
Kapitalizmin çürüme ve çıkışsızlık çağında tüm toplumsal çelişkiler ve sorunlar derinleşmeye devam ediyor. Çözüm ihtiyacı küresel boyutta ve en çarpıcı şekillerde kendini dayattığı halde kapitalizm bu sorunların çözümünün önünde devasa bir engel olarak dikiliyor. Kapitalizmin çürütücü, yıkıcı etkisi her alanda daha derinden hissediliyor. Sorunlar iç içe geçerek, katman katman derinleşerek artık kapitalizmin yıkılıp gitmesi dışında bir çözüm olanağının olmadığını gösteriyor. Tıpkı her alanda olduğu gibi kadın sorunu bağlamında da durum budur. Cinsiyet ayrımcılığının, erkek egemen zihniyetin, kadının çifte ezilmişliğinin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Kapitalizm kendisinden önceki sınıflı toplumlardan farklı olarak kadınları evlerinden ve kendi dar çevrelerinden çıkardı, toplumsal yaşamın her alanında var olmalarının zeminini döşedi. Kadınlar, kapitalizmin ihtiyaçları ve tarihsel kadın mücadelesinin sonucu olarak pek çok alanda çalışma, eğitim görme, seçme-seçilme hakkı gibi haklar elde ettiler. Kanun önünde erkeklerle eşit sayılmaya başladılar. Sermaye sınıfının kadınları açısından eşitlik talebi işçi sınıfının sırtından kazanılan zenginliği “eşitçe” yağmalama talebi haline geldi. Büyüyen işçi sınıfının saflarına katılan kadınlarsa, sömürü ve cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle çifte ezilmişliğe maruz kaldılar. Kapitalizm işçi sınıfının sömürüsüne dayanır. İşçiler arasında yapay temellerde bölünmeler yaratarak, eşitsizlikleri körükleyerek, farklılıkları kışkırtarak ayakta kalır. Geçmişten devraldığı erkek egemen toplumsal zihniyeti yeniden ve yeniden üreterek körükler. Tam da bu sebeple geçmişe kıyasla elde edilen önemli kazanımlara, alınan mesafeye rağmen kadın-erkek eşitliği kapitalist toplum altında sağlanamaz. Nasıl ki işçi sınıfı köleliğin prangalarından azade olduğu halde özgür değilse, ücretli köleliğin görünmez zincirlerine mahkûm edilmişse, kadının elde ettiği kazanımlar da onu özgür kılmaya yetmez. Kazanımlarının kalıcı olacağı bile garanti edilemez. Ezilen cins olarak kadının kurtuluşu işçi sınıfının sömürüden kurtuluşuyla doğrudan doğruya bağlantılıdır. Kadının özgürleşmesi, kadın-erkek ilişkisinin sağlıklı temellerde kurulması ancak uluslararası işçi sınıfı kapitalizmi yıktığında, her türlü eşitsizliğin kaynağı olan sınıflı toplumlar sayfasını kapattığında mümkün olacaktır. Bu nedenle kadının özgürlük mücadelesinin safları işçi sınıfının mücadele saflarıdır. Fakat kapitalist egemenler bu gerçeği gizlemek ve hedef şaşırtmak için emekçi sınıfların kadın ve erkeklerini aldatmaya çalışıyorlar. Sorunu kadın-erkek karşıtlığı olarak gösteriyorlar. Burjuva ve küçük-burjuva kadın hareketleri de tüm kadınlara sınıfsal ayrımlara bakmaksızın sözde kız kardeşlik temelinde birleşme ve dayanışma çağrısında bulunuyorlar. Kadının tarihsel ezilmişliğinden tüm kadınların birleşmesiyle kurtulacağı, erkeklerin eninde sonunda egemen cinsin ayrıcalıklarından vazgeçmek zorunda bırakılacağı masallarını yayıyorlar. Kadınların eğitilmesinin ve ekonomik bağımsızlığını elde etmesinin öneminden, geri kalmışlıkla mücadeleden, pozitif ayrımcılıktan, kadınlar ve kız çocukları için ayrılan fonlardan, gelişmişlikle beraber eşitsizlik makasının giderek daraldığından ve zaman içinde kapanacağından bahsediyorlar. Oysa toplumsal cinsiyet eşitsizliği makasının kapanması bir yana sınıflar arasındaki makas eşi benzeri görülmedik ölçüde açılmakta, toplumsal eşitsizlik eşi benzeri görülmedik boyutlara ulaşmaktadır. Bu gerçek kadın sorununda da yaşamın tüm alanlarında da yansımasını bulmaktadır. Derinleşen eşitsizlik, büyüyen sorunlar Uluslararası yardım kuruluşu Oxfam, 2020’nin ilk günlerinde, yaklaşan Davos Zirvesinin hemen öncesinde bir rapor yayınladı. Rapora göre 2153 milyarder, dünya nüfusunun yüzde 60’ının yani 4,6 milyar insanın toplam gelirinden daha büyük bir servete sahipti. Gelir piramidinin en altında yoksul kadınlar yer alıyordu. Rapor, tüm