
20. yüzyılın başında emperyalist aşamaya yükselen kapitalizmi Lenin’in “çürüyen kapitalizm” olarak tanımlamasının ardından geçen 100 yılda bunun ne anlama geldiği somut sonuçları itibariyle çok net ortaya çıktı. 100 yıl önce çürümeye başlayan kapitalizm bugün kelimenin tam anlamıyla can çekişiyor ve Elif Çağlı’nın 15 yıl önce ortaya koyduğu gibi tarihsel bir sistem krizi yaşanıyor. Tarihsel sistem krizinin sonuçları tüm yıkıcılığı ile ortaya çıkarken bu sonuçları görmezden gelemeyen burjuva ideologlar, ekonomistler, kapitalistleri uyarıyor, bir çöküşün yaşanmaması için çözüm yolları sunuyorlar. Özellikle Avrupa ve Amerika’da bizi nasıl bir geleceğin beklediğine dair öngörülerin yer aldığı, bugün yaşanan gelişmelerin tartışıldığı pek çok kitap ve makale yayınlanıyor. Ancak bu değerlendirmeler kapitalist sistemin dışına çıkamayan, dolayısıyla sorunlara gerçek çözümler getirmeyen sözde çözüm önerileri sunmaktan öteye gidemiyor. Bugün içine girilen sürecin kapitalizmin yapısal çelişkilerinden kaynaklandığı ve kapitalizm var olduğu sürece bundan bir çıkış yolunun bulunmadığı, tek gerçek kurtuluşun kapitalizmi yıkmak olduğu gerçeği görmezden geliniyor. Geçtiğimiz günlerde BBC’nin Türkçe internet sitesinde Rachel Nuwer’in bu kapsama giren bir yazısı yayınlandı. Nuwer “Batı Medeniyetini Çöküşe Götüren Ne Olacak?” başlığını verdiği yazısında pek çok isimden alıntılar yaparak bugün yaşanan sorunlar üzerinden kapitalizmin içine düştüğü açmazı anlatıyor. Ancak tam da beklendiği gibi doğru çözüm yolunu ortaya koyamıyor. Nuwer yazısına burjuva ekonomist Benjamin Friedman’a atıfta bulunarak başlıyor: “Ekonomi politik uzmanı Benjamin Friedman, bir zamanlar modern Batı toplumunu, tekerlekleri ekonomik büyüme sayesinde sağlam ve düzenli dönen bir bisiklete benzetmişti. Bu ileri hareket yavaşladığında veya durduğunda toplumun temel taşları olan demokrasi, bireysel özgürlük, sosyal tolerans vb. değerler de sarsılma başlar. Dünya, sınırlı kaynaklar için çekişmelerle çirkinleşir, kendi yakın çevremiz dışındaki insanlar dışlanır. Tekerlekleri yeniden ileri döndürecek bir yol bulunmazsa tam bir toplumsal çöküş yaşanacaktır.” Biz “Batı toplumu” ifadesini “kapitalizm”, “bisikletin ileri hareketinin yavaşlamasını veya durmasını” ise “kriz” olarak okuyalım. Bu durumda kapitalist sistemin krize girmesiyle birlikte yaşanacak olan nedir? Kapitalistler krizden çıkabilmek için savaşlara başvururlar, işçi sınıfının demokratik ve ekonomik haklarına saldırırlar. Yani büyük tahribatlara yol açarak krizlerini atlatmaya çalışırlar. Kaldı ki bugün kapitalizmin periyodik krizlerinin ötesine geçen ve kolay kolay içinden çıkamayacağı bir tarihsel krizin yaşandığını söylüyoruz. Bu, çok daha büyük yıkımlar ve altüst oluşlar demektir. Bütün dünyada artan otoriterleşme, faşizan eğilimler, demokratik ve ekonomik hak gaspları, pazarların yeniden paylaşımı için başlamış bulunan ve emperyalistler arası hegemonya krizinin eşlik ettiği üçüncü dünya savaşı, bu tarihsel krizin sonuçlarıdır. Bütün bu sonuçların doğurduğu başka sonuçlar da var şüphesiz. Yıkım, açlık, büyük göç dalgaları ve kitlesel ayaklanmalar… Friedman bisikletin tekerleklerini yeniden ileri döndürecek bir yol bulunamazsa tam bir toplumsal çöküş yaşanacağını söylüyor. Yani krizler devam ederse kapitalizm çöker diyor. Peki, kapitalist sistemin