tam da bugünümüze seslenen, çağın yakıcı sorunlarının devrimci ve yegâne çözümünü bağrında taşıyan capcanlı bir mücadele rehberi görüyoruz karşımızda.
Ne çok zorlukla karşılaştı Bolşevikler. Baskılar, yasaklar, sürgünler, kıyımlar, savaşlar… Halklar hapishanesi diye nam salmış dönemin Çarlık Rusya’sındaki koşulları getirelim aklımıza bir de. Her türlü baskı ve zorluğa rağmen mücadeleyi nasıl da kesintisiz bir biçimde ileriye götürmeyi başardı Bolşevikler. Gericiliğin şaha kalktığı günlerde dahi Lenin’in önderliğinde nasıl da ilmek ilmek örmüşlerdi Ekim Devriminin zaferini. Sadece Çarlığın zulmü değildi karşılaştıkları. Savaşın alevleri tüm dünyayı sarmış, dünya sosyalist hareketi ezici bir biçimde savaşın karanlığına esir olmuştu. İşçiler milliyetçilik zehriyle körleştirilmiş, sınıf kardeşlerine düşman kesilmişti. Tüm dünyada işçiler egemenlerin çıkarları uğruna birbirini boğazlamaya girişmişlerdi. Hava alabildiğine kasvetli, koşullar zorluydu. Ama yılmadı Bolşevikler. Her türlü gericiliğe rağmen devrimci Marksizmin ilkelerine sımsıkı sarılıp kendi yollarında yürümekte bir an olsun tereddüt etmediler.
Peki, neydi onların iradesini bileyen? Yılmaz Seyhan’ın devrimimizin dört kutup yıldızı için kaleme aldığı yazıda ifade ettikleri Lenin’in parti okulunda yetişmiş Bolşeviklerin iradesine de ayna tutuyor. Biz genç devrimcilerin bugünkü gericilik koşullarında Ekim Devriminden edineceği düstura da işaret ederek zor günlerde kavganın niteliğine dair şunları aktarıyor Seyhan: “Zor günlere teslim olmak bir yana, böylesi koşulların suların durgun olduğu dönemlere nazaran çok daha öğretici ve dönüştürücü olduğunu berrak biçimde kavradılar. Şartlar ve güç dengesi ne olursa olsun, ters akıntılara karşı yüzmek pahasına o büyük güne, kaçınılmaz saate hazırlandılar. Dosta da düşmana da bir fikrin, haklı bir davanın insanı olmanın ne demek olduğunu gösterdiler.”[i]
Ters akıntılara karşı yüzmek, zorluklara göğüs gerebilmek elbette kolay değil. Bugün de zorlu, karanlık bir dönemden geçiyoruz. Egemenler bir kez daha tüm dünya işçilerini birbirine boğazlatmak için emperyalist paylaşım savaşını körüklüyorlar. Ortadoğu başta olmak üzere dünyamız savaşın alevleriyle kavruluyor. Her yerde gericilik boy gösteriyor. İşçiler bir kez daha milliyetçilik ve militarizm tuzağıyla körleştirilmeye, asıl düşmanlarının yanında saf tutmaya zorlanıyor. Türkiye’de bu ağır tabloya bir de faşizmin karanlığı eşlik ediyor. Ancak tüm bu karanlık tabloya rağmen hem Türkiye’de hem de dünyada mücadele nehri akmaya, büyümeye devam ediyor. Emperyalizmin merkezlerinde ve pek çok ülkede savaşa, milliyetçiliğe, ekonomik krizin ağır sonuçlarına karşı protestolar ve eylemler yapılıyor. Kimi yerlerde sınıf kavgası o denli keskinleşiyor ki süreç devrimci durumlara kadar ilerleyebiliyor. Geçtiğimiz yıllarda İran’da, Latin Amerika’da, Arap coğrafyasında yaşananları hatırlayalım… Türkiye’de grev-direniş örnekleri artıyor, mücadele her alanda yaygınlaşıyor. İşçiler, köylüler, kadınlar hakları için mücadele ediyor. Dünyada ve Türkiye’de sınıf mücadelesinin ilerleyişine dair yaşanan bu umut verici gelişmeler, Elif Çağlı’nın her defasında vurguladığı üzere içinden geçtiğimiz gericilik döneminin geçici niteliğini ve taşıdığı devrimci potansiyeli de ortaya koyuyor.
Koşullar ne denli zor olursa olsun, inancımızdan ve umudumuzdan asla ödün vermiyoruz. Ekim Devriminin umudu ve coşkusuyla kavgamıza cesaretle sarılıyoruz. Tıpkı Bolşeviklerin yıllar önce yaptığı gibi. En koyu gericilik dönemlerinde dahi dönemin geçici niteliğinin bilincinde olan Lenin ve partisi, aslolanın her daim devrime hazırlanmak olduğunu mücadeleleriyle tarihe kazıdı. İnatla kendi yollarında yürüyerek işçi sınıfını iktidara taşıdılar. Yıllar içinde edindikleri devrimci tecrübe eşliğinde öncüyü devrime hazırlarken, izledikleri yol ve uyguladıkları yöntemlerle bugüne paha biçilmez bir miras bıraktılar. Marksist Tutum sayesinde bu mirasla tanışan bizler, Bolşeviklerin iradesi, direnci ve azmiyle, enternasyonalist bilinçle yarına hazırlanıyoruz. Ekim’in rehberliğinde her türlü zorluğun üstesinden geleceğimize en ufak bir kuşkumuz yok. Tıpkı UMUT’un (UİD-DER Müzik Topluluğu) “Zorlu Yolumuz” adlı şarkısında söylendiği gibi: Omzumuzda büyük bir yük var/ Karanlıkta taşıyoruz/ Üstesinden geleceğiz/İnancımız, umudumuz var!
Ekim Devrimimizin 107. Yaşı Kutlu Olsun!
Yaşasın Dünya Sosyalist Devrimi İçin Mücadelemiz!
[i] Yılmaz Seyhan, Zor Günlerde Bir Fikrin ve Eylemin İnsanı Olmak, 26 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8178
link: Ankara’dan genç işçiler, Ekim Devriminin Işığıyla, Üstesinden Geleceğiz!, 8 Kasım 2024, https://marksist.net/node/8378
Ekim Devriminin Şanlı Yolu
Toplumun dünü bugünden ve bugünü de yarınından daha “iyiyse” aslında işler kötüye gidiyor demektir. Geçmiş tarihte de toplumların yarınından endişe duyduğu dönemler oldu. İşte böylesi dönemlerden biri şanlı Ekim Devriminin hemen öncesindeki Birinci Dünya Savaşı dönemiydi.
Savaşın başladığı kritik 1914 yılıyla birlikte insanlık için işler geri döndürülemez bir şekilde süratle kötüye gitti. Emperyalist güçler dünyayı bitmek bilmeyen bir açgözlülükle sömürüyor, emekçileri birbirine boğazlatıyordu. Ekonomik, siyasi, toplumsal düzen altüst olmuş; dünya coğrafyası kana bulanmıştı. 20 milyon insan bu emperyalist paylaşım savaşında canice katledildi.
Tarihin sayfalarında mutlak olarak olumsuz durumlar olmadığını biliyoruz. Küçücük imkânları büyük bir azimle kullanan tarihin yeni inşacıları tam da böylesi dönemlerde imdada yetişiyor. Spartaküslerden Bolşevik Devrimine bu mucize dolu anlar yaşandı, yaşanacak.
7 Kasım 1917 tarihi “insanlığın yıldızının parladığı anlar”ın doruğuydu. Lenin’in başında olduğu Bolşevik Parti adeta imkânsızı başardı. İmparatorlukların çatırdadığı, savaşın yakıp yıktığı dünya tam bir kaos içindeydi. Bu öyle bir kaos durumuydu ki kimse ne yapacağını bilemiyordu. Krallar, çarlar, diktatörler, oligarklar ve burjuva hükümetler can çekişiyordu. Burjuva dünya çaresizlik içinde bocalıyor, krizini aşmaya çalışıyordu. Yönetememe boşluğu ayları, yılları alıyordu. Örneğin savaştan yenilgiyle çıkıp, parçalanan Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda Avusturya’nın yönetimini üstlenecek siyasi bir güç uzun süre çıkmadı. Almanya’da aynı belirsizlik sürdü ve koca ülke on üç yıl sonra faşizme teslim oldu. Böylesi bir dönemde cesaretle yeni bir düzen örgütlenme işini sadece işçi sınıfının devrimci, komünist güçleri üstlendiler. İnsanlığın içine düştüğü bu cehennem çukurundan dünyayı çıkaracak tek güç onlardı. Yüzölçümü itibariyle dünyanın altıda birini kaplayan Rus İmparatorluğunun tepesindeki Çarlığı devirmek üzere harekete geçen Bolşeviklerin düşüncesi son derece berraktı: Dünya devrimi için ileri!
