Bu yıl işçi sınıfının devrimci önderi Friedrich Engels’in doğumunun 200. yılı. Kapitalizme karşı verdiği devrimci mücadele ve işçi sınıfına bıraktığı komünist mirasla ölümsüzleşen Engels, işçi sınıfının kurtuluşu davasına adadığı 75 yıllık ömrü sona erdiğinde, yoldaşı Marx’la birlikte geriye muazzam bir devrimci mücadele kılavuzu bırakmıştı. O mücadele kılavuzu, yani Marksizm, o günlerden bu yana işçi sınıfına yol göstermeye devam ediyor.
Kapitalizmin gelmiş geçmiş en büyük kriziyle sarsıldığı ve bir çıkmaza saplandığı günümüzde, burjuva ideologlar, sermaye düzenini tehdit eden derin çelişkiler karşısında kapitalizme büyük bir “reset” atmanın kaçınılmazlığından dem vurarak emekçi kitleleri kırıntı vaatleriyle oyalamaya çalışıyorlar. Oysa kapitalizmin geniş emekçi kitlelere kırıntı bile sunamayacak kadar köhnemiş ve çürümüş olduğu gerçeğinin her alanda kendini çıplak bir şekilde gösterdiği bugün, insanlığın ve doğanın selameti açısından bu sömürü sisteminin vakit kaybetmeden yıkılması gerektiği gün gibi ortadadır ve Marksizm işte bu devrimci eylemin kılavuzudur.
Marksizmin doğuşuna ebelik eden döneme baktığımızda çok büyük çalkantıların eşlik ettiği bir tarihsel dönemle karşı karşıya olunduğunu görüyoruz. Fransız Devriminin etkilerinin başta Avrupa olmak üzere tüm dünyaya yayıldığı, mutlak monarşilerin sarsıldığı bu süreç emekçi sınıflar içinde de tarihte görülmedik hızda altüstlüklere, yıkımlara yol açmıştı. Burjuvazinin egemenliğindeki yeni sömürü düzeni kapitalizm emekçi kitlelerin kanı ve canı üzerinde yükselecek, ama aynı zamanda kendi mezar kazıcısını da büyütecek ve çok kısa zamanda ayağa kaldıracaktı. İşte tıpkı Marx gibi Engels de bütün Avrupa’nın devrim fırtınalarıyla sarsıldığı, ama aynı zamanda çağa uygun olarak fikir dünyasında da patlamaların yaşandığı böylesi bir tarihsel dönemde doğmuş, bu atmosfer onların kültürel ve felsefi açıdan şekillenmesinde birincil derecede rol oynamıştı. Proletaryayı tarih sahnesine fırlatan bu sert mücadeleler, onun iki büyük devrimcisinin ortaya çıkmasının da zeminini döşemişti.
Paul Lafargue’ın dediği gibi, Marx’ın da Engels’in de anayurdu yoktu, onlar dünya vatandaşıydı! Onlar devrimci davanın ihtiyaçları neyi gerektiriyorsa onu yapmak için hiçbir sınır tanımadılar; Komünist Manifesto’ya nakşettikleri gibi vatanları enternasyonaldi! Uğruna her türlü fedakârlığa ve acıya katlandıkları dava, şu ya da bu ulustan işçilerin değil dünya işçi sınıfının toplumsal kurtuluş davasıydı. Kapitalist sömürü düzeninin her nefes alışında milyonlarca insanı soluksuz bıraktığı günümüzde, onların bıraktıkları mirasın büyüklüğü ve önemi çok daha geniş kitlelerce anlaşılır hale geliyor. Dünyanın üzerinde komünizm heyulasıyla birlikte Marx ve Engels’in ruhları da dolaşıyor; fabrikalarda, tarlalarda acı çeken, yığınlar halinde işsiz kalan yüz milyonlarca işçinin çığlığı, ezilen halkların “nefes alamıyoruz” feryatları, meydanları inleten anti-kapitalist sloganlar hep o ruhu üflüyor. O ruh dünya devriminin ruhudur ve burjuvazinin döktüğü ecel terlerinden de görüldüğü üzere her geçen gün daha da yaklaşmaktadır!
Devamını okumak ve kitabı e-kitap formatında edinmek için Bize Yazın bağlantısı aracılığıyla bizimle iletişime geçebilirsiniz