bisikletinin tekerleklerinin hiç aksamaksızın dönmesi ya da aksadığı zaman eskisi gibi dönmesinin sağlanması mümkün mü? İşte Friedman gibileri bu soruya doğru yanıtı veremedikleri için her seferinde bir çıkmazın içine giriyorlar. Nitekim Nuwer, Friedman gibi başka uzmanların da görüşlerine yer verdiği makalesinde aynı çıkmaza kendisi de giriyor. Oysa kapitalist sistemin krizlerinden kaçıp kurtulmasının imkânı yoktur. Bir şekilde krizlerini atlatsa dahi bu, daha büyük ve daha şiddetli krizlere zemin hazırlanması pahasına olur. Nitekim bugün tarihsel sistem krizi yaşayan kapitalizm periyodik krizlerini daha şiddetli ve sık yaşıyor, daha büyük yıkımlar pahasına atlatıyor ve canlanma dönemleri çok daha kısa sürüyor. Demek ki, bisikletin tekerlekleri artık çok daha sık ve uzun süreli durmaktadır ve yeniden dönmeye başladığında da eski hızına kavuşması mümkün değildir. Yani kayış kopma aşamasına gelmiştir ve bisikleti çöpe atma zamanı çoktan gelmiştir! Nuwer’in Maryland Üniversitesi’nden Safa Motesharrei’den aktardığına göre kapitalizmi çöküşe götürecek iki faktör var: Ekolojik zorlama ve ekonomik katmanlaşma. Motesharrei’ye göre “devasa miktarda zenginliğin elitlerin elinde toplanması ve sayıca çok daha fazla olan ve çalışarak onları besleyen kesimlere fazla bir şey kalmaması toplumu istikrarsızlığa ve sonunda çöküşe sürükleyebilir.” Ekolojik zorlamayı doğal kaynakların sınırlılığı nedeniyle anlaşılır(!) bulan Nuwer, Motesharrei’nin çöküşü ekonomik etkene bağlamasına şaşırıyor. Oysa bu gerçek Marksistler için apaçık ortadadır. Kapitalizm bugün işçi sınıfı ile burjuvazi arasında öyle derin bir uçurum yaratmış durumdadır ki, bu sonucun toplumsal çalkantılara yol açması zaten kaçınılmazdır. Dünyanın en zengin %1’lik kesiminin servetinin geri kalan %99’unun sahip olduğu toplam zenginliğe eşitlenmiş olması sürdürülebilir bir çelişki midir? Üstelik bu uçurum her geçen gün derinleşmektedir. Bir tarafta ülkelerin gayrisafi yıllık hâsılalarını aşan kişisel servetlere sahip bir avuç kapitalist, diğer tarafta işsizliğin, yoksulluğun, açlığın pençesinde kıvranan milyarlarca insan. Bir tarafta bolluk, aşırı üretim krizi, diğer tarafta alım gücü en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak düzeyde sınırlandırılmış işçi sınıfı. Bu çelişki, kapitalizmin sonunu hazırlayan en önemli etmenlerden biridir. 2010 yılında “Arap Baharı”nın nasıl başladığını hatırlayalım. Tunus’ta işsiz bir gencin kendini yakması üzerine başlayan ve sadece Arap ülkelerini değil bütün dünyayı etkileyen isyan dalgası aslında bir birikimin sonucuydu. Kitleler demokratik hak ve özgürlüklerinin yanı sıra işsizlik ve yoksulluğa karşı da ayağa kalkmışlardı. Hemen bir yıl sonra da ABD dâhil olmak üzere 82 ülkede yüz binlerce insan toplumsal ve ekonomik eşitsizliğe karşı ayağa kalktı. Bu eylemlerin ana sloganı “Biz %99’uz” idi ve milyonlarca insanı sefalete sürükleyen %1’in açgözlülüğüne yönelmiş bir tepkiydi söz konusu olan. Kitlelerdeki hoşnutsuzluk birikmeye devam ediyor. Ve bu birikim dünyanın her yerinde çeşitli türden yansımalarla kendini gösteriyor. Bir diğer mesele de doğal kaynakların sınırlılığı meselesidir. Kapitalist üretim tarzı sadece kârlı olana yatırım yapmayı zorunlu kılar. Yani kapitalistler için kârlı olan sınırlı doğal kaynakları tüketmekse onu büyük bir açgözlülükle tüketirler. Oysa