Lenin ve Bolşevikler işçi sınıfının öncülerini kazandılar. 1900’lerin başından itibaren fabrikalardan cephelere işçileri haklı bir mücadelenin taraftarı yaptılar. Tüm olumsuzlukları, imkânsızlıkları aşarak toplumun kaderine yön verecek güce ulaştılar. Onlar tarihin karanlığı içinden küçük küçük kıvılcımlardan koca bir meşale yaktılar. İşçi sovyetleri eliyle iktidarı alabileceklerini, emperyalist savaşa son vereceklerini ve dünya devrimi için çalışacaklarını tereddütsüz gösterdiler. 1917 Büyük Ekim Devrimine öncülük eden Bolşevik Parti yeni bir dünyanın kapılarını araladı. Sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız bir dünya inşa edilebileceğini gösterdi.
Bu devrimle gelen her şey yeniydi. Dünya işçi sınıfını bu çabaya ortak olmaya, destek olmaya çağırıyorlardı. Adeta insanlık için yeni bir çağ başlıyordu. Egemen sınıfların elindeki baskı ve şiddet aygıtı olan “devlet” parçalanıyor, işçilerin temsil edildiği sovyetler yönetim aygıtına dönüşüyordu. Sovyet işçilerin eviydi, kararlar birlikte alınıyor ve uygulanıyordu. İstenmeyen temsilci veya temsilciler geri çağrılıyordu. İşçi ve emekçilere ölüm kusan ordu dağıtıldı. Kadın ve erkek işçilerin oluşturduğu silahlı halk kitleleri sınıf düşmanlarına karşı gönüllü savaştı. Polis, ordu ve bürokrasi lağvedildi. Mahkemeler, duruşmalar, yargılamalar halka açık yapıldı. Suç, suçlu kavramı değişti. Hukuk sistemi yeni baştan yazıldı. Sömürü, vurgunculuk, kâr peşinden koşmak suç sayıldı. Halklar hapishanesi olarak adlandırılan Çarlık yıkıldığında halklara kendi kaderini tayin hakkı tanındı. Gençlere bütün alanlarda seçme ve seçilme hakkı tanındı. Devrimden üç gün sonra yayınlanan kararnamede çocukların çalışması yasaklanıyor, tüm çocuklara parasız eğitim, beslenme, sağlık ve barınma hakkı tanınıyordu. Bolşevikler ezilen insanlığa şu mesajı veriyordu: Havası, doğası, üretimiyle bu dünya hepimizin. Çalışan, üreten insanların ruh hali bugünden çok farklıydı: Bu işi güzel yaptık, yarın daha da güzelini yapacağız diye düşünüyorlardı.
Tüm dünya Ekim Devriminin yarattığı şaşkınlığı konuşuyordu. Nasıl oldu da ayaktakımı olarak görülen işçiler baş olmuştu? Ekim Devrimi, ömrü birkaç ay ile sınırlı bir çılgınlık hali olarak değerlendiriliyor, kısa sürede yok olacağı öngörülüyordu. Fakat egemenlerin beklentileri boşa çıktı. Devrim tüm imkânsızlıklara rağmen yoluna devam etti. Büyük bir özveriyle işçi ve emekçiler kendilerine yeni bir yol açan devrime sahip çıktılar. Ekonomik, siyasi ve kültürel kazanımlar Ekim Devrimini dünya çapında büyük bir çekim merkezi haline getirdi. Bolşevikler mutluluğun, huzurun, eşitliğin, özgürlüğün, bolluğun ve bereketin fışkıracağı yeryüzü sofrası inşa etmeye giriştiler. Yepyeni bir temel üzerine insanlığın kadim düşünü gerçekleştirecek ilk adımlar atılıyordu.
Kısa sürede Asya’dan Amerika’ya, Ekim Devriminin dostları ve düşmanları oluşmaya başladı. Ekim Devriminin düşmanları onu yenmek için dünya çapında bir koalisyon kurdu. Emperyalist güçler faşizm sopasını kullanarak karşı-devrimi güçlendirdiler. Böylece Ekim Devrimi yalnız kaldı, yalıtıldı ve bürokratik hastalıklar bünyeyi ele geçirdi. Ekim Devrimi bürokratik karşı-devrimle ezildi. İşçi ve emekçilerin kazanımları teker teker yok edildi. Fakat sonu ne olursa olsun tarihin yiğitleri attıkları bu koca adımla insanlığı fersah fersah ileriye taşıdı.
İşçi sınıfı 20. yüzyılda yeni bir Ekim Devrimi örgütleyemedi. Kapitalistler fırsatları değerlendirdi, tereddüt eden işçi sınıfı örgütlerini ezdi. Enternasyonal dayanışma parçalandı. Sosyalist devrimci mücadele zayıflayınca, dünya işçi sınıfının kazanımları da emperyalist kapitalist güçler tarafından gasp edildi. Bugünümüzün dünden, yarınımızın bugünden kötü olmasının işçi sınıfının uluslararası mücadele ve örgütlenmelerinin güçsüzleşmesiyle doğrudan bağı vardır.
Biz, Marksist Tutum’un ifade ettiği “Enternasyonalle Kurtulur İnsanlık” şiarını benimsemiş, Ekim Devriminin güncelliğini asla unutmayan komünist işçileriz. Çürüyen emperyalist-kapitalist sistemin toplumu bir adım ileriye taşıyamayacağını biliyoruz. Verdiklerinden kat kat fazlasını alarak insanlığı uçurumdan aşağı fırlatan bu sisteme karşı tek seçenek Ekim Devriminin açtığı yoldan ilerlemektir.
Yaşasın Büyük Ekim Devrimi!
Yaşasın onun sönmeyen ve söndürülemeyecek ateşi!
link: Gebze’den MT okuru bir işçi, Ekim Devriminin Şanlı Yolu, 8 Kasım 2024, https://marksist.net/node/8377
Ekim Devriminin Verdiği İlhamla Mücadelemizi Büyütelim!
Her ne kadar burjuvazinin saldırılarıyla tırpanlanmış olsa da, dünyanın dört bir tarafındaki emekçiler bugün bazı haklara sahiplerse, ister farkında olsunlar ister olmasınlar bunda Ekim Devriminin büyük payı vardır. Eğitimden sağlığa, sosyal güvenlikten siyasal haklara kadar pek çok konuda emekçilerin kazanımı olarak sayılabilecek ne varsa, bunların hepsi diğer işçi mücadeleleri ile birlikte Ekim Devriminin açtığı yolun ve yarattığı etkilerin doğrudan ya da dolaylı sonucudur. İşçi devrimiyle birlikte Rusya’da yaşanmaya başlayan başdöndürücü değişimin etkileri tüm dünyada hissedilmiştir. İşçi sınıfı adına olumlu bu değişimlerin her birinin önemi ayrıdır.
Bunlar Marksist Tutum’un sayfalarında da çok değerli yazılarla ayrıntılı biçimde anlatılmıştır. Hepsini uzun uzun burada anmanın imkânı yok elbette. Sadece emekçi kadınların Ekim Devrimiyle birlikte elde ettiği kazanımları anmak bile bu dönüşümün etkilerinin muazzam olduğunu anlamak için yeterli olur diye düşünüyorum. Ekim Devriminin başarıya ulaşmasının ardından, Rusya’da, emekçi kadınların haklarına yönelik olarak, gelişmiş kapitalist ülkelerin hiçbirinin yanına bile yaklaşamadığı düzeyde bir program uygulanmaya başlanmıştı. Bolşevikler, kadınların eşit yurttaş olduklarını, kadın işçilerin de erkek işçilerle aynı haklara sahip olduklarını tereddütsüz ilan ettiler. Hızlı bir şekilde, tüm siyasal haklarla birlikte eşit ücret, boşanma, doğum kontrolü, kürtaj gibi hakları tanıdılar. Evlilik kilise ve devletin pençelerinden kurtarıldı. Ev işlerinin toplumsallaşması, komünal mutfakların, çamaşırhanelerin ve kreşlerin yaygın biçimde hayata geçirilmesiyle sağlandı. Çocuk bakımının kamusal bir hizmet haline getirilmesinden aile planlamasına, yüksek öğrenim imkânlarına kadar pek çok uygulamayla emekçi kadının özgürleşmesinin nesnel dayanakları işçi devrimi sayesinde oluşturuldu. Burjuva feminizminin ufkunu fersah fersah aşan bu gelişmeler Rusya’daki emekçi kadınların hayatının bir parçası oldu. Sovyet iktidarının verdiği bu ilhamla pek çok emekçi kadın, işçi sınıfının devrimci mücadelesinin bir parçası olmaya yöneldi. Bugün de bütün mücadeleci işçilerin Ekim Devriminin verdiği ilhamla hareket etmeye, mücadelelerini büyütmeye ihtiyaçları var.