dünyada düşük ücretli işlerin, güvencesiz işlerin büyük oranda kadınlar tarafından yapıldığını, kadınların yüzde 42’sinin bakım işleriyle ilgili sorumlulukları nedeniyle çalışamadığını, dünyadaki ücretsiz bakım emeğinin %75’inden fazlasının kadınlara ait olduğunu söylüyordu. Oxfam, kadınların ücretlendirilmemiş bakım emeğinin (yani ev işlerinin, hasta, çocuk yaşlı bakımının) günde 12,5 milyar saati bulduğunu ve yıllık değerinin 10 trilyon 800 milyar dolar olduğunu açıklıyordu. Rapor, kapitalizm altında eşitsizliğin nasıl da akıl almaz boyutlara ulaştığını çarpıcı benzetmelerle açıklayarak anlaşılır kılmaya çalışıyordu. Oxfam raporunun üzerinden daha iki ay geçmemişken Dünya Sağlık Örgütü, koronavirüs pandemisini ilan etti ve egemenler bu gerçeklerin üzerini koronavirüs pandemisi perdesiyle örtmek için kolları sıvadılar. Farklı kuruluşlar “pandeminin” ekonomiye olumsuz etkileri, “pandemi nedeniyle” eşitsizliklerin nasıl derinleşeceği üzerine öngörülerini içeren raporlar yayınlamaya başladılar. Buna göre 500 milyon insan işini kaybedecek, 150 milyon civarında insan açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak, dünya nüfusunun %6 ilâ 8’i yoksullaşacak ve sonuç olarak küresel nüfusun yarısı yoksulluk sınırının altına düşecekti. Zaten güvencesiz ve yoksul olan kadınlar yoksulluk çukurunun daha da diplerine yuvarlanacaktı. Kadının ev içindeki yükü ve maruz kaldığı şiddet artacaktı. Nitekim sadece bir yıl sonra bu öngörüleri doğrulayan yeni raporlar yayınlanmaya başladı. Birleşmiş Milletler, Temmuz 2021’de bir rapor yayınlayarak açlıktan ölme riskiyle karşı karşıya olan insanların sayısının 2020 yılında bir önceki seneye göre 20 milyon kişi artarak 155 milyona yükseldiğini, ciddi açlık içinde yaşayan çocuk sayısının 150 milyondan 725 milyona çıktığını açıkladı. Rapor, kadınların erkeklere göre daha yüksek oranlarda gıda güvensizliği yaşamasının yanı sıra kadınların üçte birinin besin yetersizliğine bağlı anemi yaşadığına da işaret ediyordu. Öte yandan Dünya Sağlık Örgütünün 2021’de yayınladığı ve pandemi öncesi süreci kapsayan raporu dünya üzerinde en az 763 milyon kadının şiddet mağduru olduğunu ortaya koyuyordu ve bu rakam dünyadaki kadın nüfusunun üçte birine tekabül ediyordu. Her yıl 90 binden fazla kadın cinayeti işlendiğini açıklıyordu. BM Kadın Biriminin yayımladığı verilere göre, “pandemi döneminde” tüm dünyada kadına yönelik şiddet daha da arttı, boyutlandı. ActionAid adlı uluslararası bir sivil kuruluşsa, belli bölgelerde rapor edilen şiddet olaylarının salgın öncesi aynı döneme kıyasla rekor seviyede arttığını açıkladı. Mesela Bangladeş’te kadınların şiddete maruz kalma oranları yüzde 983, Nijerya ve Filistin’de yüzde 700, Uganda’da yüzde 99 arttı. Arjantin’de kadınlara yönelik ev içi şiddet yüzde 25 arttı. Fransa’da sokağa çıkma yasaklarının uygulanmaya başlandığı Mart 2020’de ev içi şiddet olaylarında yüzde 30 artış görüldü. İtalya’da kadınların şiddet gördüğü gerekçesiyle çağrı merkezlerine yaptıkları aramalarda yüzde 59’luk artış gerçekleşti... Yani kötülüklere kılıf edilmek istenen pandemi olmayan bir sorun yaratmamıştı, sadece çürüyen kapitalizmin her sorunu çözümsüz kıldığını, emekçilerin sırtına yıktığını, başka sorunların alevlenmesinin nedeni haline getirdiğini ortaya koymuştu. Sorunlarımızın kaynağında kapitalizm dışında bir neden aramaya gerek olmadığını bir kez daha kanıtlamıştı. Nitekim pandemi kısıtlamalarının büyük oranda kaldırıldığı son bir yıldır da zenginler ile yoksullar arasındaki uçurum hızlanarak büyümeye devam ediyor. Bugün dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesimi, 6,9 milyar insanın toplam gelirinin iki katına sahip. 3,4 milyar insan ise yani dünya nüfusunun neredeyse yarısı, günlük 5,5 dolardan az bir gelire sahip. Zenginler uzay turlarıyla eğlenirken yoksullar kara kara yarına nasıl çıkacaklarını düşünüyor. Üstelik önümüzdeki yıllar boyunca eşitsizliğin daha da hızlanarak büyüyeceği öngörülüyor.