söz gelimi insanlık açısından hayati olan enerji sorununu çözmek için sınırlı olan ve üstelik küresel ısınmaya yol açan fosil yakıtları kullanmak yerine sınırsız, temiz ve yeterli bir enerji kaynağı olarak güneş enerjisi ve benzerleri neden kullanılmıyor? Neden sanki gerçekten de enerji kaynağı sorunumuz varmış gibi davranılıyor? Çünkü eskisini tüketmeden yeni kaynaklara geçmek için büyük yatırımlar yapmak gerek. Bu da kapitalistler açısından kısa vadede kâr getirmeyeceği için tercih edilmiyor. Demek ki sorun doğal kaynakların sınırlı oluşu değil, kapitalistlerin kâr güdüsüyle hareket ederek kullanılabilir kaynakları sınırlamasıdır. Nitekim bu konuyla ilgili bir itiraf gelmiş bile! “Norveç İşletme Fakültesinde iklim değişikliği uzmanı Jargen Randers, iklim sorununa ilişkin bir çözümü bu yüzyılda göremeyeceğimizi, uzun vadeli çözümlerin masraflı olması nedeniyle bugünkü gidişatın aynen devam edeceğini söylüyor” diye yazıyor Nuwer. Bu, aslında tek çözümün kapitalist sistemin ortadan kaldırılması olduğu gerçeğinin itirafıdır. Aynı yazıda yine Randers’in “2050’de ABD ve İngiltere iki sınıflı toplumlara dönüşecek: küçük bir seçkinler grubu rahat bir yaşam sürerken, çoğunluğun hayat koşulları kötüleşip zorlaşacak” dediği belirtiliyor. Zaten durum bu değil mi? Kapitalist sistemde iki temel sınıf vardır: Burjuvazi ve proletarya. Proletaryanın safları her geçen gün kalabalıklaşmaktadır ve bütün dünyada işçi sınıfının iş ve yaşam koşulları giderek kötüleşmektedir. Yukarıda da değindiğimiz gibi en zengin ile en yoksul arasındaki uçurum insan aklının almayacağı boyuta gelmiş durumdadır. Yazıda 2008 krizi, Trump’ın seçilmesi, IŞİD’in yükselişi, Suriye savaşı ve Brexit gibi meselelerin tehlike habercisi olduğu, savaşla birlikte büyük göç dalgalarının yaşanacağı ve bu durumun otoriterleşmeyi arttıracağı söyleniyor. Ayrıca korku ve hoşnutsuzluk arttıkça insanların din, ırk, ulus kimliklerine daha çok sarılacağı belirtiliyor. Bunların hiçbiri Marksistler için yeni değil. Ve bunların hiçbiri kapitalizmin içine girdiği tarihsel kriz sürecinden bağımsız değil. Nitekim Marksist Tutum’da bu konular üzerine yazılan pek çok makale bulunuyor ve hepsi de kapitalist sistemin miadını çoktan doldurduğuna işaret ediyor. Peki, pek çok kişiyi referans göstererek çöküş uyarısı yapan Nuwer’in yazısının sonunda çözüm olarak ne ortaya konuyor? Mantıklı ve bilimsel kararlar almak, olağanüstü liderlik becerisi ve iyi niyet göstermek! Daha az dayanışmacı olma, daha az cömertlik gösterme ve mantığa daha az açık olma gibi tepkilere direnmek! Tekrar pahasına belirtelim ki, bütün sorunların kaynağı bizatihi kapitalist sistemin kendisidir ve kapitalist sistem yıkılmadığı sürece hiçbir “mantıklı karar” sorunları çözemez. “Kapitalizm çelişkilerle yüklü bir sistemdir ve krizlerle yol almak kapitalizmin varoluş biçimidir. Bu nedenle, sistemin işleyiş yasalarını anlamaya ve açıklamaya çalışırken, sanki çelişkisiz bir kapitalizm mümkünmüş gibi mantıksal akıl yürütmeler doğru değildir. Kapitalizmi kavramak demek; onun çelişkili, patlamalı, gerilimli, sürekli krizler ve yıkımlar yaratan doğasını kavramak demektir.”[1] Kapitalizmin doğasını kavrayanlar için durum son derece yalın ve nettir. Ya kapitalizm yıkılacak ve yerine sınıfsız bir toplum kurulacak ya da kapitalizm insanlığı yok oluşa sürükleyecek.