Ekim Devrimi tarihin akışında öylesine önemli bir değişikliğe yol açmıştır ki, işçi sınıfının özyönetim organları olan sovyetlerin Rusya’da tüm iktidarı eline aldığı 7 Kasım 1917’den bu yana tüm dünyada egemen sınıfın kâbusu olmuştur. Burjuvazi bu yüzden, Ekim Devrimini karalamak, yok saymak, mümkünse de unutturmak için her zaman sistematik bir çaba içinde olmuştur. İşçi sınıfı devrimciliğinin örgütlü gücünün zayıflamasının bir sonucu olarak da Ekim Devriminin hem önemi, hem de emekçi sınıf için sağladığı kazanımlar yeni işçi kuşaklarına layıkıyla aktarılamaz olmuştur. Oysa bugünün işçileri, devrimcileri için tüm bunları kavramak ve Ekim Devriminden alınan ilhamla mücadeleyi ilerletmek çok önemlidir. Burjuvazinin, sömürülen sınıfların bu en büyük tarihsel eylemini unutturma gayreti mutlaka boşa çıkarılmalıdır. Çünkü Ekim Devrimi, işçi sınıfının dünyayı değiştirme cüretinin bugüne kadarki en somut, en değerli eylemidir.
Yaşasın Ekim Devrimi!
Yaşasın Sınıfsız, Sömürüsüz Bir Dünya Kurma Mücadelemiz!
link: Mersin’den bir MT okuru, Ekim Devriminin Verdiği İlhamla Mücadelemizi Büyütelim!, 7 Kasım 2024, https://marksist.net/node/8374
1 Mayıs’ın Gerçek Sahipleri Bir Gün Onu Geri Alacak
1 Mayıs Amerikan işçi sınıfının dünya işçi sınıfına tarihsel mirasıdır. Yaşadığımız topraklarda ise bu tarihsel miras 70’li yıllarda yükselen sınıf mücadelesinin etkisiyle Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde çok daha sembolik bir anlama büründü. Türkiye işçi sınıfı 60’lı yıllardan itibaren giderek yükselen sınıf mücadelesini 1976’da yüz binler olup Taksim Meydanına çıkarak taçlandırmıştı. 1977 1 Mayıs’ında yapılan katliam ise Taksim Meydanını işçi sınıfı için sembolik bir miting alanı haline getirdi.
1980 askeri faşist darbesinden sonra ne Türkiye eski Türkiye, ne de işçi sınıfı eski işçi sınıfı oldu. 60’lı ve 70’li yılların şanlı sınıf mücadeleleri unutturulduğu gibi, o yıllar işçi sınıfının zihnine kaos yılları olarak nakşedildi. Ne var ki 1 Mayıs işçi sınıfının meydanlara çıkarak taleplerini ve egemenlere karşı öfkesini dile getirdiği önemli bir mücadele günü olarak, inatçı bir gelenek olarak varlığını belli oranda korudu. Dünyanın çeşitli coğrafyalarının aksine Türkiye’nin sanayi kentlerinin yanı sıra küçük şehirlerinde dahi 1 Mayıs mitinglerinin organize ediliyor olması bunun bir göstergesidir.
İşçi sınıfının ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarının hayati derecede derinleştiği böylesi bir süreçte öfkesini, umudunu, enerjisini akıtabileceği, meydanlarda bir araya gelerek güç bulabileceği önemli bir gün 1 Mayıs. Ancak Türkiye işçi sınıfının kalbi olan İstanbul’da kitlesel ve birleşik bir miting organize etmek, işçi ve emekçileri, gençleri, kadınları meydanlarda bir araya getirmek için ter akıtmak yerine yıllardır sendika bürokratları ve küçük-burjuva sol tarafından alan tartışmalarına sıkıştırılıyor bu önemli mücadele günü. Bu sene ise geçmiş senelerden daha vahim olarak bir burjuva parti olan CHP ile el ele adeta 1 Mayıs sabote edilmiş oldu. İstanbul’da bırakalım birleşik ve kitlesel olmasını, bir miting dahi yapılmadı.
İşçi ve emekçilerin bir araya gelmesini ve örgütlenmesini her alanda engellemeye çalışan faşist rejim Taksim Meydanı yasağını sürdürüyor. Taksim Meydanı’nın tarihsel anlamının arkasına sığınarak işçi sınıfının mücadele günü 1 Mayıs’ı kendileri için bir şova dönüştürmek isteyen CHP ve başta DİSK olmak üzere sendika bürokratları bu yasağı aşacaklarını iddia ettiler. Evdeki hesap çarşıya uymayınca binlerce insanı polis saldırısıyla baş başa bırakarak buluşma noktasından kaçarak uzaklaştılar. Türkiye solunun büyük bir kısmı da olacakları öngörmesine rağmen çeşitli sebeplerle CHP’nin ve DİSK üst bürokrasisinin oynadığı oyunun peşinden sürüklenmeyi tercih etti. Sonuç olarak örgütlü işçi sınıfının kitlesi ve gücü olmadan, entrikalarla, hesap kitaplarla, küçük-burjuvaca kahramanlıkla girişilen sözde Taksim Meydanını geri alma girişimi bir kez daha fiyaskoyla sonuçlandı.
Sınıf devrimcileri olayları, durumları değerlendirirken en çok da sınıf mücadelesini nasıl etkileyeceğini, katkılarını ve zararlarını göz önünde bulundururlar. 1 Mayısların alan tartışmasına sıkıştırılmasının, kitlesel ve birleşik 1 Mayısların organize edilememesinin işçi sınıfının siyasetine en ufak bir faydasının olmadığı ortada. Tersine, unutturulamayan bu önemli mücadele gününün örgütsüz işçi ve emekçiler için burjuva medya tarafından marjinalleştirilmesine sebep oluyor bu tartışmalar ve yaşananlar. Halbuki 1 Mayıs ne sendika bürokratlarının, ne de küçük-burjuva solundur. 1 Mayıs dünya işçi sınıfının mücadele günüdür. Faşist rejimin barikatlarını yıkıp geçebilecek kudrete sahip olan da örgütlü işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı içinde sabırla çalışmadan, ter akıtmadan, işçi sınıfının bağımsız siyasetini yaratmadan, 1 Mayıs’ı ve Taksim Meydanını işçi sınıfının bir talebi haline getirmeden yasaklar, anti-demokratik uygulamalar aşılamaz.
Bizler işçi sınıfının bağımsız siyasetinden yana tutum alarak çalışıyoruz. Bıkmadan, usanmadan mücadele tarihimizi sebatla hayatına dokunduğumuz sınıf kardeşlerimize hatırlatarak, sabırla çalışarak yol alabileceğimizi biliyoruz. Faşist rejimin yasakları ancak bu kararlı mücadeleyle aşılabilir! 1 Mayıslar da, meydanlar da, dünyanın bütün zenginlikleri de ancak bu mücadeleyle gerçek sahibine, yani dünya işçi sınıfına ait olabilir.
link: İstanbul’dan MT okuru bir emekçi kadın, 1 Mayıs’ın Gerçek Sahipleri Bir Gün Onu Geri Alacak, 11 Mayıs 2024, https://marksist.net/node/8260
İlk Adım
Tarih boyunca yazılmış sayısız roman, destan, şiir, bestelenmiş sayısız müzik, çizilmiş sayısız resim ve insan emeğinin ürünü olan her şey… Onları üreten insanların eyleme geçme fikri, yani o ilk adım olmasaydı nasıl ortaya çıkardı? Mesela Nâzım şiirleri için kalemi eline hiç almasa, Kapital Marx için kendi kafasındaki fikirlerden ibaret olarak kalsa ya da Amerikan işçi sınıfı 8 saatlik işgünü için meydanlara çıkıp o ilk adımı atmasa ve insan merakını, heyecanını yok sayıp, önyargılarını kıramayıp o ilk adımı atmasa muhtemelen dünyamız bugünkünden çok daha kötü bir halde olacaktı.
Önümüzde işçi sınıfının bir araya gelip taleplerini haykırması için yılın diğer 364 gününden farklı, paha biçilmez olan 1 Mayıs, yani işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü var. Faşist rejimin grevleri yasakladığı, greve çıkan insanlara polis şiddetiyle karşılık verdiği, ekonomik krizin tüm bedelinin işçi sınıfına ödetildiği şu günlerde işçi sınıfı olarak 1 Mayıs meydanlarına akın edip birlikte taleplerimizi haykırmalı, bu diktatörlüğe hep birlikte karşı koymalıyız. Fakat işyerinden, okuldan veya mahalleden insanları 1 Mayıs’a davet ettiğimizde veya bununla ilgili bir konu açtığımızda genel olarak insanların korkularıyla karşı karşıya kalıyoruz.
