
Dünya kupası ve olimpiyat oyunları dört yılda bir yapılan
organizasyonlardır. Bu organizasyonların temelinde Fransız tarihçi ve sporcu
Coubertin tarafından ortaya atılan ve Antik Yunan’da yapılan spor
müsabakalarına dayanan olimpiyat fikri vardır. Coubertin sporun sınırları
aşmasını, barış ve kardeşliğe hizmet etmesini amaçladığını söylemiştir.
Olimpiyatlar bu şekilde başlamıştır. Futbol dünya genelinde yaygınlaşınca
olimpiyatlara benzer şekilde dünya kupası maçları da başlamıştır.
Olimpiyatlar ilk dönemlerde daha az sayıda oyuncuyla bu denli
mekân kaygısı gözetilmeksizin yapılıyordu. Zamanla kapsamı genişledikçe, ilgi
arttıkça işler değişti. Mekânlar daha şaşaalı, daha büyük inşa edildi. Yeni
binalar ve spor alanları, burjuvazi açısından yeni yatırım alanları oluşturduğu
için, ihtiyaç olmasa bile ihtiyaçmış gibi gösterilerek inşa edildi. Her geçen
yıl burjuvazinin ağzını daha çok sulandırdı olimpiyatlar. Her ülkenin
egemenleri için bu olimpiyatlar ve kupa maçları; akıl almaz kazanç, gösteriş,
prestij kaynağı ve milliyetçiliğin pompalanması için bahaneye dönüştürüldü.
Spor bunun basit bir aracı haline getirildi. Daha yeni biten Katar’daki dünya
kupası maçlarının hazırlık sürecinde de gördük ki egemenlerin tek amacı prestij
ve kâr elde etmek. Elde edilen kârın bedeli ise birkaç dolara karşılık uzun
saatler çalıştırılan, inşaatların zamanında bitmesi için resmen rehin alınan,
iş kazalarında ölen işçiler ve aileleri tarafından ödendi. Olimpiyat oyunları
ve dünya kupası müsabakaları için çok yüksek bütçeler ayrılıyor. Bu bütçe işçi
sınıfının cebinden karşılanıyor. Kazanan sadece burjuvazi oluyor.
Üstelik inşa edilen tesisler sadece kâr amacıyla inşa edildiği
için oyunların sonunda çok büyük oranda tamamen atıl duruma düşüyor. Birkaç
hafta kullanılan bu gösterişli tesisler organizasyonlar bittikten sonra
çürümeye terk ediliyor. Yani bir kez daha çok büyük israf yapılıyor.
Bu kısma kadar anlatılanların çoğunu 2013 yılında Mersin’de
yapılan Akdeniz Oyunlarında da gördük. Mersin oyunların oynanacağı şehir olarak
seçilmişti. Karar belli olduktan sonra Bakanlık devreye girdi. Binaların inşa
edileceği bölgeler bilinçli bir şekilde patronların kâr elde edebileceği yerler
olarak seçildi. Birçok yerleşkeye binlerce kişilik salonlar ve oyun alanları
yapıldı. O dönemde var olan spor tesisleri kullanılmak istenmedi çünkü hiç
kârlı olmayacaktı. Göstermelik olarak birkaç tesis kullanıldı. O binalara şimdi
baktığımızda şunu görüyoruz: 2000 ya da 3000 kişilik olarak inşa edilen bu
binalara ancak çok özel yarışmalarda 250 ya da 350 kişi geliyor. O da çok
istisna durumlarda! Bu binalar yoksul halkın yaşadığı bölgelerden çok uzakta.
Ancak iki araç değiştirilerek ulaşılabilmesi hem cazibesini azaltmış hem de
sadece kâr amacıyla yapıldığını bize göstermiştir. Bu binaların inşa edildiği
bölgelerde bir süre sonra kiralar artmış ve insanların yaşam şartları
değişmiştir. O dönemi değerlendiren bir yazıda şu sözler yer alıyor: “Bölgede apartman
dairelerinde 600-700 TL bandında seyreden ortalama kiralar, 800-1000 TL
aralığına çıkmış, daire satış fiyatları 140-160 bin TL’den 180-220 bin TL
arasına yükselmiştir. Bu gelişmeyle bağlantılı olarak, müteahhitler bu bölgede
inşaat yapacak boş arsa bulamamaktan yakınmaya başlamışlardır.”[*] Şu anda bu bölgeler o dönemdeki kiralardan çok çok daha yüksek çünkü artık lüks
yerler diye geçiyor.
Yine o sırada Mersin Üniversitesinin kampüsüne gelecek
sporcuların ve misafirlerin ağırlanabileceği şekilde 3500 kişilik bir hotel
yapılmıştı. Sonradan bu hotel öğrencilerin kalabileceği yurt haline getirildi.
Odalara birkaç yatak atıldı ve ardından “yüzme havuzu bile var!” gibi süslü
cümleler kullanılıp pazarlandı. Oyunlar başlamadan önce Mersin’de hâlihazırda bir
yurt vardı. Sadece küçük bir bakımla yurt kullanılmaya devam ettirilebilirdi.
Ama ne yapıldı? Tadilat gerekçesiyle pek çok öğrenci yerinden edildi ve bu
hotel-yurda yerleştirildi. Şu an bu yurda ne mi oldu? Hâlâ tadilatta...
Hotel-yurt ise önceki yurda göre daha yüksek fiyatlarla öğrencilere kiraya
veriliyor, havuzu da kullanılmıyor! Barınma problemimiz var. Ama bu binanın
tadilatı bitmek bilmiyor! Burjuvalar villalarında çok rahatlar, bu konular da
onları ilgilendirmiyor zaten.
Yine o sıralarda 25 bin kişilik stadın yapımının
yetiştirilemeyeceği gündemdeydi. Bunun üzerine dönemin bakanı açıklama
yapmıştı. Hatta o dönemde yüklenici firmalardan Uzunlar İnşaata haciz gelmiş ve
iş makinelerine el konulmuştu. Bundan öncesinde de ve bu durumla beraber firma
hırsını işçilerden çıkardı. Zaten bir süre sonra işçiler ağır çalışma
koşullarından ve maaşlarının yatırılmamasından dolayı günlerce grev ve iş
yavaşlatma eylemleri yaptı. Katar’da nasıl işçiler bu keyifli oyunların içinde
ıstırap çektilerse, Akdeniz Oyunlarında da yine işçiler ve yoksul halk bunun
ıstırabını çekmiştir. Yani Coubertin’in hayal ettiği gibi spor oyunları hiçbir
şekilde “barış ve kardeşlik” getirmemiştir. Spor dünyası endüstrileştikçe ve
kapitalistler buraların balını, kaymağını yedikçe; milliyetçi duyguların
köpürtülmesini de görürüz, prestij için yoksul halkın yaşadığı yerlere perde
çekilip aşağılanmasını da… İşte kapitalizm böyle bir sistemdir! Bu sistem
yıkılmayı çoktan hak ediyor. Bu da ancak işçi sınıfının örgütlü mücadelesiyle
olacak bir iştir.