Ömründe hiç 1 Mayıs’a katılmadığı için o insanın 1 Mayıs hakkındaki bilgisi, medyanın ona sunduklarıyla sınırlı kalıyor. Medya ise egemenlerin kontrolünde olduğundan 1 Mayıs’ı “olayların çıktığı” ve polisin eylem yapan insanlara saldırdığı bir gün olarak yansıtıyor. Kısacası medyada gösterilmek istenen gösteriliyor. İşte tam olarak burada bize büyük bir görev düşüyor: Korku ve önyargıyla sarmalanmış o insana doğru yolu gösterebilmek, o ilk adımı atmasını sağlayabilmek bizim için çok önemli.
İşte o ilk adımı atan kişi kendini büyük bir dayanışmanın ve sınıf mücadelesinin içinde buluyor. Yaşadığı sorunları o meydanda korkusuzca diğer işçi kardeşleriyle birlikte haykırıyor ve en önemlisi de örgütlü bir mücadelenin nasıl olduğunun farkına varıyor. İşte bu yüzdendir ki insanları 1 Mayıs’a davet ederken bir elinden siz tutun, gerekirse o ilk adımı birlikte atın ama yeter ki o adımı atın, attırın. Sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir dünya dileğiyle, hepinizin 1 Mayıs’ı kutlu olsun.
link: Gebze’den MT okuru bir işçi-öğrenci, İlk Adım , 29 Nisan 2024, https://marksist.net/node/8252
Gelin Sesimizi 1 Mayıs Alanlarında Duyuralım!
Cumhurbaşkanının kabinesiyle yaptığı toplantı sonrası, işçilerin ve emekçilerin merakla beklediği açıklama, Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan tarafından yapıldı. Asgari ücrete ara zam yok! Emeklilere de ara zam yok, sadece enflasyon farkı var. Orta Vadeli Program (OVP) taviz verilmeden, işçiler ve emekliler için sert bir şekilde uygulanmaya devam ediliyor. Siyasi iktidar sandıktan çıkan seçim sonuçlarından güya ders aldığını söylediğinde kimileri bir yumuşama beklentisi içine girmişti, gelişmeler bunun böyle olmadığını ortaya koyuyor.
Dünya işçi sınıfının önderleri kapitalizmi anlatırken, verili durum değişse de değişmeyen tek şeyin sınıflar olduğunu tespit etmiş, bu sınıfların da birbiriyle mücadele içinde olduğunu ortaya koymuştur. Bir tarafta üretim araçlarının özel mülkiyetini elinde bulunduran sermaye sınıfı, yani patronlar ve onların siyasi temsilcileri var. Diğer tarafta yaşamak için mücadele eden, karın tokluğuna çalıştırılan ve emeği çalınan işçi sınıfı var.
Bugün de Türkiye’ye baktığımızda sınıf mücadelesinin nasıl cereyan ettiğini görüyoruz. Ekonomik kriz sadece işçi ve emekçilerin sırtına yıkılmış durumda. Başta Saray olmak üzere bakanlarından vekillerine kadar Hazine’nin muslukları onlar için sonuna kadar açılıyor. Ne diyorlar, itibardan tasarruf olmaz! Patronlar için teşvikler, ucuz ve hatta geri ödemesiz krediler veriliyor, vergi afları getiriliyor. O da yetmiyor bize ait İşsizlik Sigortası Fonu sözde istihdam projeleri adı altında yağmalanıyor. Ballı ihaleler, Kur Korumalı Mevduatlar ve daha neler neler... OVP programından şikâyetçi olan bir patron duydunuz mu? Kısacası iktidar ve sermaye sahipleri bir olup krizin faturasını işçi sınıfına ödetmek istiyor.
Kardeşler, olup bitenlere sessiz kalıp 2028’deki seçimleri mi bekleyeceğiz? İşçi sınıfının asıl kurtuluşu örgütlü mücadeleye katılmasıyla olacaktır. Önümüz 1 Mayıs, yani işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günüdür. Bütün işçileri 1 Mayıs’a davet ediyorum. Ekonomik krizin faturasını ödememek için haydi işçi kardeşim, omuz omuza haykıralım. Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!
link: İstanbul/Avcılar’dan bir emekçi, Gelin Sesimizi 1 Mayıs Alanlarında Duyuralım!, 29 Nisan 2024, https://marksist.net/node/8251
Sermayenin Heveslerini Kursağında Bırakmak İçin Mücadeleye!
31 Mart seçimleri sürecinde, siyasi iktidarın akıllarda kalan söylemlerinden birisi de şuydu: “Oy yoksa hizmet de yok!” Baştan sona tehdit, şantaj, devletin bütün olanaklarını kullanma, emekçileri yapay temellerde kutuplaştırma... Tüm bunlara rağmen siyasi iktidarın 22 yıldır yalanından, kibrinden, tepedenliğinden bıkan kitleler bu defa tepkisini ortaya koydu. Ya sandığa gitmemeyi tercih etti ya da muhalefet partilerine oy verdi. Şüphesiz ki işçi sınıfının sorunları sandıkta çözülemez. Fakat aynı sorunlar hiçbir şey yapmadan, evde oturarak da çözülemez.
Her türlü dalavereye rağmen AKP’nin büyük hilelerle kapatılamayacak bir oy kaybına uğradığı bir gerçek. Dolayısıyla neredeyse her seçim sonrası büyük bir zafer sarhoşluğu yaşayan rejim sözcüleri, 31 Mart gecesi büyük bir şaşkınlık yaşadılar. Bu durumu sindiremeyen rejim göz göre göre Van’da DEM Partinin kazandığı belediyeyi gasp etmeye çalıştı.
Öte yandan yerel seçimlerde belediyelerin önemli oranda muhalefet partilerine geçmesiyle birlikte, yıllara yayılan vurgunun tüm çıplaklığıyla ortaya saçıldığı görülüyor. Neredeyse bütün belediyeler yağmalanmış, kasaları tam takır olduğu gibi hepsi tam bir borç batağına sürüklenmiş. Görüyoruz ki bir taraftan lüks ve şatafattan, görgüsüzlükten, şımarıklıktan en ufak bir taviz vermeyen rejim unsurları, toplumun paralarını har vurup harman savurmaktan da imtina etmemiş.
Biz işçiler, emekçiler ağır çalışma koşullarında kazandığımız üç kuruşun en az yarısını vergi olarak ödüyoruz. Onlarsa paraya endeksli itibarlarından gram tasarruf etmiyorlar. Biz madenlerde, sanayide, rutubetli ortamlarda ömür tüketiyoruz. Onlarsa bizlerden gasp edilen paralarla günlerini gün ediyorlar. Kıt kanaat yaşayan işçi sınıfını utanmazca nankörlükle suçlayanlar, dünyanın en güzide yerlerinde lüks içinde yaşıyorlar. Sermaye sahiplerine, iktidar yandaşlarına sular seller gibi akan kaynak, sıra işçilere, emeklilere gelince birden buhar olup uçuyor. Dolayısıyla ay sonunu getiremeyen işçilere gelince Çalışma Bakanının açıklaması “işçi ve emeklilere ara zam düşünmüyoruz” şeklinde oluyor. Tabii bu zatı muhteremlere sormak lazım; kimin parasını kime vermiyorsunuz? Neredeyse hemen her gün her şeye zam gelirken işçilere ve emeklilere yılda iki defa komik düzeylerde yapılan zamları da bir lütuf mu sanıyorsunuz?
Keyfi bir şekilde kalem hileleriyle, enflasyon yalanlarıyla zaten kuşa çevrilen ücretlerimiz ayın sonunu görmeden eriyip gidiyor. İşçi kardeşler, sermaye temsilcileri krizin ağır faturasını bize ödetmektedirler. Bir taraftan dünya zenginler listesine yeni zenginler eklenirken, diğer taraftan biz işçilerin boğazındaki lokmalara göz dikilmiştir. Boşaltılan Hazine’nin, belediye kasalarının biz işçilere fatura edilmesine izin vermemeliyiz.
Bizler sermayenin saldırılarına örgütlü bir şekilde karşı durup geri püskürtmezsek yeni saldırılar çorap söküğü gibi gelecektir. İşte bu nedenle hak gasplarına karşı işçi sınıfı olarak 1 Mayıs alanlarında yerimizi almalıyız. Sermayenin saldırılarına karşı ortak taleplerimizi haykırmalı, krizin faturasının işçilere değil patronlara kesilmesini dayatmalıyız. Kıdem tazminatı hakkımız, sendikalaşma hakkımız gibi kazanılmış haklarımızı koruyabilmek için, saldırıları püskürtüp sermayenin heveslerini kursağında bırakmak için harekete geçmeliyiz.
link: İstanbul/Avcılar’dan bir metal işçisi, Sermayenin Heveslerini Kursağında Bırakmak İçin Mücadeleye!, 27 Nisan 2024, https://marksist.net/node/8249
Okurlarımızdan: Yaşasın 1 Mayıs!
Emperyalist Savaşa Karşı Sınıf Savaşını Yükseltelim!
Ankara’dan MT okuru işçiler
Emperyalist güçlerin hegemonya kapışması dünyamızı adeta bir ateş topuna çeviriyor. Ukrayna’dan Gazze’ye savaş ateşi harlanmaya devam ediyor. İsrail’in Gazze saldırıları altıncı ayına girerken bu saldırılarda çoğunluğu çocuk ve kadın 33 bin Filistinli hayatını kaybetti. Evinden yurdundan edilen 2 milyon insan ağır saldırılar altında yaşama tutunmaya çalışıyor. Burjuva egemenler zalim savaşlarını haklı çıkarmak, dünya halklarının barış ve kardeşlik arzusunu susturmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Geçmişten bugüne halkların, emekçilerin arasına düşmanlık ve nefret tohumları ekiyorlar.
Savaş topların, bombaların patlamaya başladığı andan çok önce başlar. Yıllar boyunca milliyetçilik ve ırkçılıkla zehirlenen kitleler savaşa böyle ikna ediliyorlar. Ama onların her türlü çabalarına karşın dünyanın tüm emekçileri, ezilenleri kardeştir. Bu yüzden İtalya’dan Japonya’ya, İngiltere’den Türkiye’ye, Amerika’dan İsrail’e dünya işçileri savaşı protesto ediyor, “Filistin’e Özgürlük” sloganlarıyla meydanlara çıkıyor. Yılmadan, usanmadan “savaşa hayır” diye haykırıyorlar. Egemenler bu dayanışmayı boğmak için Filistinli emekçilerle dayanışma eylemlerine, savaş karşıtı gösterilere saldırıyor, barış sesini boğmak istiyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar bu seli durduramıyorlar. Dünya işçi sınıfı dostlarına kardeşlik elini uzatmaktan vazgeçmiyor. İşte 1 Mayıs bu seli daha da güçlendireceğimiz gündür.
1 Mayıs “Emperyalist Savaşlara Hayır!” diyen sesimizin en güçlü çıkacağı gündür. Geçmişten bugüne işçi sınıfının mücadelesinin sönmeyen ateşini temsil eden 1 Mayıs, barış ve özgürlük mücadelemizin en görkemli temsilidir.1 Mayıs dünya işçi sınıfının talepleri ve sloganlarıyla alanları doldurduğu bir mücadele günüdür. Dünya işçilerinin, ezilen halkların tüm özlem ve hayalleri 1 Mayıs’ta coşkuyla yankılanır. Dünyamızı cehenneme çeviren kapitalist zorbalığa karşı 1 Mayıs’ta barış ve özgürlük talebimizi daha da yükseğe çıkartalım. Her ulustan egemenlerin, emperyalist savaştan çıkarları olanların karşısına örgütlü işçi sınıfı olarak dikilelim. Emperyalist savaşa karşı sınıf savaşını yükseltelim! Sınıfsız, savaşsız, eşit ve özgür bir dünya için haykıralım:
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği!
Yürüyelim!
Adana’dan MT okuru işçiler
Kapitalizm 21. yüzyılda, onu savunan tüm burjuva yazar ve çizerlerin hayalini kurduğu bir yükselişi ve refahı getirmedi. Tam aksine, kapitalizm bugün çok daha derin bir sistem krizi içinde debelenip duruyor. Bu sistemsel kriz kapitalizmi bir çıkışsızlıkla karşı karşıya getirmiş durumda. Bu çıkışsızlık kendini emperyalist savaşlarla da tarih sahnesine sürmüş bulunuyor. Artan işsizlik, gelecek kaygısı, savaşlarla yok olan insanlar… Bu barbarlık değil de nedir? Kapitalist sistem içinde kalarak, insanlığın bir geleceği yok. Daha çok kan, daha çok yıkım ve gözyaşları. Dünyamız bugün bunları yaşıyor.
Biz işçilerin kapitalist sömürü ve yıkıma karşı mücadele etmekten başka bir çıkış, bir kurtuluş yolu bulunmuyor. Bu 1 Mayıs’ta da milyonlar sokaklara akacak. Kapitalizme ve savaşlara karşı öfkelerini haykıracaklar. Yani umut var. Umudumuz var. Umut örgütlü işçi sınıfının kapitalizme karşı uluslararası mücadelesinde. Bu mücadelemiz biz işçileri dünyanın her yerinde sınıf kardeşlerimizle yan yana getiriyor. Sınıf kardeşlerimizle omuz omuza bu ortak mücadelenin ateşini büyütelim. Daha kararlı adımlarla çoğalarak kendi kurtuluşumuza yürüyelim!
Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Mücadelesi!
Yaşasın 1 Mayıs!
Bıjı Yek Gulan
Kahrolsun Emperyalist ve Haksız Savaşlar!
Yaşasın Sosyalizm!
Haykıracağız Bir Ağızdan!
Sefaköy’den bir eğitim işçisi
Adına sınıflar savaşı denen savaşın içine doğan kuşaklarız. Bu savaşı biz başlatmadık ama bir gün mutlaka bu savaşı kazanacağız. Buna inancımız tam! Bizler ya da bizim yolumuzdan gelenler, bu savaşın galipleri olacaktır. Bugün için düşman çok acımasız ve çok örgütlü. Nicelerimizi türlü şekillerde aldı aramızdan. Hayat tüm çelişkileriyle devam ediyor. Mücadelemiz de sürmekte ve sürecek.
1 Mayıs düşmana korku, dostlara güven veren bir gündür bizim için. Düşmanımız dünyanın bugünkü tüm egemenleri yani burjuvazi, dostlar ise dünya işçi sınıfı. Farklı milletlerden, dillerden, dinlerden dünyanın tüm mülksüzleri. Düşmanlar korksunlar, mezarlarını kazıyoruz gece gündüz! Bizden çaldıklarının hesabını soracağız bir bir! Dostlar görsünler, duysunlar meydanlarda bizi… Dünyanın bütün meydanlarında olacağız o gün ve haykıracağız hep bir ağızdan özgürlük türkülerimizi…
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!
link: okurlarımızdan, Okurlarımızdan: Yaşasın 1 Mayıs!, 24 Nisan 2024, https://marksist.net/node/8247
1 Mayıs: Bir Günden Çok Daha Fazlası!
Dünyanın çarklarını döndüren işçileri makinenin bir parçasından ibaret gören, uzun ve yorucu mesai saatleri boyunca enerjisini dibine kadar sömüren bu vahşi düzen değişebilir mi? Emek veren, üreten, yaşamın tüm zenginliklerini var eden dünya üzerindeki yüz milyonlarca işçinin maruz kaldığı çalışma koşulları düzelebilir mi? İşte bu soruların cevabını Avustralya’dan Amerika’ya, Fransa’dan İngiltere’ye talepleri etrafında birleşen, örgütlenen ve mücadele eden işçiler 1886 yılında tarihe altın harflerle kazıyarak verdiler. Tarihe “1 Mayıs” diye yazdılar! Gerçekten de günümüzden 138 yıl önce 1 Mayıs 1886’da mücadeleye girişen yüz binlerce işçinin 8 saatlik işgünü mücadelesi, örgütlü işçilerin ne denli büyük bir gücü olduğunu dosta düşmana göstermiştir. Bu nedenle sınıfımızın şanlı Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs bir günden çok daha fazlasıdır bizler için.
İşçi sınıfının gençliği olarak heyecanla, coşkuyla meydanlara aktığımız gündür 1 Mayıs. O gün ellerimiz bizleri birbirimizle rekabete sokmaya çalışan patronlar için çalışmaz, tarihsel bir mücadele bayrağını en yükseklerde dalgalandırmak için hep birlikte çalışırız! Bizleri yapay kutuplaştırmalarla bölmek isteyen egemenlere karşı savaşsız ve sömürüsüz bir dünya mücadelemizi bütün renklerimizle haykırırız. Kapitalist düzenin egemenleri bu şanlı günü tarihsel anlamından koparıp içini boşaltmaya çalışsalar da sosyalist bir dünya mücadelesi demektir 1 Mayıs bizler için.
Türkiye tarihindeki en büyük yoksullaşmanın yaşandığı, çalışma saatlerinin uzadığı ve güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaştığı bir dönemde karşılıyoruz 1 Mayıs’ı. Fakat tabii ki bugünlere bir anda gelmedik… Kapitalist egemenler 1980 dönemecinden itibaren ücretlerinin düşürülmesi, sosyal haklarının yontulması için işçi sınıfına sistematik olarak saldırmaya başladılar. Bugüne kadar gelinen süreçte emeklilik hakkımızdan sosyal güvenceye varan çeşitli kazanımlarımızı tırpanlayıp bizleri yoksulluğa mahkûm ettiler. Fabrikalarda, hizmet sektöründe çalışan işçiler olarak kredi kartları olmadan bir sonraki ayı getiremez olduk…
Türkiye işçi sınıfı olarak henüz güçlü bir sınıf hareketine sahip olamadığımız için bu ve benzeri saldırıların hesabını soramıyoruz. Çünkü ekonomik ve sosyal saldırılara eşlik eden ideolojik saldırılar örgütsüz olan işçi ve emekçileri böldü, ayrıştırdı. Günümüzde sermayenin temsilcisi siyasi iktidar milliyetçi ideolojisini daha da köpürterek topluma şırınga ediyor. Bu iklimde göçmenlere yönelik ırkçı yaklaşımların önü alınamıyor. Ucuz işgücü kaynağı olarak sömürülen göçmen işçiler topluma ekonomik sorunların kaynağıymış gibi gösteriliyor. Ne yazık ki örgütsüz olduğu için sınıf bilinci olmayan işçilerin büyük çoğunluğu da bu yalanlara inanabiliyor.
Bütün bu ideolojik ve ekonomik saldırılara rağmen tarihsel bilince sahip olan sınıf bilinçli işçiler olarak biliyoruz ki hiçbir karanlık ebedi değildir! Ancak bu koşulları değiştirecek güç de yine bizden başkası değildir. 1 Mayıs’ın yaşayan ruhu bize neyi nasıl yapmamız gerektiğini açıkça gösteriyor. Egemenlerin yalan bombardımanına karşı sınıf cephesini örmek, yaşamın tüm zenginliklerini üreten işçiler olarak birleşmek ve dayanışma içinde olmak zorundayız.
Önümüz 1 Mayıs… Örgütlü mücadeleyi seçmiş genç işçiler olarak etrafımızdaki insanları da bu bilinçle 1 Mayıs’ta meydanlara taşıyacağız. 1 Mayıs’ın ruhuna yakışır şekilde çalışmaktan, kortejimize yeni insanları katmaktan geri durmayalım!
link: Gebze’den genç bir işçi, 1 Mayıs: Bir Günden Çok Daha Fazlası!, 22 Nisan 2024, https://marksist.net/node/8245
Haydi, 1 Mayıs’a!
İnsanlık kapitalizmin esareti altında her yeni güne yıkımlarla uyanıyor. Yayılarak devam eden Üçüncü Emperyalist Paylaşım Savaşı, açlık, artan kitlesel işsizlik, iklim krizi, alınmayan önlemlerle gelen seller, yangınlar, kuraklıklar, depremler, milyonların göç yollarında heba olan yaşamları ve dahası, dahası… Kapitalizm işçi sınıfına cehennemi yaşatmaktan geri durmuyor, durmayacak!
Geçtiğimiz yıl bölgemizde yaşanan deprem de kapitalizmin insanlık için nasıl bir felâket olduğunu yeniden göstermiş bulunmakta. Yıllar boyunca yapılan uyarılara, kapitalizmin doyumsuz kâr hırsı yüzünden kulak asılmadı ve hiçbir önlem alınmadığı gibi yıkımın boyutlarını büyütecek politikalar hayata geçirildi. Göz göre göre emekçilerin yaşamı karartıldı. Deprem sırasında ve sonrasında yapılanlar ise bu tavrı daha net somutlayıp işçi sınıfının yaşamının egemenler için ne denli önemsiz olduğunu yeniden kanıtladı. Tek derdi daha fazla kâr olan burjuvazi depremi yeni bir rant kapısı olarak değerlendirdi.
Ama bize başka şeyleri de gösterdi 6 Şubat depremleri. Dayanışmayı yeşertmek, emekçilerin acılarını yüreğinde hissedip elindeki avucundakini depremzedelerle paylaşmak için didinen milyonlarca işçi var. Hem de dünyanın dört bir tarafında. Bir yanda doğal bir afeti emekçiler için büyük bir felâkete dönüştüren kapitalistler durumu kendileri için fırsata çevirmek için avuçlarını ovuştururken, diğer yanda birbirinin dilini bile bilmeyen işçiler dayanışmayı örgütleme telaşındaydı.
Bu vesileyle bir kez daha gördük ki işçi sınıfının dostu yine işçi sınıfıdır!
Gördük ki örgütlülük hayat kurtarır!
Gördük ki dayanışma için seferber olanlar sosyalist örgütler ve gönüllü emekçilerdi!
Gördük ki çeşitli ülkelerden gelen işçi ekipleri vs. ile işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışması elzemdir!
Önümüz 1 Mayıs dostlar. İşçi sınıfı olarak bizler örgütlü oldukça ve örgütlü kaldıkça mücadelemizi her yerde büyütüp yol alırız. İşçi sınıfı olarak kapitalizmi yeryüzünden silip dünyayı cennete çevirmek bizim ellerimizde. Sınıfların olmadığı, savaşların olmadığı, özgür ve bolluk dolu bir dünyayı kurmak bizim ellerimizde! Bu 1 Mayıs’ta da tüm dünyada işçiler meydanlarda olacak. Sen de durma haydi, 1 Mayıs’a!
link: Mersin’den bir grup işçi, Haydi, 1 Mayıs’a!, 19 Nisan 2024, https://marksist.net/node/8243
Tek Başına Kurtuluş Yok, Haydi 1 Mayıs’a!
Bugün ekonomik kriz, işsizlik kırbacı tüm dünya işçi sınıfını bunaltıyor. Kâr amaçlı yapılan dünya paylaşım savaşı sadece yayıldığı bölgedeki emekçileri yakmakla kalmıyor, tüm burjuva devletlerin ordularını büyütmesi, savaş bütçelerini arttırmasıyla dünya işçi sınıfının ekmeğinden aşından eksiltiyor. Yayılan savaş üretim ve ulaştırma zincirini etkileyerek fiyatların yükselmesine yol açıyor. Yükseltilen faşizm, milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı işçi sınıfını kör ederek kendi sınıfsal ihtiyaçlarını gözetmesine ve bir sınıf olarak sömürücülerine karşı birleşmesine engel oluyor. Dünya emekçileri Filistin, Ukrayna, Suriye gibi cepheler üzerinden bile kutuplaştırılmaya, kör edilmeye çalışılıyor. Halkların tarafında olmak seçeneği değil bir devletin ya da diğer bir otoritenin tarafında olmak seçenekleri dayatılıyor.
Dünyadaki ekonomik kriz koşullarına Türkiye özelinde egemen sınıfın pervasız yağma ve sömürüsü de eklendiğinde geçim koşulları daha da ağırlaşıyor. Totaliter rejim altında siyasal baskılar işçi sınıfını felçleştirmiş durumda ve baskılara karşı yeterli direnç gösterilemiyor. Rejimin sadece işçi sınıfına değil toplumdaki tüm mücadele mevzilerine saldırmasının egemenlere asıl faydası tam da bu. Felçleşmiş, kabuğuna sinmiş bir işçi sınıfı ve daha rahat sömürü.
Biz sağlık emekçileri de bu süreçten payımıza düşeni alıyoruz: Fazla mesailer ve sağlıksız çalışma koşulları, vardiyalı çalışan ebeveynler için kreş ve gündüz bakımevi krizi, sağlıksız yemekler ve dinlenme ortamlarının eksikliği, düşük ücretler ve geçim zorluğu ile boğuşuyoruz. Barınmaya, yeterli gıdaya, eğitime ulaşım bizler için de sorundur. Üstelik nitelikli sağlık hizmetine ulaşmak sağlık emekçileri için bile krize dönüşmüş durumda. Öyle ki sağlık çalışanı arkadaşlarımız kendi çalıştığı hastanede değil özel hastanede hastalığına çare aramak zorunda kalıyor.
Özel hastane kapasiteleri kat kat artarken devlet kurumlarında randevu bulunamaz hale geldi. Bazı tetkiklere aylar sonrasına, bazı ameliyatlara ve diş tedavilerine yıllar sonrasına randevu veriliyor. Koruyucu sağlık hizmetlerine gerekli önem verilmiyor. Kanser teşhisi konup tetkikler tamamlanana kadar aylar yıllar geçiyor, kanser ilerliyor. Sağlık hizmet sunumundaki sorunlar ve eksiklikleri “içeriden” baktığımızda apaçık görüyoruz ve biz sağlıkçılar bunu çalışma sahalarımızda gündem ediyoruz. Sağlık alanındaki sorunlar sadece çalışanların sorunu değildir. Dolayısıyla sağlık hizmeti alan emekçilerin de sağlık alanındaki sorunlara karşı mücadele etmesinin önemini gündemimize alıyoruz.
Ayrıca çevre katliamı, suyumuzun, gıdamızın zehirlenmesi, hemen hepsi önlenebilir iş kazaları, iş cinayetleri, meslek hastalıkları bu sistemin günahları arasında. Ülkenin uyuşturucu tacirlerinin cenneti konumuna gelmesi halk sağlığının ayrı bir boyutunu oluşturuyor. En yıkıcı halk sağlığı sorunlarından biri olan savaş büyüyerek yeni bölgelere ilerliyor.
Peki ne yapmalıyız? Bu abluka nasıl dağıtılır? Biz biliyoruz ki sorunlarımızın köklü bir şekilde çözülmesi için kapitalist özel mülkiyetin son bulması, üretim sürecinin yönetiminin ve denetiminin üretenlerin eline geçmesi gerekir. İşçi sınıfının örgütlülüğünü bu bilinçle yükseltmek, sendikalaşmak ve var olan sınıf örgütlerini güçlendirmek gerekiyor. Toplumun üzerindeki baskıların her türlüsüne karşı çıkmak, işçilerin kendi sorunlarının yanı sıra tüm toplumsal sorunlar konusunda politika geliştirmesini ve birlikte davranmasını sağlamak gerekiyor. Emekçilerin kendilerini doğrudan ilgilendiren sorunların yanı sıra, Filistin soykırımı, çevre sorunları gibi duyarlı oldukları diğer konularda da onları aktif mücadele alanına çekmeye çalışmalı, çözüme yürüyüşün bir parçası olmalarını sağlamalıyız. 1 Mayıs gibi mücadele alanlarına dostlarımıza davetimizi örgütlemeliyiz. İşçi sınıfının içinde yürütülen sabırlı çalışmalar totaliter rejimin ablukasında gedikler açacaktır.
Enternasyonalizm bayrağı işçi sınıfı için vazgeçilmezdir. Dil, din, ırk, milliyet, sosyal statü ayrımı gözetmeksizin sağlık hizmetini herkese vermeye adanmış sağlık emekçilerine aslında bunu anlatmak kolaydır. Toplum sağlığı söz konusu olunca Türkiyeli sağlıkçı ayrı, Amerikalı, Yunanlı vb. sağlıkçı ayrı düşünmez. Sağlık için gereken neyse onu gözetir, gözetmelidir. Bu doğrultuda sağlıkçı kendi devletini “milletini” kayırmaz, taraf tutmaz. Aslında bu insanî olandır da aynı zamanda.
Öte yandan bir coğrafyadaki işçilerin hakları ilerler veya gerilerse diğer coğrafyalardakilerinki de aynı yönde ilerler veya geriler. Bu nedenle işçi sınıfı doğal olarak enternasyonal bir mücadele vermelidir. Biz toplumcu sağlık emekçileri sınıf mücadelesini tam da böyle kavrıyoruz. Sağlık emekçilerinin orta sınıf serbest emekçi unsurları eriyip gitti ve hekimler de dâhil olmak üzere sağlık çalışanları büyük oranda ücretli işçi olmuş durumdadır. Bu durumda sağlık işçilerinin de kaderi dünya işçi sınıfının kaderiyle ortaktır. Ama asıl olarak tüm toplumu tehdit eden küresel bir ekonomik düzen varken tüm toplum kenetlenmelidir. Tüm toplumu kurtuluş hedefinde kenetleyecek güç ise dünya işçi sınıfından başkası değildir.
Önümüz 1 Mayıs. 1 Mayıs, bütün dünya işçi sınıfını ve emekçileri alanlarda birleştiren büyük bir gün. Miting alanını, sendikaların, politik örgütlerin, demokratik kitle örgütlerinin kortejlerini gören her bir arkadaşımız sınıfın potansiyelini de görecek, neler yapabileceğimize inancı artacak, olasılıkla kendi çevresinde mücadelenin bir parçası olacak ve belli bir dönüşüm geçirecektir. 1 Mayısa katılalım, çevremizdeki tüm emekçileri katalım. Sınıf bilinçli, enternasyonalist, toplumcu sağlık emekçileri olarak bizler tüm sağlık emekçilerini ve sınıf kardeşlerimizi mücadele alanlarına davet ediyoruz. Yanında kaç kişi getiriyorsun diye soruyoruz. Tek başına kurtuluş yok. Savaş tamtamları çalarken, savaş alevleri Türkiye’ye sıçrıyorken örgütlenmekten başka çözüm yok. Haydi, 1 Mayısa!
link: İstanbul’dan MT okuru sağlık emekçileri, Tek Başına Kurtuluş Yok, Haydi 1 Mayıs’a!, 16 Nisan 2024, https://marksist.net/node/8240
Kadınların Muradı!
Her sene olduğu gibi bu sene de 8 Mart yaklaşırken egemenler kadınlara ne kadar değer verdiklerini anlatma yarışına girdi. Kadınları her bakımdan cendere altında tutmak isteyen faşist rejim bu yarışta adeta ipi göğüsledi. Mesela Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, Türkiye’de kadınların işgücüne katılma oranının yüzde 36’ya yükselmesiyle övündü. İşgücüne katılan kadınların hangi oranda istihdama katıldığını yani çalışabildiğini açıklamadı. Kadınların işgücüne katılımımın artması karşısında düşük ücret, sendikasız ve güvencesiz çalışma, doğum ve emzirme izinlerinin kısalığı, kreş hakkının ortadan kaldırılmış olması, taciz, mobbing, şiddet gibi sorunları çözmek üzere düzenlemeler yapıp yapmadıklarından bahsetmedi.
Elbette Türkiye’de siyasi iktidar ve patronların büyük bir bölümü kadınların çalışmasını arzuluyor fakat ucuzdan da ucuz işçi olarak! Çalışsalar bile kadınlar aile içi rol ve görevlerini sürdürsün, çocuk bakımının ve ev işlerinin tüm yükünü üstlensin, aile yapısı korunsun istiyorlar. Böylece kadınların sırtına bindirilen yük kat kat artıyor. Bakan Göktaş, kadınların yaşadığı sorunları çözmek yerine katıldığı toplantılarda kadınlara İstanbul seçimlerinde Murat Kurum’a oy verme çağrısında bulunuyor. “İstanbul’u Büyüten Kadınlar” gibi süslü başlıklarla yapılan programlarda “31 Mart akşamı inşallah İstanbul yeniden gerçek belediyecilik ile buluşacak, Muradına erecek” diyor. Kadınlar olarak hem işsizlikle boğuşacağız, hem çalışırsak düşük ücrete çalışacağız, hem aile ve çocuk bakımını üstleneceğiz, hem de halkın sırtından 22 yıldır inmeyen Kurum gibi siyasetçilere oy vereceğiz. Ama tam da bu şekilde “muradımıza” ereceğiz! Sözde, Murat Kurum seçildiği takdirde İstanbul için “7/24 Nöbetçi Kreşler” açacakmış. Oysa siyasi iktidar zaten kendi ellerinde değil mi? İstedikleri zaman her mahalleye kreş açabilir ve kadın işçilerin taleplerini karşılayabilirlerdi. Kadınların ucuz ve kaliteli kreşlere kavuşması için İstanbul seçimlerini Murat Kurum’un kazanması mı gerekiyor?
Egemen sınıfların kadınları ve siyasetçilerin muradı ile işçi sınıfının kadınlarının muradı arasında asla kapanmayacak uçsuz bucaksız bir fark var. Onlar yıllardır yaptıkları gibi kadınları ucuz işgücü olarak görmek istiyorlar. Haklarımızı elimizden alıyor, siyasi baskıları arttırıyor, sendikalarda örgütlenmemizi engelleyecek yasalarla patronları koruyorlar. Kadınları kendilerine biçilen toplumsal role uygun olarak pasifleştirmeye çalışıyorlar, çok çocuk doğurmalarını, bu çocukları muhafazakâr, kindar yetiştirmelerini istiyorlar. Kendi iktidarları, çıkarları, rantları için emekçileri hiçe sayanlar, emekçi kadınları şiddet ve ikinci sınıf insan damgasıyla yaşamaya zorlayanlar yine emekçilerden, emekçi kadınlardan destek istiyorlar. Emekçi kadınları sömürücü siyasetçilerin ufak vaatlerine kanacak oy deposu olarak görüyorlar.
8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü kadınların aşağılanmaya, yok sayılmaya “artık yeter” dediği bir gündür. Hiçbir ayrım yapmadan dünyanın tüm emekçi kadınlarının ve işçilerinin birleşmesinin sembolüdür. Enternasyonalist bir ruhla mücadeleye atılan kadınların kendi saflarında mücadeleye atılmasının, o mücadelede yükselttikleri taleplerin sembolüdür. Bu açıdan bugün bizlerin ihtiyaç duyduğu birliğin ifadesidir. 8 Mart ruhuyla kuşanıp birlikte kavgaya atıldığımızda cümlemizin muradı olan dünyada cennet kurulacak, insanlar gerçek özgürlük ve mutluluğu tadacaktır.
link: Kocaeli’den bir işçi, Kadınların Muradı!, 8 Mart 2024, https://marksist.net/node/8210
Sınıfımızın Şanlı Mücadele Günü 8 Mart’ımız Kutlu Olsun!
Mücadele tarihimizin asla solmayacak yapraklarından biridir 8 Mart. Ve bizler bu yıl da 8 Mart’ı zorlu bir dönemden geçerken karşılıyoruz. Emperyalist haydutlar dünyamızı ateş topuna çevirmiş durumda. Başta Ortadoğu olmak üzere üçüncü emperyalist paylaşım savaşının alevleri her yanı yakıyor. Emekçiler tarifi zor bir zulüm cenderesinde ölüm kalım mücadelesi veriyor. Bütünüyle gericileşmiş kapitalizm tarihte eşi benzeri görülmemiş bir eşitsizliğe yol açıyor. Milyarlar yokluk içinde kıvranırken birkaç asalak yaratılan tüm zenginliğe el koyuyor. Ekonomik krizin yıkıcı sonuçlarına dünya ölçeğinde yükselen otoriterleşme dalgası eşlik ediyor. Çeşitli doz ve biçimlerle faşizm yeniden hortlayarak emekçileri büyük felâketlere sürüklemenin sinsi planlarını yapıyor. Kısacası kapitalizmin egemen olduğu tüm dünyada eşitsizlik, sefalet, baskı ve zorbalık hüküm sürüyor.
Egemenlerin yarattığı bu karanlığa teslim olmayanların mücadelesi ise her türlü zorluğu aşarak sürüyor. Dünyanın her yerinde meydanlar işçi sınıfının savaşa, sömürüye, hak gasplarına, cinsiyet ve ırk ayrımcılığına karşı verdiği coşkulu mücadelelerle doluyor. İşçi ve emekçiler hep bir ağızdan “başka bir dünya mümkün” diyerek alanlara çıkıyor. İşte böylesi bir dönemde 8 Mart’ın tarihsel anlamına ve misyonuna uygun bir ruhla karşılanması son derece önemli. Bu şanlı mücadele gününden alınan ilhamla sınıf temelli devrimci mücadelenin büyütülmesi de bir o kadar hayati öneme sahip.
Bizler işçi sınıfının saflarında devrimci mücadele yürüten gençler olarak, 8 Mart’ı tarihsel özüne uygun bir biçimde karşıladığımız için büyük bir onur ve kıvanç duyuyoruz. 8 Mart başta olmak üzere, sınıfımızın mücadele tarihini devrimci Marksizmin ruhuyla bizlere aktaran, günün yakıcı ve çetrefilli sorunlarını aynı ruhla aydınlatıp yolu gösteren Marksist Tutum’a bu vesileyle teşekkür etmeyi bir borç biliyoruz. Mücadele tarihimizden öğrendiğimiz üzere 8 Mart, burjuvazinin bir lütfu değildir. Burjuvaziye karşı savaşta işçi sınıfının bağrında doğmuş, çetin kavgalarla varlığını sürdürmüş, Ekim Devrimiyle taçlanmış ve sınıfsız bir dünya özleminin ifadesi olmuş şanlı bir mücadele günüdür. Burjuvazi ne yaparsa yapsın, bu gerçeğin yüreklerimizde yarattığı umudu ve coşkuyu solduramayacaktır.
8 Mart, burjuvazi her yanda savaş çığırtkanlığına soyunmuşken korkusuzca “Emperyalist Savaşlara Hayır” diyebilme cesaretini kuşanmaktır. Kapitalizmin yarattığı her türlü eşitsizliğe, köleliğe, düşmanlığa karşı çıkmak; insanın kul köle olmadığı, sömürünün ve zorbalığın yeryüzünden silindiği özgürlükler dünyası için mücadele etmektir. 8 Mart, gezegenimizi yok oluşa sürükleyen ve her yanını irin sarmış bunak kapitalizmin karşısında, insanlığa yepyeni bir dünya muştulayan dünya devrimi ve sosyalizm için mücadeledir. 8 Mart’ın ruhuyla sosyalizm için yürüyen kavga neferlerine selam olsun! Dirençle, azimle, sabırla zorluklara göğüs gerip umudu büyütenlere selam olsun!
Yaşasın 8 Mart, Yaşasın Sosyalizm!
link: Ankara’dan MT okuru gençler, Sınıfımızın Şanlı Mücadele Günü 8 Mart’ımız Kutlu Olsun!, 8 Mart 2024, https://marksist.net/node/8209
Kapitalist Zorbalığa Karşı Birliğimizi Güçlendirelim
Dalların tomurcuklanmaya, güneşin sıcacık yüzünü göstermeye başladığı bu günler bahar gelişini muştularken, biz emekçi kadınların ve tüm sınıf kardeşlerimizin içini bir başka heyecan kaplar. İşçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir simge haline gelen 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Gününe, yaşadığımız sorunlara ilişkin taleplerimizi ortaya koymak, gücümüzü, öfkemizi, heyecanımızı göstermek, burjuvaziden hesap sormak için mücadeleci işçiler olarak hep birlikte hazırlanırız.
8 Mart, mücadeleci işçi kadınların bizlere armağanıdır. ABD’de hakları için mücadele eden kadın işçilerin her yıl düzenlemeye başladıkları eylemlerden ilhamını almıştır. 1910 yılında Danimarka’da toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında Alman işçi sınıfının önderlerinden Clara Zetkin’in, 1857’deki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına, 8 Mart’ın Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanması önerisini getirmesiyle oybirliğiyle kabul edilmiştir. Ve bu tarihten itibaren 8 Mart, mücadeleci kadın ve erkek işçilerin kapitalizmin yarattığı devasa sorunlarına karşı verdikleri mücadelenin simgesi olan günlerinden biri olmuştur. Ekim Devriminin fitilini ateşleyen 8 Mart gösterilerinin ardından da emekçi kadınların kavgasına bir daha çıkmamak üzere eklenmiş bir mücadele günü haline gelmiştir.
Dünyada yüz milyonlarca emekçi kadın, erkek sınıf kardeşleriyle birlikte açlıkla, yoksullukla, savaşlarla, afetlerle felâketten felâkete sürükleniyor. Kapitalizm yaşadığı tarihsel krizin tüm sıkıntılarını emekçilerin üzerine yüklerken, kadın emekçiler bundan payını fazlasıyla alıyor. Kimilerinin başlarına bombalar yağarken, kimileri evlerine yiyecek ekmek götüremiyor. Kimisi kalacak bir ev bulamazken, kimisi sokak ortasında katlediliyor. Kapitalizm emekçi kadınların hayatını cehenneme çeviriyor. Türkiye’de de emekçi kadınlar bu 8 Mart’ı, tarihi bir yoksullaşma, başta 6 Şubat depremleri olmak üzere kapitalizmin felâkete dönüştürdüğü afetlerin yarattığı yıkım, elde edilmiş kazanımlarına yapılan saldırıların artması koşullarında karşılıyor.
Yani, kadın emekçilerin mücadele konusu haline getirdiği pek çok sorunun ortaya konduğu önemli bir gün olan 8 Mart bu yıl da yüklü bir gündeme sahip. Bu sorunları ortadan kaldırmanın tek yolunun kapitalizmi ortadan kaldırmaktan geçtiğini bilen sınıf bilinçli emekçi kadınlar olarak bunun ancak güçlü örgütlenmelerle başarılabileceğinin farkındayız. Kapitalizm emekçilerin yaşadığı sorunları her geçen gün daha da büyütüyor. Ama bu sorunlar büyürken bunun karşısında dünyadaki sınıf mücadelesi de büyüyor. Dünyanın pek çok bölgesinde işsizliğe, yoksulluğa, savaşlara karşı emekçi kadınlar ve erkekler alanlara iniyor, grevler yapıyor, barışı, kardeşliği ve eşitliği haykırıyor. Alınacak daha çok yol var biliyoruz. Ama birliğimizi güçlendirip mücadele edersek bu zorlu yolda bizimle yürüyecek milyonların olduğunu da görüyoruz. 8 Mart gibi mücadele tarihimizin bize armağan ettiği sembol günlerde bu bilinçle sesimizi daha fazla sayıda emekçi kardeşimize ulaştırmaya çalışmalı ve güçlü biçimde haykırmalıyız: Kapitalist zorbalık karşısında birlikteysek güçlüyüz, birlikteysek umutlu!
link: Mersin’den MT okuru bir kadın işçi, Kapitalist Zorbalığa Karşı Birliğimizi Güçlendirelim, 6 Mart 2024, https://marksist.net/node/8207